Türkiye ve Pakistan: İki bedendeki tek can!

Prof. Dr. Halil Toker

Prof. Dr. Halil Toker / Yunus Emre Enstitüsü Pakistan Koordinatörü, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Urdu Dili ve Edebiyatı Öğretim Üyesi

Ulkelerin alabildiğince birbirleri ile acımasız bir rekabet içinde oldukları ve halklar arası düşmanlıkların belli güç merkezlerince körüklendiği yeni global dünya düzeni içerisinde, ülke ve halklar arasındaki dostluk ve kardeşliğe örnek teşkil edecek iki ülke ararsanız, hiç tereddüt etmeden Türkiye ve Pakistan’ı bu listenin en üst sırasına koyabilirsiniz.

Kalplerde yer eden dostluk

Bu öyle bir dostluk ve kardeşliktir ki sadece resmî söylemlerle sınırlı kalmayıp komşu olmayan ve birbirinden kilometrelerce uzak iki ülkenin coğrafi sınırlarını da aşmış ve iki ülke halkının kalplerinde yer etmiştir. Böylesine ulvî bir dostluk ve kardeşlik duygusudur ki iki ülke halkının, din kardeşinin zor durumda olduğunu görünce, hiçbir teşvike ya da yönlendirmeye ihtiyaç duymadan kendi malından, ailesinden hatta canından fedakârlık etmesini sağlamaktadır.

Her durumda dayanışma

Tabiatıyla Türkiye ve Pakistan halkları arasındaki bu kardeşlik, ülkelerin ilişkilerine de yansımıştır. Pakistan’ın kurulduğu 14 Ağustos 1947’den beri ister Kıbrıs meselesinde olsun ister Keşmir meselesinde olsun, ya da uluslararası arenadaki sorunlu konularda olsun, iki ülke hükümetleri omuz omuza hareket etmekte ve askerî alanda da birbirlerine destek sağlayarak iki ülkenin güvenliğini teminat altına almaktadır.

Benzer şekilde felaket zamanlarında da iki ülke halkları ve hükümetleri kardeşlerinin yanında yer almaktadır. Nasıl Pakistan’daki deprem ve sel felaketlerinde tüm Türkiye halkı Pakistanlı kardeşlerine yardım için elinden geleni yaptıysa, aynı şekilde Pakistan halkı da 6 Şubat 2023 Hatay depremi örneğinde olduğu gibi, Türk kardeşlerine destek olmak için tüm olanaklarını seferber etmiştir.

İki bedendeki tek can

Kısacası Türkiye-Pakistan dostluğundan bahsederken Pakistanlı kardeşlerimizin sıkça tekrarladığı gibi “Turkiya aur Pakistan: Eyk cân do kâlib heyn” (Türkiye ve Pakistan iki bedendeki tek candır.)

Derin tarihi bağlar

İki ülke halkının arasında mevcut dostane ve kardeşçe bağlar bundan yüzlerce belki binlerce yıl öncesine dayanmaktadır. İki ülke insanı arasındaki bağlar, Ak Hunlar ve Kuşanlar gibi Türk kavimlerinin Güney Asya ya da başka bir deyişle Pak-Hint alt-kıtasına ilk kez adım atarak devlet kurmaları ile başlamıştır. Türk kavimlerinin İslâm’ı kabullerinin ardından özellikle Gazneli Mahmud’un Hindistan fetihleri esnasında, Gazneli Mahmud’la birlikte seferlere katılan Türk kabilelerden bir kısmı günümüz Pakistan’ına gelip yerleşmiştir.

Bir süre sonra özellikle Selçuklu Sultanlığının kurulmasıyla bu kabilelerden bazıları İran ve Anadolu’ya gelerek bugünkü mevcut Türklerin ataları olmuşlardır. Yani bu Türk kabilelerden birbirine akraba olanlardan bazıları Türkistan’dan gelen diğer boylarla Türkiye’ye doğru yollarına devam ederlerken bazıları da Pakistan’da kalmışlardır. Bu sebeple, Türkiye ve Pakistan’ın diplomatik ilişkilerinin başlamasından yüzyıllar önce Alt-kıta insanı Türk dili ve kültürü ile de tanışmıştır. Gazneli Mahmud’tan tutun da Kutbuddin Aybek’e kadar, Dekken’de Mahmud Kuli Kutub Şah’tan tutun da Delhi’de Babür Şah’a kadar birçok Türk boylarından insan çeşitli dönemlerde Pakistan-Hindistan alt-kıtasına gelerek bu bölgenin yerlisi haline gelmişlerdir.

