Ağabeyim, ustam, yol arkadaşım Erol Olçok

Erol ağabeyimin en büyük özelliği merhametiydi ve peygamber sevgisiydi. Adaletiydi. Sevgisini çok içten gösterirdi. Haksızlıklar karşısında sesini alçalttığına kimse şahit olmadı. İnsanlar şunu bilirdi. “Eğer çözülmez gibi görünen bir sorununuz varsa, Erol Olçok bu sorunla ilgilenir ve mutlaka size bir çıkış yolu sunardı.” Tanıdığı, tanımadığı herkese kol kanat germek isterdi. Kapısına gelen hiç kimseyi geri çevirmezdi. O bizim için de, dostları için de gönül rahatlığıyla yaslanacağınız büyük bir çınar gibiydi.

Yeni Şafak
Ağabeyim, ustam, yol arkadaşım Erol Olçok

Ağabeyim, ustam, yol arkadaşım Erol Olçok ve yeğenim Abdullah Tayyip Olçok’u şehadetlerinin birinci yıl dönümünde bir kez daha şükranla, hasretle, saygıyla, sevgiyle anıyorum. Onları hatırlamadığımız, yâd et-

mediğimiz bir günümüz dahi yok!

Ailemizle, dostlarımızla bir araya geldiğimizde, söz bir şekilde Erol ağabeyime, onun fedakârlıklarına, iyiliklerine, milletimiz ve memleketimiz için yaptığı güzel işlere geliyor. Bizlere böyle değerli miras bırakan ağabeyimin ve yeğenimin yeri asla dolmuyor. Her gün işe giderken onların şehit olduğu köprüden geçmek, ajansa girerken, karşımdaki odasını görmek hatıralarımı daima canlı tutuyor. Onların özlemi, hasreti dinmiyor.

Tek tesellimiz Allah için, bayrak için, vatan için şehadet şerbetini içmeleri. Ne mutlu bizlere ki şehitliğin peygamberlikten sonra en yüce makam olduğuna iman ettik.

Türkiye, Erol ağabeyimi siyasi iletişim kampanyalarının duayeni olarak tanıdı. Sadece Türkiye’de değil, dünyanın farklı coğrafyalarında yaptığı kampanyalar ile eşi benzeri olmayan bir başarıya imza attı. Bu topraklara olan aşkı, gayreti, fedakârlığı, cesareti, zekâsı ve en çok da 15 Temmuz’daki şehadeti ile milletimizin gönlünde unutulmaz bir yer tuttu. Ailemiz için ise o, bütün sözcüklerin ötesinde çok özel ve çok güzel bir insandı.

Çocukluğundan beri öyleydi. Öğretmenlerin izin vermemesine rağmen, 5 yaşından itibaren okul sıralarına gidip oturan, çok kısa sürede okuma yazma öğrenen ve köyümüzün küçük kütüphanesindeki bütün kitapları okuyan biriydi. O kitaplardan birini, Can ile babasının İstanbul’daki maceralarını anlatan “İstanbul Gezisi” kitabını ise baştan sona ezberlemişti. Köyün büyükleri, bazen toplanır ve ezberlediği kitabı anlatmasını ister, ondan kitabı dinler, dinlerken mutlu olur ve sonra da ona harçlık verirlerdi. Çocuklarına örnek olarak ağabeyimi gösterirler, kendi çocuklarının da onun gibi olmalarını isterlerdi.

Erol ağabeyim ilkokuldan sonra, bir müddet kuran kursuna devam etti, arkasından da rahmetli Erdoğan ağabeyim aynı kursa yazıldı. İkisi birlikte kursu bitirip köye döndüğünde, babamın iki evladını aynı anda okutacak maddi imkânı yoktu. Adaletli davranmak için aralarında bir kura çekti. Kurayı kazanan Erdoğan ağabeyimdi. Ancak hakkından fedakârlık yaparak Erol ağabeyimin okula gitmesini istedi. Ailemizde sevginin karşılığı hep fedakârlık olarak görülürdü.

