Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığınca, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması'nın (FETÖ/PDY) 25 Aralık soruşturması kapsamında usulsüz dinleme yapmasına ilişkin hazırlanan iddianamede, örgüte mensup olan şüpheli hakim ve savcıların, ABD'de yaşayan örgüt lideri Fethullah Gülen'in talimatıyla kanunen kendilerine verilen yetkileri cebir ve tehdit vasıtası olarak kullanıp, hükümeti düşürmeyi hedefledikleri belirtildi.
Bakırköy Cumhuriyet Başsavcıvekili Ömer Faruk Aydıner tarafından hazırlanan iddianamede, 15 Temmuz'da silahlı kuvvetler içerisinde yapılanan FETÖ'ye mensup görevlilerin, Türkiye'de yüzlerce insanı öldürüp, binlerce insanın yaralanmasına neden oldukları, Türkiye Cumhuriyet Hükümeti'ni yıkma teşebbüsünde bulundukları, anayasal düzeni ihlal ettikleri, böylece "silahlı terör örgütü" kurduklarının da tüm halkın şahitliğinde ispatlandığı aktarıldı.
Şüpheliler Muammer Akkaş, Süleyman Karaçöl ve Menekşe Uyar'ın haklarında dava açılan kolluk mensupları ile eylem ve fikir birliği içerisinde hareket ettikleri belirtilen iddianamede, "Fetullah Terör Örgütü'nün talimatıyla örgüte mensup olan şüpheli hakim ve savcıların, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünde çalışan ve de haklarında benzer konulardan dava açılan şüphelilerle birlikte, ABD'de yaşayan örgüt lideri Fethullah Gülen'in talimatıyla kanunen kendilerine verilen yetkileri cebir ve tehdit vasıtası olarak kullanıp, hükümeti düşürmeyi hedefledikleri" anlatıldı.
Şüphelilerin kurgu dosyalarının içeriklerini, operasyonlar öncesi medyaya vererek olumsuz algı oluşturdukları vurgulanan iddianamede, şüphelilerin kanunlarda bulunan görev tanımları ile yönetmelikleriyle belirlenen sorumlulukları ve görev alanlarının dışında ortak bir irade sergileyerek tabi oldukları hiyerarşik yapının ve bilinen normların dışında bir yapı oluşturdukları kaydedildi.
İddianamede, şüphelilerin bu yapının içerisinde devlet bilgi sistemi haricinde kurdukları program, kurye ve benzeri etmenlerle bilgi akışlarını sağladıkları ifade edilerek, şüphelilerin yürütülen kurgu dosyalarını İstanbul Valisi, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı, Başsavcıvekili ve İstanbul Emniyet Müdürü'nden gizlemek suretiyle Türkiye Cumhuriyet Devleti haricinde, yurt dışı desteğe haiz Fetullahçı Terör Örgütü'nden emir ve talimat aldıklarının tespit edildiği vurgulandı.
Şüphelilerin, yaptıkları işlemlerin usulsüz olduğunu bilecek durumda oldukları halde operasyon sonrası hükümetin düşeceğinden çok emin olduklarından yasalara uymamakta ısrar ettikleri kaydedilen iddianamede, şüphelilerin PDY içerisinden aldıkları talimat ve istekler doğrultusunda hareket ettikleri, kendilerini anayasa ve kanunların üzerinde gören terör örgütü mensuplarının, ulusal ve uluslararası planda kamuoyu oluşturma amaçlı Türkiye aleyhine faaliyet gösteren kurum ya da kişilerle irtibat kurdukları anlatıldı.
Örgüte mensup hakimler Mustafa Başer ile Metin Özçelik'in sorgusu sırasında örgüte mensup bazı hakim ve savcıların Bakırköy Adliyesi'ne geldikleri belirtilen iddianamede, destek için gelen hakim ve savcıların çoğunluğunun hükümet aleyhine soruşturmalarda aktif ya da pasif rol aldıklarına dikkati çekildi.
