Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Ergin Saygun, "Bugün Orta Doğu'nun hemen her köşesinde maalesef dini farklılıkların ana motif ve siyasi özelliklerin bir göstergesi olarak kullanıldığı çatışmalar yaşanmakta, bu kavgayı sürdürenler en büyük zararı İslam dinine verdiklerini idrak edememektedirler" dedi.
Orgeneral Saygun, Genelkurmay Başkanlığı Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığına (ATASE) bağlı Stratejik Araştırma ve Etüt Merkezi (SAREM) tarafından Harp Akademileri Komutanlığı Atatürk Harp Oyunu ve Kültür Merkezi'nde düzenlenen "Orta Doğu: Belirsizlikler İçindeki Geleceği ve Güvenlik Sorunları" konulu uluslararası sempozyumun kapanışında konuştu. Orgeneral Ergin Saygun, Orta Doğu'nun yoğun bir geçiş coğrafyası ve önemli bir merkez niteliği taşıdığını belirterek, Orta Doğu'daki petrolün keşfinin ardından 1901 yılında İngilizlerin İran ile 60 yıl yürürlükte kalan bir anlaşma imzalamasının dikkat çekici olduğunu söyledi.
Üç büyük dinin bu bölgede doğduğunu ifade eden Orgeneral Saygun, "Su, enerji ve dinin Orta Doğu'nun kaderi üzerindeki etkisi, yapılacak her türlü değerlendirmede dikkate alınmak mecburiyetindedir" dedi. Orta Doğu'nun barındırdığı dini ve etnik çeşitlilik, zengin petrol ve doğalgaz rezervleri, sınırlı su kaynakları, kontrolsüz silahlanma, ekonomik sorunlar, olgunlaşmamış siyasi yapılanmalar ve totaliter rejimler gibi etkenler ve yabancı güçlerden kaynaklanan dış etkenlerden dolayı siyasal, sosyal, ekonomik ve güvenlikle ilgili çözümler üretmenin ve uygulamanın büyük zorluklar arz ettiği çok güç bir coğrafya olduğunu belirten Orgeneral Saygun, tüm bu olguların bölgeye ilişkin değerlendirmelerde değişken bir zemin üzerinde hareket etme zorunluluğunu ve son derece dikkatli olunması gerekliliğini ortaya çıkardığını ifade etti.
"DİN BİR İÇ DİNAMİK OLARAK..."
Dinin bir iç dinamik olarak bölgeyi şekillendirdiğini anlatan Orgeneral Saygun, günümüze kadar uzanan bir süreklilikle yaşanan ve halen yaşanmakta olan din eksenli çatışma ve savaşların bölgeye zarar vererek dinsel ve etnik kimlikleri farklı olan toplulukları sınırlı bir coğrafya üzerinde birbirine kattığını belirtti.
Saygun sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bu çatışma ortamı söz konusu kimliklerin belirginleşmesinde, ayrışmasında daha da keskinleşerek müteakip bazı çatışmaların nedenlerini teşkil etmede önemli rol oynamış, farklılıkların kolayca istismar edilebildiği sosyal ve siyasal zemini daha da güçlendirmiştir. Günümüzde Orta Doğu hala dünyanın kimlik çeşitliliği en fazla olan bölgelerinden biridir. Sadece Lübnan'da 18 çeşit millet olduğu sempozyumda dile getirilmiştir.
Müslümanlık üst kimliğinin normal olarak birleştirici ve katalizör rol oynaması beklenebilir. Ancak dinin Orta Doğu'da böyle bir rol oynadığını söylemek mümkün değildir. Bu konuda çok fazla örnek bulunmakla beraber, Kıbrıs gibi çok haklı bir davamızda dahi İslam dayanışmasını Türkiye'nin ve Kıbrıs Türkü'nün yanında görmenin mümkün olamadığını hatırlamadan edemeyeceğiz.