Erol ağabeyim, Çorum imam-hatip lisesine kaydolunca, lisede onun sanata, estetiğe, tarihe olan yeteneğini keşfeden öğretmenleri, bu alanda ilerlemesini tavsiye etmişti. O gerçekten küçüklüğünden beri çok güzel resimler çizerdi. Sanata ve edebiyata meraklı biriydi. Hayalleri de bu yöndeydi ve o hayallerini gerçekleştirmek için üniversite sınavını kazanarak İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü’nde eğitimine devam etti.

Erol ağabeyim, Çorum – Mecidiyekavak köyünden İstanbul’da üniversite kazanan ilk kişiydi. Aslında Ankara’da da okuyabilirdi. Ama her zaman söylediği gibi İstanbul, deniz ve Boğaz Köprüsü çocukluğundan itibaren onda bir sevdaya dönüşmüştü. Bir yandan üniversiteyi okurken, bir yandan da yarı zamanlı işlerde çalıştı. Zor günler geçirse de, ideallerinden vazgeçmedi. Eğitim hayatını tamamladıktan sonra kendi reklam ajansını kurdu. O zamanlar reklamcılık Türkiye’de hızlı bir gelişme gösteriyordu. Önce Slayt Reklam, arkasından Rekpa Ajans ve Ajans E, peş peşe kurduğu ajanslardı. Kısa bir müddet Elazığ’da öğretmenlik yapsa da, birkaç ay sonra tekrar İstanbul’a döndü.

Ben 1989’da Çorum’dan İstanbul’a gelerek Erol ağabeyimle ile birlikte çalışmaya başladım. Birlikte Arter Reklam’ı kurduk ve ortak olduk. O, 1994 Yerel Seçimleri’nde R. Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olmasıyla, Büyükşehirde danışmanlık görevine başlarken, ajansın bütün sorumluluğunu bana emanet etti.

Erol ağabeyim, R. Tayyip Erdoğan siyasi yasaklı oluncaya kadar onun yanında kaldı. Sonrasında ise tekrar ajansa geri döndü. O yıl önemli bir sorumluluk aldık ve 1999 Genel ve Yerel Seçimleri’nde Doğru Yol Partisi’nin seçim kampanyasını gerçekleştirme görevini üstlendik. O kampanya sırasında rahmetli Erdoğan ağabeyim de bize katıldı ve biz üç kardeş birlikte çalışmaya devam ettik. Bu kampanya Ak Parti’nin kuruluşunda ve daha sonra yapacağımız iletişim çalışmalarında bizim için büyük tecrübe oldu.

Sayın R. Tayyip Erdoğan, Ak Parti’nin kuruluş çalışmalarına başladığında Erol ağabeyim de ilk andan itibaren onun yanındaydı. Ve partinin kuruluşundan bugünlere gelmesinde büyük emek harcadı. Sayın R. Tayyip Erdoğan’ın Türkiye için ne kadar önemli ve gerekli bir lider olduğu konusunda sarsılmaz bir inanç taşırdı ve o inancı ailemize de aşılamıştı. 2001 yılından sonra Erol ağabeyimin bütün çabası, gayreti ve mesaisi Ak Parti’nin ve Türkiye’nin başarısı içindi. Ak Parti’nin isminden logosuna, kurumsal kimliğinden iletişim kampanyalarına kadar siyasetin her alanında önemli ve yenilikçi işlere imza attı. Sadece bir iletişimci olarak değil, siyasi danışman olarak da Türkiye’nin zor günlerinde büyük ve önemli görevler üstlendi.

Bu alanda yaptığı fedakârlıkların sayısını çok az kişi biliyor. Ama sonuncusunu ise herkes öğrendi.