İddianamede, 17-25 Aralık sürecinden sonra örgütün, hükümeti düşürmek için uğraştığı belirtilerek, "Bunu desteklemek için kendi yayın organları vasıtasıyla günlük olarak dosyaların fezlekelerini yayımladıkları, fezleke içerisinde geçen konuşma tapelerini isim ve kimlik bilgilerini açıkça göstermek suretiyle soruşturmanın gizliliğini ihlal ederek internet ve yazılı basında ifşa ettikleri, sosyal medya platformu olan Twitter'da 'başçalan' ve 'haramzade' ismiyle açılan iki hesaptan örgüt üyelerinin usulsüz olarak elde ettiği ses kayıtlarını seri olarak yayınladıkları ve oluşturulan ortamda hükümetin düşmesine yönelik baskı kurdukları tespit edilmiştir." ifadelerine yer verildi.
Şüphelilerin, hakkında dava açılan kolluk amirleriyle birlikte soruşturma adı altında aslında hakkında fezleke dahi düzenlemedikleri Turgay Ciner'i "şüpheli" sıfatıyla uzun süre dinledikleri aktarılan iddianamede, şunlar kaydedildi:
"Yaptıkları teknik takipler çerçevesinde soruşturmanın yapıldığı zaman başbakan olarak görev yapan Recep Tayyip Erdoğan'ın Ankara'da resmi konutta Turgay Ciner ile yaptığı görüşmeyi baz takibi yapmak suretiyle cell haritasını çıkardıkları ve bu haritanın dosya arasında bulunduğu, yine hakkında herhangi bir takip kararı bulunmayan MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve Başbakan Erdoğan'ın Haliç Kongre Merkezi'ndeki görüntülerini 'uyuşturucu çetesi takip ediyor' adı altında güvenlik kamera görüntülerini temin ederek kayda aldıkları ve soruşturma sonrasında medyaya servis ettikleri anlaşılmıştır."
İddianamede, devletin enerji politikasının gizlilik içinde yürütülmesi gerektiği belirtilerek, henüz açılmış bir ihale bile olmadığı halde Erdoğan'ın Çek Cumhuriyeti'ni ziyareti sırasında yaptığı görüşmelere ilişkin fotoğrafları elde ederek dosyaya koyan şüphelilerin, hükümetin projeleri arasında bulunan termik santrallerin yenilenmesi projesini medyaya sızdırmak suretiyle "siyasal casusluk" yaptıkları vurgulandı.
"Kamu memuru oldukları için diledikleri kişinin telefonlarını dinlediler"
İddianamede, şöyle devam edildi:
"Şüphelilerin, kamu gücünü kullanarak, soruşturmayı kılıfına uydurmak suretiyle mağdurlara ait kişisel bilgi ve verileri ele geçirdikten sonra medyaya servis etmek suretiyle üzerilerine atılı suçu işledikleri, suçun soruşturma evresinde herhangi bir yargı kararı ile sabit olmamasına karşın 2012/656 sayılı dosya şüphelilerinin toptancı bir şekilde suçlu olarak algılanmalarına neden oldukları, bu algının oluşturduğu ortam ile de asıl maksatları olan hükümeti düşürmeye teşebbüs suçunu işledikleri, kamu memuru oldukları için kamu gücünü kullanarak rahatlıkla diledikleri kişinin telefonlarını dinledikleri, fiziki olarak takip ettikleri kişilere ilişkin bütün bilgileri elde ettikleri ve bu bilgileri mensup oldukları terör örgütüne sızdırmak suretiyle paralel medya organlarından kişilere yönelik 'kişilik suikastları' yaptıkları anlaşılmıştır."
"Talepler, şüphelilere denk getirildi"
Şüphelilerin örgüt üyelerinin hiçbir ahlaki değer yargısı olmadığı için ülke yöneticileri, siyasi parti liderleri, Cumhurbaşkanı, Başsavcı, savcı ve hakimlere sinkaflı küfürler ettikleri, Cumhuriyetin kurum ve kuruluşlarını aşağıladıkları belirtilen iddianamede, doğal hakim ilkesine aykırı olarak soruşturmalara ilişkin kararların iddianamedeki yetkisiz şüpheli hakimler tarafından alındığı, sürekli şüphelilere taleplerin denk getirildiği kaydedildi.
İddianamede, dosyada Anadolu Cumhuriyet Başsavcısı Celal Avar'ın, sanatçı Orhan Gencebay'ın, Vali Hüseyin Avni Coş'un ses kayıtlarının tespit edilmesine rağmen haklarında herhangi bir isnatta bulunulmadığı gibi kayıtların suç teşkil etmemesi nedeniyle imhasının yapılmadığı ifade edildi.