Alt Kıta’da Türkler

Türklerin alt-kıtaya gelişlerinin fetih sebebiyle olduğu aşikârdır. Ancak fetih maksadıyla bölgeye gelseler de Türkler burada bir sömürge imparatorluğu kurmamışlardır. İngilizlerin yaptığı gibi kendi ırkından insanları bölge halkından üstün görmemişler, kendi dillerini empoze etmemişler ve kendileriyle bölge halkı arasına kültürel ve siyasi duvarlar örmemişlerdir. Şüphesiz zaman içerisinde bölgedeki Türk hâkimiyeti zayıflamış ve ardından da sona ermiştir. Ancak bugün hala Türklerin tarihsel, kültürel ve sosyal etkileri Pak-Hint alt-kıtasında yoğun bir şekilde görülmektedir.

Hint Müslümanlarından Osmanlıya destek

Bu tarihî süreçte, büyük bölümü günümüz Pakistan’ında yaşayan Hindistan Müslümanları, İslâm âleminin lideri ve Halifelik makamının koruyucusu Osmanlı Türklerine yapılan saldırılara sanki kendilerine yapılıyormuşçasına tepki vermişlerdir. Kendileri yabancı bir gücün baskı ve zulüm yönetimi altında yaşamak zorunda kalsalar da aynı duruma Türk kardeşlerinin düşme ihtimaline katlanamamışlar, gerektiğinde canlarını ve mallarını Türk kardeşleri için feda etmekten bir an bile çekinmemişlerdir.

Hilafete sahip çıkma

1887-1878 yılları arasında Rus-Türk Savaşı, Trablusgarp, Balkan Savaşları esnasında ve ardından Birinci Dünya Savaşı esnasında, Pakistan ve Hindistan Müslümanları, Hilafet adına ve Türk kardeşlerinin kimliğinin güvenliği adına mümkün olan her türlü fedakârlığı yapmışlardır. Hatta gerektiğinde, Birinci Dünya Savaşı sırasında, Müslüman Türk kardeşleri ile savaşmamak adına İngiliz Singapur 5. hafif piyade alayına mensup Müslüman askerlerin yaptığı gibi, isyan edip kurşuna dizilmeyi bile göze almışlardır.

Kurtuluş Savaşına maddi destek

Yine Kurtuluş Savaşımıza destek olmak için büyük meblağlarda yardımlar toplamışlar, hatta Pakistan’ın Peşaver şehrinden Balkan Savaşları sırasında gelen Hindistan Kızılay Heyeti üyelerinden Abdurrahman Peşaverî gibi simge bir isim ülkesine, ailesinin yanına dönmemiş, I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşımıza da bizzat katılarak Türkiye sevdasını göstermiştir.

Din ve dil bağı

Türkiye ve Pakistan arasındaki bu tarihi kardeşlik ilişkisinin, tarihî perspektifi yanında derin itikadî ve kültürel temelleri de vardır. Şüphesiz bu temelleri güçlendiren en büyük etmen İslâm dinidir. Bu ilişkileri destekleyen ikinci etmen Urdu Dili’dir. Bilindiği üzere “Urdu” yani “Ordu” kelimesinin bizzat kendisi Türkçeden Güney Asya’nın lingua francası/müşterek dili olan bu güzel ve engin kültür diline alem olmuştur. Hakeza bu dilde şiirleri günümüze ulaşan ilk şair Emir Hüsrev Dehlevî, Urdu dilinde ilk divânı bulunan şair Kuli Kutub Şah, Urdu Dilinin en büyük şairi sayılan Mirzâ Esedullah Han Galib Türk asıllı şairlerdir. Aynı şekilde Urdu Edebiyatının başlangıcından itibaren Türk algısı şiirlerle yüceltilmiş, Urdu Edebiyatında Müslüman olan kişi için “Türk oldu” ifadesinin kullanılmıştır. Yani biz pek farkında olmasak da Pakistan’ın ulusal dili “Urduca” kültürel ve tarihsel açıdan bizim de dilimizdir.

Özetle, Türkiye ve Pakistan halklarının yüzyıllara yayılan emsali zor bulunan bu dostluk ve kardeşlik duygusu, Mehmet Akif Ersoy ve Allame Muhammed İkbal’in kalbi muhabbet ve amaç birliğiyle perçinlenerek sarsılmaz bir şekilde günümüze kadar ulaşmıştır. Bu dostluk ve kardeşliğin gelecek nesillere aktarılması da bizlere düşen önemli bir vazifedir.

14 Ağustos 1947’de bağımsızlığını kazanan dost ve kardeş ülke Pakistan’ın yetmiş yedinci (77) bağımsızlık gününü gönülden kutlar, Pakistanlı kardeşlerimize barış ve huzur içinde müreffeh ve aydınlık bir gelecek temenni ederiz.