Konferansa, Üniversitemiz Rektörü Prof. Dr. Muhsin Kar, Niğde Vali Yardımcısı Cemil Kılınç, Niğde Belediye Başkan Yardımcısı Mustafa Yiğit, davetliler, üniversitemiz akademik ve idari personelleri ile çok sayıda vatandaş katıldı.
Prof. Dr. Birol Akgün ayrıca geçmişte yaşanan acıları ve ihanetleri unutanların gelecekte bu acıları tekrar yaşamaya mahkûm hale geleceklerini de vurgulayarak, “Bu tür yıldönümlerinde bir araya gelmemiz, acıları anmamız ve dersler çıkarmamız gerekmektedir” dedi.
Prof. Dr. Birol Akgün; “15 Temmuz gecesinde, FETÖ mensubu terör örgütünün eğitim kurumları vasıtasıyla, Türkiye’nin en önemli kritik kurumlarının askeriyesine, polisine, istihbaratına, yargısına ve maliyesine sızarak bir toplumu içerden fethetmek ve demokratik meşruiyete gerek duymaksızın bir devletin, bir toplumun ve milletin kaderine el koymak için 40 yıl boyunca yaptıkları planın zirvesini yaşadık. Adeta yokmuş gibi davranıp ve uzunca yıllar siyasetten uzak durduklarını iddia ederken, siyasetin en derinini, en sinsisini hazırlamışlar. Eğitim hizmetleri ile uğraşan insanlar gibi kendilerini tanıtıp, dışarıya yansıtırken meğer hastalıklı bir ruha bağlı, adanmış ruhlar diye ifade ettikleri hainler yetiştirip devletin ilgili birimlerine yerleştirmişler” dedi.
“15 Temmuz gecesi harekete geçip, askeri yöntemler kullanarak milletin vergileriyle alınan tankı, tüfeği, helikopteri, kurşunu maalesef millete doğrulttular ve 251 insanımızı Şehit ettiler. Şehitlerimizden biri de Ömer Halisdemir’di” diyen Prof. Dr. Birol Akgün, Afrika’da bazı okullara Ömer Halisdemir’in isminin verildiğini aktararak konuşmasının devamında, “Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi ile de önemli bir protokolümüz bulunuyor. Şehit Ömer Halisdemir’in adını verdiğimiz bazı okullarımızın başarılı öğrencilerine bu protokol sayesinde Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesinde eğitim alma imkânı sunuyoruz” ifadelerine yer verdi.
Konuşmasını, bu topraklarda hür, bağımsız ve egemen bir devlet olarak onurlu ve izzetli yaşamanın tek amaç olduğunu ifade ederek devam ettiren Prof. Dr. Akgün, bunun için fedakârlık yapılması gerektiğini vurguladı ve “Türkiye’nin hikâyesini de burada başlatmak gerekir” dedi.
FETÖ yapılanmasının nasıl ortaya çıktığı ve bu yapıyla karşı karşıya kalınmasının nedenleri üzerine de bilgiler aktaran Prof. Dr. Akgün; “Aslında İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’nin uluslararası alandaki konumu yakından incelendiğinde gerçeği görebiliyorsunuz. İkinci Dünya Savaşının hemen ardından, iki kutuplu bir dünya kurulurken, Sovyetler Birliği’nin tehdidi nedeniyle Türkiye, Batı dünyasının içinde yer aldı.1945 yılı öncesinde nispeten daha bağımsız, daha nötr bir dış politika izliyorduk. Doğu batı arasında ne Sovyetler Birliği’ne ne de batıya tamamen teslim olmayan daha aktif tarafsız bir dış politika izliyorken, Sovyetler Birliği’nin topraklarımıza göz dikmesi, boğazların yeniden birlikte idare edilmesine yönelik bir takım talepleri ve tehditleri nedeniyle Türkiye, Batı dünyasının içinde yer almayı seçti. Bu rasyonel bir tercihti ve o dönemde hangi hükümet olsaydı belki aynı tercihi yapardı. Nitekim NATO’ya bizi sokan anlaşmaların meclisteki oylamasına baktığımız zaman, meclisteki oylamada tek bir hayır oyu bile yoktur. Sağ ve sol kavramlar içerisinde ifade edilen partilerin hiçbiri hayır oyu vermemiştir. Bu rasyonel bir tercihti ve Türkiye ciddi bir devlet olarak samimi bir şekilde Batı ittifakına ve güvenlik ittifakına inandı, hizmet etti” dedi.