Irak'ta çoluk ve çocuğunun nafakasını kazanmaktan başka hiçbir amacı olmayan işçilerimizin, şoförlerimizin acımasızca gene başka Müslümanlarca katledilmesi bu konuda akla gelen diğer bir örnektir. Bugün Orta Doğuda aynı dine mensup kişiler birbirlerini öldürmekte, birbirlerinin ve kendilerinin ekonomilerinde, sosyal hayatlarında, alt yapılarında büyük tahribata ve onarılamaz yaralara yol açmaktadır. Kısacası bugün Orta Doğu'nun hemen her köşesinde maalesef dini farklılıkların ana motif ve siyasi özelliklerin bir göstergesi olarak kullanıldığı çatışmalar yaşanmakta, bu kavgayı sürdürenler en büyük zararı İslam dinine verdiklerini idrak edememektedirler." Orgeneral Saygun, bu durumun aynı zamanda dinin başka amaçlar için kullanılmasının ne derece büyük sıkıntılar, hatta felaketler yarattığının ibret alınacak bir göstergesi olarak ortaya çıktığını ifade ederek, Prof. Dr. Al Soudi'nin Orta Doğu'daki 25 ülkenin 20'sinin Arap olduğunu dile getirdiğini anımsattı.
ARAP ÜLKELERİNİN ROLÜ
Orta Doğu'nun barış, istikrar ve refah içinde yaşamasının sağlanmasında Arap ülkelerinin önemli bir rol oynamalarını beklemenin doğal olacağını dile getiren Orgeneral Saygun, ancak 22 Mart 1945'te kurulan Arap Birliği'nin kendisinden beklenen birleştiriciliği yerine getiremediğini vurguladı.
Arap Birliği ülkelerinin bir çok anlaşmaya imza atmış olmalarına karşın bunların tümünü hayata geçirmelerinin bir türlü mümkün olamadığına işaret eden Orgeneral Saygun, bu ülkelerin arasında etkin bir ekonomik iş birliğinden söz edilemeyeceği gibi savunma alanında da benzer gelişmelerin yaşandığını anlattı.
Son birkaç ay içerisinde Arap ülkelerinin Lübnan konusunda ortak bir tavır sergilediklerinin ifade edilebileceğini kaydeden Saygun, ancak 2007 yılında Riyad'da yapılan 19. Arap Birliği zirvesinde Kral Abdullah'ın Irak, Lübnan, Sudan, Somali'de yaşananlara ilişkin değerlendirmeyi müteakip Arap dünyasıyla ilgili söylediği "Soru şudur;
Tüm bölgede krizleri çözmek için bu kadar zamandır ne yaptık? Suç hepimizin... Bizim Arap milletinin liderleri olarak bitmeyen fikir ayrılıklarımız ve birlikte hareket etmeyi reddetmemiz, Arap milletinin bize olan güvenini, bugününe ve geleceğine dair umutlarını yitirmesine neden olmuştur" sözlerinin dikkati çektiğini belirtti.
"SINIRLAR ÇİZİLİRKEN..."
Orgeneral Saygun, Orta Doğu'da dikkate alınması gereken bir diğer hususun da dış etkenler olduğunu ifade ederek, Orta Doğu'daki sınırların bölgesel dokuyu ve farklı özellikleri yansıtmayan bir yaklaşımla başka menfaatler, beklentiler ve hesaplara göre çizildiğini söyledi. Sınırlara Türkiye açısından bakıldığında 1918 yılında Musul, Bağdat, Basra'nın Osmanlı vilayeti olduklarını, 1923 yılındaki sınırlarda ise Suriye ile olan yaklaşık 600 kilometrelik kısmın Fransa'ya bırakıldığını, bırakılan bu kısımda da Suriye'nin bilinen bütün petrol yataklarının mevcut olduğunu anlattı.
