Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) Rumların baskı ve zulmüne son vermek amacıyla 20 Temmuz 1974'te düzenlediği Kıbrıs Barış Harekâtı'nın üzerinden 45 yıl geçti. Kıbrıslı Türkler, birincisi 20 Temmuz, ikincisi ise 14 Ağustos 1974'te düzenlenen harekâtın üzerinden 45 yıl geçmesine rağmen o dönemi dün gibi hatırlıyor. Operasyonlara katılan ve dönemin 'mücahitleri' olarak görev yapan Ahmet Tolgay, Ahmet Sanver ve Akay Cemal o günlerde şahit olduklarını paylaştı. O dönem gazetecilik yaptığını belirten Tolgay, harekât sırasında Lefkoşa'daki Sancak Karargâhı'nda görevli olduğunu belirterek, bu görev öncesi 5 yıllık askerlik yaptığını ve o dönemde buna 'mücahitlik' dediklerini kaydetti.
CUNTA DÜŞTÜ, DURUN
Tolgay, "Birinci Kıbrıs Barış Harekâtı'nı tüm dünya ve özellikle Batı desteklerken, İkinci Harekâta karşı birdenbire tavır aldıklarını gördük. İlk taarruza karşı çıkmayışlarının nedenini daha sonra çözdük. O dönem Atina'da Avrupa'nın ve Amerika'nın sempati duymadığı faşist Albaylar Cuntası iktidardaydı. Onun düşürülmesini istiyorlardı, Türkiye sağladı bunu" dedi. Albaylar Cuntası'nın düşmesinden sonra Batılılar ve ABD'nin, "Amaç hasıl olmuştur, düşürmek istediğimiz cuntayı düşürdük, bu iş burada dursun" tavrı içerine girdiğini anımsatan Tolgay, o günleri yaşayanlar olarak, Türk askerinin o üçgene sıkıştıktan sonra mutlaka ikinci bir harekâtı yapmak zorunda olduğunu bildiklerini söyledi. Tolgay şöyle konuştu:
CEPHEYE KOŞUYORLARDI
"O üçgen, Girne'den başlayıp, Boğazı kapsayarak Lefkoşa'ya kadar geliyordu. Bu daracık alanın içerisine, 10 binlerce Türk askeri sıkışmak zorunda kalmıştı. 15 Temmuz 1974'teki darbe girişiminden sonra paramparça olan Rum halkı kendini toplamıştı ve bütün birlikleri bir araya getirmişti. Bu üçgen bölge çevresinde müthiş bir kuşatma harekâtı başlatmışlardı. Türk askerini bir saldırıyla denize dökmeyi tasarlıyorlardı. Bu da emperyalist Batının hoşuna gidiyordu. Harekâtın Kıbrıs Türk halkına sağladığı en önemli imkan coğrafi konumdur. Şu anda KKTC 3 bin 355 kilometrekarelik bir toprak alanına sahiptir. O döneme ilişkin şu olay aklımdan hiç çıkmaz. Şu anda bizim Lefkoşa surları içinde kalmış bir hastanemiz vardır. O bina adeta bir sahra hastanesi haline gelmişti o günlerde. Doktorlarımız bütün sivil hastaları çıkarmışlardı ve oraya sadece yaralı Mehmetçikler getiriliyordu. Mehmetçikler tedaviye adeta zorla getiriliyordu. Yarası sarılır sarılmaz, tekrar cepheye arkadaşlarının yanına koşmak için çırpınıyorlardı. 'Bizim görevimiz burada şehit olmak' diyorlardı."
Kimse sağ kalmazdı
Akay Cemal da harekâta hem mücahit hem de savaş muhabiri olarak katıldığını vurgulayarak, "20 Temmuz 1974'de Türkiye anlaşmalardan doğan hakkını kullanmayıp Kıbrıs'a çıkarma yapmamış olsaydı, biz sizinle burada bu röportajı yapamayacaktık. Çünkü Kıbrıs'ta canlı Türk kalmayacaktı. Aynen Girit'te olduğu gibi. Bu bakımdan 20 Temmuz, Kıbrıs Türk halkının en büyük bayramıdır, bir kurtuluş günüdür ve geçmişte yapılan mücadelenin bir nevi armağanıdır. O gün paraşütlerin inişini seyrettik, vatandaşlar sokakta birbirlerine sarılarak gözyaşı döktü. O günler hâlâ gözümün önünde. Yeniden doğmuş gibi olduk çünkü artık son raddeydi bu. Enosis uçurumunun bir yerde kenarından dönmüştük. Ne mutlu bize, ne mutlu bu müdahaleyi yapanlara" dedi. O günlerde Rumların Türkiye'nin Kıbrıs'a müdahale edebileceğini pek ciddiye almadığını ifade eden Akay, "Daha çok mevzilerinde (Rumlar), Türkçe olarak 'Bekledim de gelmedi' şarkısını çalarlardı. Yani siz Türkiye'yi beklersiniz ama bakın Türkiye gelmiyor. Bu kez de böyle olacağını hesaplamışlardı. 15 Temmuz 1974 darbesinden sonra silahlar topyekün Türklere çevrilecekti. Çünkü Türkler Ada'nın Yunanistan'a bağlanmasının (Enosis) gerçekleştirilmesi önünde en büyük engel teşkil etmekteydi" diye konuştu.