Kıbrıs sorununa vurgu yapan Prof. Dr. Birol Akgün, 1960 darbesine değinerek çok ciddi bir askeri tasfiyenin olduğunu ifade etti. Konuşmasının devamında, NATO Konseptinin Türkiye’yi de kontrol etmek için kullanılan bir kamuflaj haline birileri tarafından getirilmeye başlandığını görüyorsunuz diyen Prof. Dr. Akgün; “ Hâlbuki bu yapı öncelikle ülkemizin milli güvenliği için gerekli olan bir yapıydı. Türkiye buna inanarak girdi. Daha sonraki süreçlerde bunun sadece ordular arasındaki bir ittifak olmadığını orduların dışında kalan sivil alanda da NATO’nun, insanları, toplumu bir şekilde kendisinin kontrolü altına alacak yapılar kurduğunu anlamaya başladık. Bu özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemde İtalya’daki bir takım Gladio gibi yapıların Türkiye’de de yayılmaya başlamasıyla anlaşıldı” dedi.
Prof. Dr. Akgün konuşmasını; “Çok katmanlı bir vesayet sistemi diyebileceğimiz askeri anlamda, örgütsel anlamda, siyasi anlamda ve toplumsal anlamda, bu sisteminin toplumsal uzantısı olarak FETÖ’yü düşünmenin daha doğru bir analiz olduğunu söyleyebilirim. FETÖ yapılanmasının eğitim işiyle başlayıp 1990’lı yıllara kadar daha çok Türkiye’de eğitim vermek üzere okullar, eğitim kurumları, yurtlar açtığını ve çok ciddi sayıda öğrenci yetiştirdiğini biliyoruz. 1990 sonrası dönemde Soğuk Savaş bitip de iki kutuplu dünya sona erdiğinde Türkiye’nin uluslararası alandaki imkân ve kapasiteleri artmaya başladı” diyerek devam ettirdi.
FETÖ’nün uluslararası alana açılmasının esasen 1990 sonrası dönemde jeopolitik bir takım hesapların parçası olarak yapıldığını ifade eden Prof. Dr. Akgün; 2016 yılında Darbeler Araştırma Komisyonuna, Milli İstihbarat Teşkilatının sunmuş olduğu rapor hakkında da bilgiler verdi. 160’dan fazla ülkede farklı yapılarda örgütlenmenin olduğunu belirten ve bunu sadece eğitim ayağıyla sınırlandırmanın doğru olmayacağını da vurgulayan Prof. Dr. Akgün; “ Adını anmak istemediğimiz birçok sivil toplum kuruluşu ve insani yardım kuruluşlarından, dayanışma işini organize edenlere kadar çeşitli kuruluşlar olduğunu da biliyoruz” dedi. Prof. Dr. Birol Akgün, FETÖ’nün, batıni gelenek içinde kökleri eski medeniyetler arasında mazlum insanların kanına girmiş olan ve birçok suikast düzenleyen haşhaşiliğe kadar gidebilecek olan farklı bir yapısı olduğunu vurgulayarak bu tür yapıların istihbarat kuruluşu ve kült hareketi olarak görüldüğünün de altını çizdi.
Türkiye’nin 15 Temmuz’dan sonra yeni bir döneme girdiğini belirten Prof. Dr. Birol Akgün; "Özellikle bizim güvenlik sistemimiz açısından dışa karşı hep Suriye'den mi DEAŞ'tan mı PKK'dan mı tehdit gelecek derken içimizde başka PKK ve DEAŞ'lılar olduğunu keşfettik. Millet ve devlet olarak büyük bir temizlik harekâtı ortaya çıktı. Eğer 15 Temmuz olmasaydı ve özellikle güvenlik kurumlarımız içindeki temizlik harekâtı olmasaydı, biz farkına varmadan uyuşturulmuş bir millet olarak çok güçlü bir güvenlik sistemine sahipmiş gibi görünürken aslında bizim bilgilerimiz güvenlik yapılanmalarımız, stratejilerimiz birilerinin eline gitmiş olacaktı. Uluslararası istihbarat kuruluşlarına hizmet eden bir güvenlik yapılanmasıyla karşı karşıya kalacaktık” dedi.