Türkiye'ye Orta Doğu'ya giriş için sadece Habur tarafındaki dar bir geçidin yeterli görüldüğünü ifade eden Saygun, "Buradaki amacı şöyle yorumluyorum: Bu suni sınırı çizmedeki amaç, Türklerin, Osmanlı'nın, o zaman her kimin için yapıldıysa bir daha Orta Doğu'ya geri dönmesini engellemek ve müsaade etmemektir. Sınırlarla ilgili tartışma bugün dahi devam etmektedir. Son zamanlarda tedavülde olan yeni Orta Doğu haritasını hatırlayın, haritanın yayınlanmasından bir ay sonra ABD Dışişleri Bakanı Rice'ın İsrail'in Lübnan'a düzenlediği askeri harekata ilişkin olarak, yeni bir Orta Doğu'nun zamanının geldiğini ve bu harekatı yeni Orta Doğu'nun doğum sancıları olarak tanımladığını hatırlamamız gerekir" diye konuştu.
Orgeneral Saygun, I. Dünya Savaşı sonrasında çizilen bu sınırların, barışa ve bir arada yaşamaya değil, müteakip çatışmalara ve savaşlara kolayca yol açabilecek bir ortam meydana getirmeye daha uygun olduğunun açıkça görüleceğini belirterek "Bugün geldiğimiz nokta, bu değerlendirmemizin haklı olduğunu göstermektedir. Bunlara literatürde "yapıcı istikrarsızlık" veya "yaratıcı kaos" deniyor" dedi.
PKK'YA SAĞLANAN HİMAYE VE DESTEĞE SON VERİLMELİ
Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Ergin Saygun, Türkiye'nin müttefiki olan Avrupa ülkelerinin uluslararası kurallara ve kararlara uygun davranarak bir insanlık suçu olan teröre ve teröristlere sağladıkları himaye ve desteğe son vermeleri çağrısında bulundu.
Orgeneral Saygun, "Orta Doğu: Belirsizlikler İçindeki Geleceği ve Güvenlik Sorunları" konulu uluslararası sempozyumun kapanışındaki konuşmasında Orta Doğu'yu etkileyen dış etkenleri değerlendirdi. Soğuk savaş döneminde NATO'nun kurulmasıyla Varşova Paktı'nın tetiklendiğini ifade eden Orgeneral Saygun, Varşova Paktı'nın güneye inmesine bir önlem olarak CENTO ile doğuya devam eden bir kuşak oluşturulduğunu anlattı.
Buna karşılık Varşova Paktı'nın kuşatıldığını düşünerek NATO'yu Kuzey Afrika ve Orta Doğu ile güneyden sarmaya çalıştığını belirten Orgeneral Saygun, Orta Doğu'nun kendi kontrolü dışında bu stratejik hamlelerin ortasında kaldığını söyledi.
Tarihin tekerrür ettiğini ifade eden Orgeneral Saygun, Orta Doğu insanına yeniden kendisine sorulmadan, fikri alınmadan geliştirilmiş olan çözüm önerilerinin sunulmakta olduğunu söyledi. Avrupa'nın "Genişletilmiş Avrupa" konseptiyle yakın coğrafyaya ilgisinin arttığını belirten Orgeneral Saygun, aynı zaman periyotu içende gündeme gelen "Genişletilmiş Orta Doğu ve Kuzey Afrika Projesi" ve AB'nin komşuluk politikalarının dış güç merkezlerinin bölgeye yönelik niyetleri ve beklentileri açısından önemli ip uçları veren gelişmeler olduğunu söyledi.
Son zamanlarda gündeme getirilen Akdeniz Birliği'nin de aslında 10 yıl önceki bir girişimin yeniden gündeme taşınmasından başka bir şey olmadığını vurgulayan Orgeneral Saygun, Akdeniz Birliği'nin esasen mevcut olan "Barcelona Süreci"nden pek de farkının kalmadığını söyledi.
Orgeneral Saygun şöyle konuştu:
"Burada dikkati çeken bir husus; bir güney ülkesi olarak mevcut dengeleri önemli bir şekilde etkileme potansiyeline sahip bir güç merkezi olan Türkiye'nin, güneyin güçlendirilme çabalarının dışında tutulması ve AB üyeliğine karşı çıkılmasının bazı ülkeler tarafından devlet politikası haline getirilmiş olmasıdır.
