Gezi Parkı İsyanı, Cumhuriyet mitinglerinde istenen etkiyi yakalayamayanların sivil darbe girişimlerinin Gezi Parkı'nda karşılık bulduğu bir eylemdi. Yabancı televizyon kanalları yaşanan olayları yedi gün 24 saat canlı yayınladı. Başbakanlık Ofisi olarak kullanılan Dolmabahçe Sarayı'na baskın girişimi yapıldı, “hükümet istifa" talepleri Gezi eylemcilerinin sloganı haline geldi. Gezi Parkı İsyanı 20 günün ardından 270 milyon maddi zarar bırakarak sonlanmış oldu.
Gaz maskesi modası
Gezi Parkı kısa sürede sadece iktidarla çekişmeye giren gazetecilerin değil, şarkıcı, oyuncuların da uğrak yeri haline geldi. Gün gün “occupygezi" hastagıyla atılan tweetlerle hayranlarını da parka davet eden bu isimlerin gaz maskeli fotoğrafları magazin eklerini süslemeye başladı. Artık gelinen noktada, Gezi'ye gitmeyen sanatçılar “iktidar yalakası" olmakla tehdit ediliyor, 'gaza' gelip gidenler ise iş bulamadıklarını söyleyerek, direnişten nasıl mağdur olduklarını anlatan röportajlar veriyordu.
31 Mayıs'ta Mehmet Ali Alabora “Mesele sadece Gezi Parkı değil arkadaş, sen hâlâ anlamadın mı?" diye sorarak belki de bu cephenin en açık adımını atan ilk isim oldu. Levent Üzümcü “Kendi ülkenin merkezinde olup bitenden yabancı basından haberdar olmak. Bu utanç bizim" derken, Cem Yılmaz “Ağaçtan yanayız sopadan değil" yazıyor, Kenan Doğulu canlı yayına “#geziparki" tişörtüyle çıkıyordu.
Yönetmen Onur Ünlü ve dizisi “Leyla ile Mecnun" ekibi TRT'den sansüre uğradığını açıklayarak ayrıldı. Muhteşem Yüzyıl'ın oyuncuları Gezi'den fotoğraflar paylaşıyor, Meltem Cumbul, Halit Ergenç, Rıza Kocaoğlu, Şafak Sezer, Nihat Doğan Taksim'i öven mesajlar atıyordu. Atilla Taş, Nejat İşler, Şebnem Sönmez, Levent Üzümcü sonrasında burada yaptıkları kariyerle “yazar" oldu.
Parka destek vermediği için eleştirilen Hülya Avşar kendini “Gösteri yaparak durumdan yararlanmayacağım. Siz de buna saygı duyacaksınız sevgili demokrasiden bahsedenler" diyerek savunmak zorunda kaldı.
Cihangir kahvesi direnişleri
Sanatçıların yüzeysel mesajlarının yanında köşe yazarları daha derinlikli bir kurguyu inşa etmeye başladı. Gezi Parkı işgal edildiğinde Ece Temelkuran bunu şu tweetle duyurdu:
“1. Raund alındı. Maç yeni başlıyor. Devleti anlayışlı bir amca sanmayın. Bu gece Taksim'i yalnız bırakmayın."
Bir gün önceki tweetinde de şöyle diyordu:
“Dünyaya rezil olmuyoruz, biz bugün onurumuzu kurtarıyoruz ve dünya hayranlıkla, heyecanla bizi izliyor."
Temelkuran haklıydı. Gezi ve Taksim'de olan olaylar CNN International ekranlarında günlerce boy gösterdi. Buna karşın CNN Türk'ün haber akışı dışında Penguen belgeseli yayınlaması da eylemcilerin hedefi haline gelmesiyle sonuçlandı. Olayları izlemek için giden canlı yayın araçları parçalandı, NTV'nin bir canlı yayın minibüsü yakıldı. Eylemciler için bunlar sadece “kontrolsüz öfke"den ibaretti. Can Dündar ve Ruşen Çakır daha önce çalıştıkları kanalın yakılmış aracı önünde poz vermeyi ihmal etmedi.
Her şey bittiğindeyse, ataların tabiriyle herkes evine döndü. Aslı Aydıntaşbaş örneğinde olduğu gibi:
“Gezi olayları yatışıyor, şimdi sanırım Etiler valeleriyle mücadeleye geri dönebilirim. Mücadele alanı Nispetiye."