15 Temmuz'dan sonra temizlik harekâtı olmasıydı DEAŞ'a karşı Cerablus'taki operasyonun yapılamayacağına dikkati çeken Prof. Dr. Akgün; "Zeytin Dalı operasyonunu yapamazdık, Barış Pınarı operasyonunu yapamazdık. S-400'leri alamazdık, kendi güvenliğimiz açısından, 'Mavi vatan' dediğimiz Akdeniz'deki Doğu Akdeniz hâkimiyetini ve geleceğine ilişkin o hamleleri yapmazdık. Libya'daki son zamanlardaki yapmış olduğumuz anlaşma ve edinmiş olduğumuz yeni kazanımları edinemezdik. Şimdi Ayasofya'nın açılmasını konuşuyoruz. Aslında bunlar, tamamen birbirinden bağımsız konular değil. Her Milli Devletin temel varoluş gerekçesi kendi güvenliğini garanti altına almaktır. Bağımsız, egemen davranabilen bir dış politika geliştirmektir” dedi.
2015 ve 2016 yılındaki İstanbul, Ankara'daki büyük terör hadiselerinin ya da Hendek mücadelesi diyebileceğimiz Güneydoğu'daki gelişmelerin birlikte düşünüldüğünde Türkiye'nin büyük tehlike altında olduğunu aktaran Akgün, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Eğer biz Suriye'deki sınır boylarında PKK, DEAŞ ve benzeri terör örgütlerinin kontrolünü ortadan kaldıran bu operasyonları yapmasaydık emin olun Suriye'nin kuzeyinden PKK koridoru, Suriye'nin özellikle Irak'a yönelik kısmında bugün YPG ve PKK'nın kontrol ettiği alanda özerk bir yapı ve yine Kuzey Irak'taki yapıyla birleştirip arkasından biz bugün, bu operasyonları değil, Diyarbakır ve benzeri illerdeki belki büyük isyanları konuşuyor olacaktık. Orada o yapıların kurulmasına izin verirseniz, içeriye doğru ödem yapar. Nitekim PKK konusunun 2015-2016'da terör olaylarının artmasında bu yapı var. Güvenlik çemberini dışarıya kurarak içeriye ödem yapmasına izin vermiyorsunuz. Türkiye'nin Suriye operasyonları aslında bununla ilgili."
FETÖ’nün büyük çoğunluğu Amerika Birleşik Devletlerinde olmak üzere dünya genelinde yaklaşık 700 okulu olduğunu ifade eden Prof. Dr. Birol Akgün, bunların yaklaşık 4’te 3’ünün FETÖ kontrolünden çıktığını var olanların da çok zorlukla ayakta kalabildiğini ifade ederek FETÖ’nün insan ve finans gücünün oldukça azaldığını ifade etti. Prof. Dr. Birol Akgün bunun nedenini ise Türkiye ile olan bağın tamamen kesilmiş olması olarak belirtti. Prof. Dr. Birol Akgün Türkiye’nin FETÖ okullarını kapatmak için yoğun bir çaba yürüttüğünü de sözlerine ekledi.
Toplamda 322 Maarif Vakfı Okulunun bulunduğunu ifade eden Prof. Dr. Birol Akgün, 43 ülkede eğitim faaliyetleri yürüttüklerini ve 40 bine yakın öğrencilerinin bulunduğunu da aktardı.
“Türkiye çalışan, üreten ve ticaret yapan bir ülke. Yaptığımız işlerin yarısı yurt dışı ile kurulan sağlam ekonomik işlerden kaynaklanıyor” diyen Prof. Dr. Birol Akgün, dil bilen ve yetişmiş insanlara ihtiyacımız olduğunu vurguladı ve Prof. Dr. Birol Akgün, uluslararası okulların bu yönüyle çok değerli olduğunu ifade ederek uluslararası yaygın eğitim anlamında dünyada ilk beş arasında olduğumuzun da altını çizdi.
“Maarif Vakfı olarak büyüyen Türkiye’nin uluslararası insan unsurunu destekleyen bir kurumuz” sözlerini kullanan Prof. Dr. Birol Akgün, “Yükselen Türkiye’nin, Türk insanının küresel anlamda evrensel değerlerle buluşturup kaynaştıran, dünya ile Türkiye arasında ilişkileri pekiştiren bir eğitim kurumu olmak vizyonumuz var” ifadelerini kullandı.
Prof. Dr. Birol Akgün sözlerini, “15 Temmuz gecesi Türk insanı, işgale karşı durdu” sözleri ile sonlandırdı.
Etkinlik Sonunda Rektörümüz Prof. Dr. Muhsin Kar tarafından, Türkiye Maarif Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Prof. Dr. Birol Akgün’e hediye takdimi gerçekleştirildi.