ILIMLI-RADİKAL İSLAM
Sempozyumda gündeme taşınan bir başka konuya değinmek istiyorum. Batı; bugünkü kökten dinciliği İslam'ın bir iç meselesi olarak görmekte, sorunun gene İslam'ın kendi içinde çözülmesi için 'radikal İslam'ın karşısında 'ılımlı İslam'ın güçlenmesini savunmaktadır. Ancak bugün gelinen noktada, ılımlılar ve radikaller olarak gruplamanın beklenen sonucu sağlamadığı, tam tersine radikallerin bu yaklaşımdan cesaret ve yürek kazanarak ılımlılardan bazılarını saflarına katarak daha da güçlenmesine yol açtığı görülmektedir.
Tüm bunların yanı sıra bölgeye yönelik çok mahreçli politikaların ekonomik, sosyal ve güvenlik boyutlarının tüm bölgeye cevap verecek şekilde örtüşmemesi, farklı beklentiler ve endişeler yaratarak mevcut çatışma ortamının genişlemesine yol açmaktadır. Netice olarak söz konusu girişimlerin bugünkü durumlarına baktığımızda bir başarıdan söz etmek pek mümkün görülmemektedir."
Avrupa Birliği ile NATO'nun kurumsal şekilde başlattıkları girişimlerini sürdürmeye ve derinleştirmeye çalıştıklarını dile getiren Orgeneral Saygun, ancak bu girişimlerin bölge ülkelerinde beklenen heyecanı yaratmadığının da açık olduğunu vurguladı.
RUSYA FEDERASYONU
Bu noktada Rusya Federasyonu'nun eski dostluklarını canlandırmaya başlayarak bölgeye geri dönmekte olmasının da dikkat çektiğini belirten Orgeneral Saygun, bölgeye doğunun gittikçe artan etkisinin özellikle Şangay İşbirliği Teşkilatı'nın yeni katılımlarla daha da güçlenmesinin Orta Doğu'nun geleceğiyle ilgili yeni dinamiklerin ortaya çıkacağı sinyalini verdiğini belirtti.
Büyük Orta Doğu Projesi veya sonraki adıyla Genişletilmiş Orta Doğu ve Kuzey Afrika Projesi'nin bölge halkının derdine derman olamadığını belirten Orgeneral Saygun, bu projelerin bir sorunlar yumağı ve sorun kaynağı haline geldiğini söyledi.
Devam eden arayış ve tartışmaların ardından "yumuşak güç" tartışmalarından sonra "akıllı güç" kavramının ortalarda dolaştığını ifade eden Orgeneral Saygun, bölge insanının ihtiyaçlarından kaynaklanmayan, sosyal dokularına uymayan, kendilerine bir fayda sağlayıp sağlamayacağı belli olmayan, mevcut devlet yapılarının mesafeli durduğu ve tamamen dış kaynaklı bu tür projelerin beklenen sonuçları vermesinin de zaten mümkün olmadığını belirtti.
Tarihsel süreçte bölgede yaşananların bu tespitin birer kanıtı olduğunu vurgulayan Orgeneral Saygun, başta Irak olmak üzere Orta Doğu'da değişik yeni yönetim ve siyasi yapılanma modellerinin geliştirilmeye çalışıldığının görüldüğünü söyledi.
Orgeneral Saygun, "Bu durumu, Orta Doğu'nun tümü için geçerli olabilecek bir modelin mevcut olamayacağını, bölgeyi şekillendirmeye çalışan güçlerin de anlamaya başladığı şeklinde yorumlamak mümkündür" diye konuştu.
Sempozyum konuşmacılarının, bölgenin modernleşmeyi ıskalamış olduğunu ve bu kadar kaynağa rağmen bir türlü ekonomik eşitsizliklerini gidererek bölge insanının tümüne yansıyacak yaygın bir refah paylaşımının sağlanamamış olduğunu ortaya koyduklarını ifade eden Orgeneral Saygun, aynı zamanda silahlanmaya da çok büyük meblağlar harcandığına dikkati çekti.