İsyankar çocuk Emrah Serbes
Edebiyatçılar da parka romantik anlamlar yükleyenler arasındaydı. Dozu sıkça kaçıran Emrah Serbes gibiler, Beşiktaş'ta Çarşı grubuyla beraber polise taş atanlara da karıştı. Ahmet Ümit “İstanbul'un ortasında zulüm elini kolunu sallaya sallaya geziyor. Doğayı savunanlar insan eliyle işkence görüyor. Bunlar unutulmayacak" diyordu. Metin Üstündağ'ın “Direnince çok güzel oluyorsun Türkiye" sözü eylemcilerin mottoları arasında yerini aldı. Parkta Cihangir kahvesi entelleri hâkimiyet kurarken, yaşananlarla arasına mesafe koyan yazar ve gazeteciler hızla “Karşı cephe" olarak nitelendi, öncesinde birlikte az da olsa bir araya gelebilenler bir daha yan yana duramayacak kadar ayrı düştü. Muhafazakâr yazarlar “kıt akıllı, çıkarcı, hesapçı, kifayetsiz, şerefsiz" hakaretlerine muhatap oldu.
Uluslararası lobi de iyi çalışmıştı. Paulo Coelho “Kendimizden utanalım, Türkiye'de protestoculara kullanılan biber gazı Brezilya malı" açıklamasını yaptı.
Müslüman tipi eylemci
Gezi Parkı olaylarının ağır faturalarından biri de medyaya çıktı. Henüz olaylar şiddetlenmeden Hürriyet “Gezi Parkı'nda Yakma Timi" haberiyle çıkmış, Ayşe Arman Mustafa Alabora'yla “AK Parti'ye oy verenlerin de bu ağaçlara sahip çıkması" gerektiğini anlatan bir röportaj yapmıştı.
Sırrı Süreyya Önder ilk günlerde eylemin yıldızıydı. Park nöbetinde orada olan, buldozerlere karşı yaptığı konuşmayla birinci sayfalara çıkan Önder ilerleyen günlerde sessizce sahneden çekildi. Bugünün HDP'si BDP milletvekilleri İmralı'dan aldıkları talimatla Park'a mesafeli durmaya çalıştı.
Star 1 Haziran'da “Taksim Kaosu" manşetini attı. Yeni Şafak'ın seçtiği başlıksa “Bu öfkeyi kim yönetiyor"du. Sabah “Gaz Kesildi Sis Dağıldı" derken, Zaman “Mahkeme, Gezi Parkı'nda Yürütmeyi Durdurdu" diyordu. Doğan Medya Grubu'nda Gezi Olayları'nda ön plana çıkan gazete Radikal'di. 10 gün boyunca parktan haberlere yer veren gazetenin 2 Haziran manşeti “Nihayet Sağduyu"ydu.
10 günlük süreçte “Eylemci Müslüman" tipi de piyasaya sürülmeye çalışıldı. “Mülk Allah'ındır Sermaye Defol" sloganıyla ortaya çıkan İhsan Eliaçık “Gezi imamı" olarak nam saldı. Eliaçık birbiri ardına “Samsun'dan yeni döndüm. Havaalanından bu yana kimi gördümse Tayyibe küfrediyor. Taksiciler burnundan soluyor", “Bu hareket muktedirin burnunu yere sürtme olayıdır. Bir halk ayaklanmasıdır. Küstahlık derecesinde kibirlenmişti. Neymiş gör", “Başörtülülere saldırıldığı haberi çaresizlikten zavallı bir yalan. Taksim'de antikapitalist Müslüman olduğu yere gidin omuz omuzalar" tweetleri atıyordu. Cuma namazları, Mevlüt Kandili kutlaması, iftar sofralarıyla “Müslüman bir imaj" kurgulayan Eliaçık, sonrasında Karşı Gazetesi'nin kurucu ekibi arasında yer aldı. Kimi zaman yazdığı yazılarla “gerici" olarak nitelenen Eliaçık için şimdi bulunduğu mahallede sık sık günah çıkarması elzem.
Kesin bilgi, yayalım mı?
En ağır sınav sosyal medyada verildi. Hashtagler havada uçuştu, yabancı kanallardan yardım istendi, taraflar karşılıklı mesajlarını sosyal medyadan duyurdu, yanlış haberlerin yaygınlığı yüzünden sosyal medya güvenilir bir kaynak olmadığını bu süreçte gösterdi. “Kesin bilgi yayalım" notuyla yayınlanan çoğu tweet yalan çıktı. “Panzerle ezilen gençler, polisin gerçek mermi kullanması, Çarşı grubunun bir tomayı ele geçirmesi, eylem 48 saat daha devam ederse Anayasa Mahkemesi hükümeti düşürebilir" haberlerinin yalan olduğu ancak 5 gün sonra ispatlanabildi.
Gezi'nin okunmayan kütüphanesi
Gezi Parkı Türkiye tarihine sivil bir darbe girişimi olarak geçse de, o süreci yaşayanlar, bu zamana anlamlar yüklemekten, o günlerden sanatsal bir içerik çıkarmaya çalışmaktan geri kalmadı. Parkta olaylar bitmeden raflara düşen kitaplar, fotoğraf albümleri, park için yazılan şarkılar ve bundan hareketle çıkan tiyatro olayları, filmler.