Üçüncü kişi sıfatıyla yasal olmayan bir şekilde iletişimleri tespit edilen o dönem Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan ile bakanlar Binali Yıldırım, Ömer Çelik ve Muammer Güler'in uzun süre dinlenildiği belirtilen iddianamede, "Görüşmelerin haklarında hiçbir dinleme kararı olmamasına rağmen mütemadiyen tape haline getirildiği, Başbakan, bakanlar ve yüksek yargı mensupları hakkında soruşturmaların özel şekle tabi olduğu anlaşıldığından onlar hakkındaki tespitlerin derhal Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilerek suç şüphesi varsa, özel soruşturma usullerine göre delil toplama yoluna gidilmediği, suç işlediklerine dair şüphe varsa, derhal onlar hakkında da iletişimin tespiti kararı alınması gerekirken buna tevessül edilmeyerek uzunca bir süre iletişimlerin tespit edildiği belirlenmiştir." denildi.
İsmi geçen tüm şüphelilerin suç örgütünün yöneticisi veya lideri olamayacağı vurgulanan iddianamede, dolayısıyla alınan dinleme kararlarının usulsüz olduğu, soruşturmayı yürüten görevlilerin kasten bütün dinledikleri şüphelileri örgüt lideri gibi göstermek suretiyle kanundaki en uzun dinleme süresi olan 6 ay sınırını aştıkları kaydedildi.
"Usulsüz olarak görüşmeleri kayda aldıkları tespit edildi"
Görevlilerin yaptıkları ortam dinlemeleri esnasında yönetmelik içeriğine aykırı davranarak tutanak tuttukları ve usulsüz görüşmeleri kayda aldıkları vurgulanan iddianamede, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Mali Suçlar Şube Müdürlüğündeki 14 bilgisayarda yapılan incelemede, bilgisayarlardaki bütün verilerin silinerek ve imha edilerek görev yerleri değiştirilen memurlarca devlete ait dijital arşivin yok edilmeye çalışıldığı, ancak yapılan geri dönüştürme çalışmaları sonucunda elde edilen verilerden soruşturmada görev alan polislerin aslında daha çok kişiyi dinlediklerinin tespit edildiği anlatıldı.
İddianamede, yine incelemelerde, henüz dosyada takip edilen şüphelilerin iletişiminin tespitine yönelik yeni kararlar alınmışken ve takip devam ederken alınan bir talimat üzerine dinlemeleri sonlandıracakları ve her ihtimale karşı tarihsiz bir fezleke düzenleyerek savcıya sunacaklarına dair yazışmalar yapıldığının tespit edildiği belirtilerek, şunlar aktarıldı:
"Bu konuşmalardan anlaşılacağı üzere soruşturmanın ne zaman sonlandırılacağına Cumhuriyet savcısı dışında yurt dışından bir yerden gelecek 'abi' denilen bir kişinin karar verdiği, bu yazışmada dinleme yapan görevli polis memurlardan birinini Hakan Şükür'ün kimseye haber vermeden istifa etmesi olayına gerçekten çok sevindiğini, içinin rahatladığını beyan ettiği tespit edilmiştir."
İddianamede, yapılan incelemede, bütün kabine üyelerinin yasal olmayan yöntemlerle dinlenildiğinin belirlendiği kaydedilerek, bu kapsamda Recep Tayyip Erdoğan, Taner Yıldız, Muammer Güler, Beşir Atalay, Faruk Çelik, Erdoğan Bayraktar, Binali Yıldırım, Ömer Çelik, İdris Naim Şahin, Hüseyin Çelik, Mehmet Müezzinoğlu, Hayati Yazıcı, Egemen Bağış, Ahmet Davutoğlu, Veysel Eroğlu, Zafer Çağlayan, Ali Babacan, Sadullah Ergin, Ömer Dinçer gibi isimlerin haklarında hiçbir dinleme kararı olmaksızın üçüncü kişiler üzerinden iletişimlerinin tespit edildiği, konuşmaların suç teşkil etmemesine rağmen tape haline getirildiği kaydedildi.