1991-2001 yılları arasında bölgede yılda 60 milyar doların silahlanmaya harcandığını belirten Orgeneral Saygun, aynı dönemin tümünde eğitime yapılan yatırımın ise 20 milyar dolar civarında olduğunu söyledi. Bölgeyi ve dünyayı etkileyen terörizmin çok uzun zamandır bölgenin bir özelliği olduğunu vurgulayan Orgeneral Saygun, bölge ülkelerinin gerektiğinde dış desteği de kullanarak, hem kendi içlerinde birbirlerine karşı hem de rakip gördükleri dış güçlere karşı terörü bir silah gibi kullandıklarını, bazen açıkça desteklediklerini, zaman zaman da göz yumduklarını belirtti.
TERÖRE AVRUPA DESTEĞİ
Orgeneral Saygun, "asıl ürkütücü ve bir o kadar endişe verici" olanın bazı ülkelerde ve gruplarda teröre ve terör faaliyetlerine meşruiyet içinde bakılması olduğunu ve dinin de bu yaklaşıma alet edildiğini söyledi.
Bu ülke ve grupların hasımlarıyla olan muazzam güç orantısızlığını bahane ederek terörü meşru bir direniş silahı olarak gördüklerini belirten Orgeneral Saygun, siyasi amaçlarını gerçekleştirmek için teröre başvurmalarının her şeyden ve herkesten çok yine bu ülke ve gruplara, hatta bütün bölgeye zarar verdiğini, uzun vadede yeni çatışmalara ve bölünmelere yol açmaktan başka bir işe yaramadığını ifade etti.
Orgeneral Saygun sözlerini şöyle sürdürdü:
"Özellikle çoğu ülkesiyle müttefik olduğumuz Avrupa'nın bireysel, ülkesel ve kurumsal olarak başta BM Güvenlik Konseyi kararları olmak üzere uluslararası kurallara, AB ve NATO olarak kendi aldıkları kararlara uygun davranmaları ve bir insanlık suçu olan teröre ve teröristlere sağladıkları himaye ve desteğe son vermeleri çağrısını bu vesileyle bir kere daha tekrarlamak istiyorum. Bu bağlamda geçtiğimiz günlerde Türkiye Dışişleri Bakanı'nın konuşma yapacağı bir salona aranmakta olan bir teröristin girmesine imkan sağlayan Avrupa Parlamentosu ilgililerinin bu sorumsuzca davranışını da daha önceki sabıkalarına ilave olarak teröre ve teröristlere sağlanan desteğin somut örneği olarak huzurlarınıza getirmek istiyorum.
Benzer bir gelişme hatırlanacağı gibi, eski Dışişleri Bakanlarımızdan rahmetli İsmail Cem konuşma yaparken salondaki teröristlerin saldırısına maruz kalmıştı. Medeni dünyanın ortak moral değerlerini savunması ve koruması gereken bu tür kurumların teröristlerin cirit attığı makamlar haline gelmesi üzüntü verici ve düşündürücüdür" Bazılarının teröristlerle görüşme yapılmasını bir terörle mücadele yöntemi olarak kabul görmesini savunduklarını ifade eden Orgeneral Saygun, bunu kendisinden daha açık bir şekilde ifade eden ABD Başkanı Bush'un İsrail Parlamentosunda yaptığı konuşmadaki sözlerini aktararak Bush'un "Bazıları sanki dahice bir gerekçeyle onları baştan beri yaptıklarının yanlış olduğu konusunda ikna edebilecekmiş gibi teröristlerle görüşme yapmamızı öneriyorlar. Bu aptalca hayalleri daha önce de duyduk" dediğini kaydetti.
