Ege Bölgesi’nde meydana gelen 6,6 büyüklüğündeki depremin yıkıcı özellikleri olduğunu belirten Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Mühendislik Fakültesi Dekanı Jeofizik Mühendisi Prof. Dr. Tolga Bekler, “Baktığımız zaman depremin yıkım özelliği oluşturabilecek nitelikte bir deprem. Özellikle de mühendislik hizmeti almamış binalarda veya belli bir mukavemet göstermiş, zayıflamış binalarda bu tür büyüklükteki depremlerin yıkım özellikleriyle karşılaşmamız muhtemeldir. Depremi üreten fay sistemleri sadece Sisam Adası’nın Kuzeyinde değil, yine aynı zamanda karada da devamı olan belli bir fay sistemleri var, farklı geometrilere sahip. Bakıldığı zaman bunların dönem içerisinde tarihsel ya da aletsel dönem diye tabir ettiğimiz, ölçülebilir niteliklere sahip İzmir çevresi; Aydın, Manisa’da olduğu gibi depremlerle karşı karşıya kalmışız” dedi.
“Ülkemizde her 10 yılda bir gördüğümüz depremlere alışmamız gerekiyor”
Büyük çaptaki depremlerin neredeyse her 10 yılda bir yaşandığına ve bu depremlere alışılması gerektiğine dikkat çeken Prof. Dr. Bekler, “Ege Bölgesi’nin bu hareketlilik kapsamında bizim bu tektonik çerçevede, depremsellik kapsamı içerisinde çok küçük depremleri sıklıkla gördüğümüz, büyük depremleri daha seyrek gördüğümüz bir karaktere sahip. Özellikle Afrika Levhası ile Avrasya Levhası gibi çok büyük devasa levha arasında kalmış Anadolu bloğunun bu sıkışma zonları içerisindeki rahatlama evresinde Ege Bölgesi’ndeki açılma rejimi diye tabir ettiğimiz ve genelde de horst graben sınırlarını oluşturan faylar, bu tip depremleri oluşturabiliyor ve oluşturmaya da devam edecektir. 1970’deki Gediz, 1992’deki yine Seferihisar ya da Manisa depremlerini yaşadık. Maalesef deprem konusunun her 10 senede bir yaşandığı bir ülkede yine benzer depremleri görmeye alışmamız gerekiyor” diye konuştu.
“Ege depremi Marmara’yı etkilemez”
“Büyük depremin hemen ardından daha büyük bir deprem gördüğümüz bir durum değil”
“Kanun ve yönetmelikler ne kadar fazla uygulanırsa risk o kadar azalır”
1999 yılında Gölcük’te yaşanan 7,5 büyüklüğündeki depremden bu zamana kadarki süreci de değerlendiren Prof. Dr. Bekler, “1999 yılına kadar olan depremlerin süreci içerisinde bina ve deprem yönetmelikleri mevcut ihtiyacı karşılayabilecek nitelikte değildi. Bu kadar ciddi anlamda yapısal hasar, ekonomik ve can kaybı yaşamamıştı Türkiye. 1912 Mürefte, 1939 Erzincan, 1967 Mudurnu ve 1953 Gönen depremlerinin olduğu zamanlarda bu kadar fazla nüfus, yerleşik düzen ve yapısal unsur fazla değildi. Dolayısıyla 1999 depreminden sonra meydana gelen tüm depremleri de kapsayan ve bunların etkilerini olabildiğince düşürmeye yönelik kanun, yönetmelik ve yönergeler ne kadar fazla yerinde uygulanırsa bu risklerden o kadar az etkileniriz diye düşünüyorum. Türkiye’nin en büyük eksiliği maalesef eğitimden ve bilimden uzak kalmasıdır. Ne kadar fazla uzak kalırsak, o kadar fazla zarar göreceğimiz aşikar” diye konuştu.