Ergun Yıldırım
Türkiye'de son 15 yıldır yapılan tartışmalarda darbenin artık tarihe gömüldüğü düşünülüyordu. Toplumun ezici çoğunluğu artık Türkiye'de darbe yaparak topluma ve devlete yön vermenin geçmişte kaldığına inanıyordu. Demokrasinin gelişmesi ve toplumun yeni sosyolojisi nedeniyle darbenin olabileceğine hiç kimse ihtimal vermiyordu. Ak Parti iktidarı döneminde Demokratik Açılımlarla yapılan reformlar ile birlikte önemli adımlar atılmıştı. MGK Genel Sekreteri sivil hale getirilmişti. Ordunun darbeye gerekçe yaptığı İç Hizmetler Kanunu kaldırılmıştı, çeşitli devlet organlarında askerlerin yer almasına son verilmişti. Hatta darbeleri soruşturma ve mücadele komisyonu kurularak darbelerle ciddi bir hesaplaşmaya bile gidilmişti. Bütün bunlara rağmen yine de 15 Temmuz günü bir darbe girişimiyle karşılaştık. Devletin ana organları, temel güvenlik merkezleri ve milleti en üst düzeyde temsil eden TBMM bombalandı. Halka kurşun yağdırıldı. Cumhurbaşkanı katledilmek istendi. Sonuçta çok büyük bir darbe tehdidiyle karşılaştı Türkiye. Askeri yapıdaki bütünlüğün sağlanamaması, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kararlı duruşu ve milletin direnişi bu darbe girişimini akamete uğrattı. Türkiye büyük bir tarihsel bunalımdan kıl payı ile kurtuldu.
15 Temmuz darbe girişiminin iki temel dinamizmi olduğunu görüyoruz. Birincisi ordu, ikincisi din. Darbe, ordu aracılığıyla yapılmaya çalışılan ve belli bir din anlayışından beslenen bir hareket olarak ortaya çıktı. Unutmayalım ki Türkiye'de darbe her zaman askerler üzerinden gerçekleşti. Darbe teşebbüslerinin formu ordudur. Anayasal düzeni değiştirmek isteyen, kafasındaki siyasal rejimi cunta yöntemleriyle gerçekleştirmek isteyen çevreler askeri yapıya başvuruyorlar. Neden bunu yapıyorlar? Çünkü ordu, Türkiye'de belli vasıflarıyla öne çıkan bir hareket. Birincisi, toplumdaki en örgütlü kurum. İkincisi, silahlara sahip rakipsiz tek yapı. Üçüncüsü, güvenliği en üst düzeyde temsil eden bir gelenek. Toplum, büyük tehditlerle karşılaştığı ve güvenlik talebinde bulunduğu zamanlarda ordudan medet umuyor. Bu sebeplerden dolayı asker içinde cuntacı gruplar oluşturarak siyasal düzeni kendi tekeline alma çabası içine giren gruplar ortaya çıkıyor. 15 Temmuzdaki darbe teşebbüsünde de yine ordu araçsallaştırıldı. Ordu içindeki cunta ile anayasal düzene el konulmak istendi.
Son darbe girişiminin ikinci önemli hususu belli bir din anlayışına dayanmasıdır. Türkiye'de ilk defa ordu üzerinden dini bir anlayış darbe teşebbüsünde bulundu. Cumhuriyet döneminde darbeler 60 ihtilalinde sol kemalizm, 80 ihtilalinde sağ kemalizm ile yapıldı. Hatta 28 Şubat light darbesi de sol Kemalist vasıflar taşıyordu. Ancak son darbe teşebbüsü “dinle dine karşı" yapıldı. Çünkü İslamcılıkla tanımlanan muhafazakar bir iktidar başta bulunmaktadır. Ak Parti, Gülenist ekipler tarafından yoğun bir biçimde İslamcılıkla tanımlandı ve Batı kamuoyuna bu çerçevede şikayet edildi. Şikayetten öte jurnallendi. Dindar bir ekip iktidarda iken, yine başka bir dini grup bunu yerinden etmek istedi. Gülenizm, dinden yararlanarak uzun süreli bir çalışma içinde bulunduğu görülmektedir. Dinin fedakarlık, adama, hizmet, biat gibi ilkelerinden beslendi. Anadolu gençlerini dinden ilham alarak kendi siyaseti çerçevesinde seferber etti. Onlara ahirette cennet vaat etti. Onlara her şeylerini terk etmek ( enne babalarını terk ederek uzak diyarlara gittiler) ve Gülenizme biat ederek yaşamalarını öğretti. Cemaat, bir cemaat olmanın ötesinde askeri ve istihbarat teşkilatı tarzıyla yapılandırıldı. Bundan dolayı her Gülenci aynı zamanda bir istihbarat elemanı formuna sahip oldu. Kemalizmin din üzerindeki tahribatına karşı geliştirilen öfke ve nefret yine kemalizmin dinsel, ilkel ve yıkıcı versiyonuyla sonuçlandı adeta.
FETÖ, devlet içinde bir paralel devlet ve toplum içinde ayrıksı bir toplum olarak yapılandı. Müntesipleri dinin adama, teslimiyet, biat, mehdiyet ve şakirtlik özellikleriyle donatıldı. Din, Gülenizmin yorumlarında başka bir din anlayışına büründü. Teşkilatçılık, eskatolojik, adama ve cennete varma prensipleriyle öne çıktı. Bu prensipler içinde yetiştirilen insanlar, Gülene mutlak bağlılık yanında ruhani bir bağlılık içinde de kendini konumlandırdılar. Bundan dolayı mutlak, kutsal, ruhani ve her zaman Peygamberle iletişim halinde olduğuna inanılan bir otoritenin(Gülenin) her emri ilahi kabul edildi. Masumiyet ve masuniyet vasıfları yüklendi ona. Onun için ölüme ve intihara gidildi. Son darbe teşebbüsü budur.