SİLAHLANMA YARIŞI
Orta Doğu'daki güç dengesizliklerinin ve güvenlik çelişkilerinin silahlanmayı artırdığını belirten Orgeneral Saygun, bölgede silahlanmayı kontrol eden herhangi bir güç ve anlaşmanın da bulunmadığını söyledi. Silahlanmayı denetleyenlerle, silahlanmayı teşvik edenlerin aynı güçler olmasının onların çıkarları dışında kararlar alınmasını olanaksız hale getirdiğini belirten Orgeneral Saygun bunun da durumu daha içinden çıkılmaz hale soktuğunu söyledi.
Orta Doğu'da silahlanmanın durdurulmasının yakın gelecekte mümkün olamayacağını ifade eden Orgeneral Saygun, tam tersine silahlanmanın bir yarış halinde devam edeceğinin anlaşıldığını vurguladı. Orgeneral Saygun bu sürecin kitle imha silahlarını daha fazla kapsama istidadı göstermesinin, bölge ve tüm dünya için bir tehdit oluşturduğunu söyledi.
Bu kapsamda geleceğe baktığında içleri ferahlatacak bir öngörüde bulunamadığını ifade eden Orgeneral Saygun, Orta Doğu'nun bir sarmalın içinde savrulduğunu belirtti.
İstikrarlı, refah üreten, demokratik dünyaya entegre bir Orta Doğu görmeyi en fazla Türkiye'nin istediğini anlatan Orgeneral Saygun, "Ancak bölge içinde oluşmuş ve oluşmakta olan kendi dinamiklerinden hareket eden ve bölge insanını hayrına olacak projelere odaklanmış bir belirti de ortada görülememektedir. Çözüm kendi içlerinden çıkmadığı takdirde bölgenin geleceğine yönelik olarak başkalarınca üretilmiş hareket tarzlarını çok küçük pazarlıkla kabul etmekten başka seçeneği olmayacağı açıktır" dedi.
Konuyu Türkiye açısından da değerlendiren Orgeneral Saygun şunları söyledi:
"Türkiye Orta Doğu'yu karanlık oyunlar sonucu kaybetmiştir. Geriye dönüşü de hiç düşünmemiştir. Yıllarca Orta Doğu ve Türkiye dargın yaşamıştır. Orta Doğu Türkiye'nin hem doğulu hem de batılı olma özelliğinden ve batıyla olan irtibatlarından ve kazanımlarından hiçbir şekilde istifade yoluna gitmemiştir. Türkiye mevcut sorunların çözümlenmesi bağlamında bölgenin güvenlik ihtiyaçlarının karşılanmasında önemli katkılar yapma potansiyelini muhafaza etmektedir. Ayrıca bölgeye yönelik politikaları etkileme ve bizzat kendisi politika ve strateji imkan ve kabiliyetlerine sahiptir. Üç kıtanın bağlantı noktasındaki ülkemiz, her üç kıtaya atılım imkanlarını aramak, kendini bulunduğu coğrafyada tutmak için başkaları tarafından yapılmış ve yapılmakta olan düzenlemeleri de aşmak durumundadır. Türkiye'nin hemen yanı başında cereyan etmekte olan ve ekonomik, siyaset ve güvenlik başta olmak üzere bir çok konuda kendisini yakından ilgilendiren ve etkileyen gelişmelere kayıtsız kalmaması jeopolitik özelliklerinin ve ihtiyaçlarının dikte ettirdiği bir mecburiyettir. Bu anlamda öncelikli olarak Türkiye, Orta Doğu ile irtibatını çeşitlendirecek alternatifleri gecikmeksizin çoğaltmak durumundadır. Hem geçmişte hem de bugün yaşananlar bölgenin mevcut yapısı, iç dinamikleri ve dış etkenler birlikte düşünüldüğünde Orta Doğu'nun yakın tarih sahnesindeki kader oyununda senaryonun hep aynı kaldığı, tek değişimin bu oyuna mükerrer bir şekilde girip çıkan aktörlerin rollerindeki küçük farklılıklardan ibaret olduğu görülmektedir. Bu durum ileriye umutla bakmamıza maalesef imkan vermemektedir."
Orgeneral Saygun konuşmasının ardından sempozyum katılımcılarına plaket verdi.