Bir rafı dolduracak kadar hızlı çıkan kitapların çoğu ikinci baskıya geçemeden unutuldu. Yeni bir dil, yeni bir kalkışma olarak nitelenen ne varsa, birinci yıl dolmadan silinmişti. Büyük umutlarla başlayan, “2000'li gençlerin 68 isyanı" olarak görülen, sosyal medyayla etkisini arttırması beklenen hareketin enerjisi erken bitti.
“Biz Orada Mutluyduk" Müge İplikçi, “Türkiye'yi Sarsan Otuz Gün: Gezi Direnişi" Emre Kongar-Ahmet Küçükkaya, “Gezi Parkı Çocukları" Taner Özek, “Y Kuşağını Anlamak: Bir Gezi Parkı Araştırması" Dr. Hüseyin Kömürcüoğlu, “Yeryüzünün Asi Çocukları: Gezi Parkı Direniş Yazıları" Akın OK, “Gezi Parkı Olayları: İnsan Hakları Hukuku ve Siyasi Söylem Işığında Bir İnceleme" İdil Elveriş, “Anneme Gezi Parkı'nda Olduğumu Söyleme O Beni Okulda Sanıyor" Kollektif bu kitaplardan bazıları.
Cemaat'in muhalif olma imtihanı
Gezi Olayları süresince eleştirel ama mesafeli tavrını koruyan Zaman Gazetesi ve Cemaat medyası, 17 Aralık sonrasında yaklaşmaya çalıştığı yazarların hedefi oldu. O günlerde yazarlarca atılan tweetler, yazılar hatırlatıldı, muhalefete geçme çabaları dalga konusu oldu.
7 Haziran'da Fethullah Gülen'in yaptığı açıklama bu ikircikli tavrın ilk sinyaliydi. Açıklama iki taraf için de benzer bir mesafe kurmayı deniyordu:
“Bir haksızlığı bastırmak için elli türlü haksızlık yapıyoruz. Yol peygamberlerin, evliyanın, asfiyanın yoludur. O yolu takip edemediğimiz için başa çıkamıyoruz problemlerle gördüğünüz gibi. Bir yerde bir haksızlığı bastırmak için elli türlü haksızlık yapıyoruz, elli türlü zulme giriyoruz. Kinleri, nefretleri körüklüyoruz…. Kimler o çocuklar? Hak davası değil o. Hak davası olsa, bir yerde toplanırlar, duygularını dile getirirler. İnsanca ayrılır giderler. Madem seçim sandıkları var; onu millete emanet ederek, sandığa havale ederek, orada o mevzuda ciddi gayret sarf ederler, çalışırlar. Ayakları altlarına gelmeden, gece gündüz koşturur dururlar; insanları ikna ederler. 'Şunu beğenmiyoruz, bunu beğenmiyoruz' derler."
Tarih affetmedi. Bunun örneğini de Mehveş Evin-Tarık Toros diyalogundan verelim:
“Bugün 'suçlanan' @TarıkToros gibi bazı meslektaşlarımız, bizi Gezi'de provokatörlük yapmakla suçlamıştı. Olsun, seni de savunacağız Tarık."
Kararsızlar cephesi
Bunlar madalyonun bildiğimiz yüzü. Olaylar başlar başlamaz yaşananların bir kurgudan ibaret olduğunu fark edenlerle, bir süre sessiz kalmayı bekleyip gidişata göre tepki verenler için 31 Mayıs'tan sonrası bir pelür kağıdı.
İlk günün bulanık havasında ne olacağını sezemeyenlerin Gezi üzerine yazdıkları ortaya yalnızca bir kafa karışıklığı/ analiz için bekleme anlamı taşımıyor. Akışa göre nasıl ilerlediklerini de gösteriyor. Gezi Parkı'nda ilk günler fazla çıkan sesin bulduğu karşılık, marjinal grupların payı görünür oldukça azaldı. Yavaş yavaş değişen yazılar, atılan tweetler ilk günler iktidarı sağduyuya çağıran bir üslup taşıyordu.
Şu anda bir darbe girişimi olarak nitelenen, ismi geçen yazarların da defaatle yazılarında böyle nitelediği Gezi Parkı Olayları'nın üçüncü yılında o günlere yeniden döndük.
İsmet Özel'in “Waldo Sen Neden Burada Değilsin?" kitabına ismini veren hikâyeyle bitirelim, çünkü bu dosya biraz da bu sorudan hareketle yazıldı: Siz neden burada değildiniz?
“Amerika'da Meksika'yla yapılan savaşı protesto etmek için ödemesi gereken 1 dolarlık seçmen vergisini ödemeyip 1 gecelik hapse düşen Henry David Thoreau'nun ziyaretine çok sevdiği dostu gelir.
Kendisinden 14 yaş büyük olan ve birçok özgürlükçü düşünceyi kendisiyle paylaşan Raplh Waldo Emerson, telaşla arkadaşını görmek üzere onun hücresine girdiğinde aralarında şöyle bir konuşma geçer:
- Henry, neden buradasın?
- Waldo, sen neden burada değilsin?"