Aralarında muvazzaf askerlerin de bulunduğu 357 kişi hakkında "askeri gizli bilgi ve belge bulundurma" suçlamasıyla açılan davanın sanıklarından Başbuğ, gözaltına alınan birçok kişinin evinde kendilerine ait olmayan ya da içeriği sonradan değiştirilmiş deliller bulunduğunu, bu delillerin haklarındaki davanın temelini oluşturduğunu söyledi.
Kendisine ait, içinde sadece müziklerin bulunduğu hard diskin değiştirildiğini ve sözde askeri bilgileri içeren belgelerin konulduğunu savunan Başbuğ, davaya bakan İzmir 5. Ağır Ceza Mahkemesinin talebi üzerine hard diskte DNA incelemesi yapıldığını ve Adli Tıp Kurumunun hazırladığı raporla DNA'nın kendisine ait olmadığını belgelediğini hatırlattı.
Sanıklardan Meryem Bağcı'nın Ankara'daki evinde ele geçirildiği iddia edilen hard disk ile kendi evindeki hard diskte aynı erkeğin DNA'sına rastlandığına dikkati çeken Başbuğ, DNA'nın kime ait olduğunun ortaya çıkarılması için İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına başvurduğunu, bu kapsamda başta Fetullah Gülen olmak üzere Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması operasyonlarında tutuklanan, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılan ya da yurt dışına kaçan bütün polis, savcı ve hakimlerden DNA örneği alınmasını ve bu örnekle karşılaştırılmasını talep ettiğini anlattı.
Coşkun Başbuğ, herkesin yaptıklarının hesabını vereceğini belirterek, "Erişilmez, ulaşılmaz zannettiklerimiz yargı önüne çıktı. En ufak şüphem yok, Fetullah Gülen de gelecek, yaptığının hesabını verecek" diye konuştu.
Başvuru dilekçesindeki ifadeler
Başvuru dilekçesinde, "fuhuş ve askeri casusluk" adıyla bilinen dava kapsamında sözde "terör örgütü kurmak, yönetmek ve örgüte liderlik etmek" iddialarıyla 10 Mayıs 2012'de gözaltına alındığını ve tutuklandığını ifade eden Coşkun Başbuğ, insanlık onurunu ayaklar altına alan yüzlerce asılsız iddia ve iftirayla örgüt elemanlarınca oluşturulan sahte deliller nedeniyle 2,5 yılı tutuklu olmak üzere 4 yıldır yargılandığını kaydetti.
Başbuğ, dilekçesinde "Davaya konu iddianame, insan aklının alamayacağı sayısız yalan, iftira ve sahte delillerden oluşan kirli bir senaryo ve yalanlar yumağıdır. Hakkımda iddia edilen suçlamalara yönelik tutuklamaya ve yargılamaya gerekçe olacak hiçbir delil ve belge olmamasına rağmen, hukuka aykırı olarak aylarca tutuklu bırakıldım, özgürlüğüm ve tüm haklarımdan elimden alındı. Bu yüzden çok büyük maddi ve manevi kayıplara uğradım" ifadelerine yer verdi.
Bilirkişi heyetinin raporunda, dijital deliller üzerinde, el konulan tarihten sonra ekleme, çıkartma ve üzerinde değişiklik yapma işlemlerinin tespit edildiğini, Adli Tıp Kurumunun incelemesinde de Meryem Bağcı ve kendi evindeki aramada el konulan hard disklerde aynı erkeğe ait DNA örneklerine rastlandığını hatırlatan Coşkun Başbuğ, şunları kaydetti:
"Delillerde tespit edilen kimliği belirsiz DNA profilinin son zamanlarda 'paralelci' diye tanımlanan FETÖ'ye ait polis, savcı, hakimlerden birinin DNA profiliyle uyumlu çıkacağına kanaatim tamdır. Davaya konu tüm delillerin FETÖ tarafından sahte olarak üretildiği, üretilen sahte delillerin hedef seçilen kişilerin evine ya da iş yerine kasıtlı konduğu, tüm delillerin hukuka aykırı işleme tabi tutulduğu, dijital delillerle el konulduktan sonra silme, değiştirme, ekleme yapılarak oynandığı, tüm bu hukuk dışı eylemlerin başta şahsım ve tüm sanıkların davanın başından beri haykırdığı gibi FETÖ tarafından dış güçler adına devleti ele geçirmek ve mevcut iktidara darbe yapmak üzere yapıldığı net olarak anlaşılmaktadır."
Parmak izi ve DNA örneği talebi
Mahkemeye delil olarak sunulan kendisine ait hard diskin içeriğinin değiştirildiğini vurgulayan Başbuğ, Adli Tıp Kurumunun başka bir erkeğe ait DNA örneğine ilişkin raporunun da iddiasını desteklediğini belirtti.
Gerçeğin ortaya çıkarılmasını isteyen Başbuğ, dilekçesinde "Bulunan DNA profilinin kime ait olduğunun tespit edilmesi için örgüt mensupları ile yurt dışına kaçmış diğer örgüt mensupları ve bu örgüte liderlik eden Fetullah Gülen'e DNA ve parmak izi incelemesi yapılmasını talep ediyorum" ifadelerini kullandı.
Coşkun Başbuğ, örgüt mensubu kişiler hakkında sahte delil üretmek, hırsızlık yapmak, gizli belge temin ederek casusluk yapmak, fuhşa göz yummak, fuhuş ve yasa dışı iş yapan kişilerle iş birliği yapmak ve fuhşa aracılık etmek suçlarından kamu davası açılmasını istedi.
Olayın geçmişi
TMK 10. maddesiyle görevli savcı Zafer Kılınç'ın "askeri gizli bilgi ve belgeleri ele geçirme, bulundurma" suçlamasıyla 49'u muvazzaf asker 357 sanık hakkında hazırladığı iddianamede, sanıklar hakkında 2 yıl ile müebbet hapis arasında değişen cezalar istenmişti.
İddianamede adı geçen 831 mağdurdan, aralarında devlet memuru, asker ve MİT mensubunun da bulunduğu çok sayıda kişinin suç örgütü tarafından fişlendiği iddia edilmişti.
Örgüt lideri olduğu iddiasıyla suçlanan marina işletmecisi Bilgin Özkaynak ile Narin Korkmaz hakkında, "suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, kişisel verileri kaydetmek, devletin güvenliğine ilişkin belgeleri temin etmek" suçlarından müebbet ve dokuzar yıl, sanıklar arasındaki Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanı Koramiral Veysel Kösele hakkında da "suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak, yasaklanan bilgileri temin etmek" suçlamasıyla 2 ila 6 yıl hapis cezası talep edilmişti.
İzmir 12. Ağır Ceza Mahkemesinde 16 Nisan 2013'te görülmeye başlanan davada bugüne kadar 44'ü Bursa 6. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından olmak üzere tutuklu 69 sanık tahliye edilmişti.
Özel yetkili mahkemelerin kaldırılmasına ilişkin düzenlemenin ardından davanın İzmir 5. Ağır Ceza Mahkemesinde görülmesi kararlaştırılmış, 5'i asker 10 tutuklunun da bu mahkemece tahliye edilmesiyle 357 sanıklı davada tutuklu kalmamıştı.
Milli Savunma Bakanlığının 20 Ekim 2014'te görülen duruşmadaki müdahillik talebi, "suçtan zarar görme ihtimali bulunduğu" gerekçesiyle kabul edilmişti.
Son duruşması, 23 Ekim 2015'te gerçekleştirilen davanın görülmesine yarın devam edilecek.