Erol ağabeyim, 15 Temmuz gecesi, Cumhurbaşkanımızın çağrısından önce, hain darbecilere karşı vatanımızı korumak için evladı Abdullah Tayyip ile birlikte dışarı çıktı. Ben o gün Çorum – Mecidiyekavak Köyü’ndeydim. Kendi köyümde. Perşembe günü bir aile dostumuz olan Gazi Hoş’un oğlunun düğünü vardı. En büyük ağabeyim Yılmaz ve yeğenim Fatih Olçok’la beraber gitmiş, düğünden sonra da köye geçmiştik. Ertesi gün Cuma namazını kıldıktan sonra da Çorum’a gittik. Birkaç yere uğradıktan ve alışveriş yaptıktan sonra akşam tekrar Yılmaz ağabeyimle beraber köye döndük.

Köyde evimizde otururken televizyondan köprünün trafiğe kapatıldığı haberleri geçmeye başladı. Darbe girişiminden ilk o zaman haberdar olduk. Bulunduğumuz köyde telefonlar çekmediği için köyün telefon çeken noktalarından biri olan Tekmezar diye adlandırılan yere geçtik. Yanımda Yılmaz ağabeyim ile beraber, orada bazı telefon görüşmeleri yaptım. Erol ağabeyimi aradım ve neler olduğunu öğrenmeye çalıştım. Erol ağabeyim bir darbe girişimi olduğunu söyledi. Daha sonra Cumhurbaşkanlığı ekibinden birkaç kişi ile görüştüm. Cumhurbaşkanı’mızın durumu hakkında bilgi aldım ve iyi olduklarını öğrendim. Tekrar Erol ağabeyimle telefon görüşmesi yaptım. Yılmaz ağabeyimle köyde olduğumuz ve darbe girişiminin nasıl ilerleyeceğini bilmediğimiz için çocukların güvende olup olmadığını öğrenmek için aramıştım onu. Erol ağabeyim çocukların durumunu görmek için benim evime gitti, o sırada eşim Meral Hanım ile de konuştuk. Sonra ağabeyim “ben buradayım Meral iyi, çocuklar iyi, panik yapacak bir şey yok” dedi. Bu süreçler saat gece 23.00 sularındaydı. Meral, ağabeyime bir kahve yapmış, orta şekerli, bazen de şekerli kahve içerdi. Abdullah Tayyip’e de yapmak istemiş ama Abdullah Tayyip o aralar çok dengeli besleniyordu ve kafeinden uzak durmaya çalışıyordu. Eşim “baba, oğul kahve içersiniz” demiş.

Abdullah önce içmem dese de sonra içmeye karar vermiş, baba oğlu bizim evde kahve içmişler. Eşim Meral Hanım’ın dediğine göre o sırada Abdullah çok sabırsızlanıyormuş “hadi baba bir an önce çıkalım” diye. Bizim evden çıktıktan sonra Erol ağabeyim tekrar beni aradı “oğlum ben çocukları gördüm, Meral ile konuştum, onlara yaşanan durumu anlattım. Her şey yolunda, çocukların durumu iyi” dedi. Sonra ağabeyimle ne yapacağımızı konuştuk, nasıl hareket edeceğimizi istişare ettik, Erol ağabeyim “ben Abdullah ile beraber Üsküdar Meydana ineceğim”, deyince ben de Çorum Meydanına ineceğimi söyledim ve telefonları kapattık. Erol ağabeyim sonra kararını değiştirip önce Kısıklı’ya oradan da Boğaziçi Köprüsü’ne yönelmiş. Kendisiyle en son telefon görüşmem 23.57.

Ben Çorum Meydan’a gittim, Belediye Başkanımız ile görüştüm. Nerede toplanmamız gerektiği konusunda istişare ettim. Çorum Meydan’da inanılmaz bir uğultu ve gürültü vardı, insanlar akın akın meydana doğru gidiyordu.

O sıra bir telefon geldi. 01.00 gibi. Arkadaşım Ertuğrul Fındık ağabeyimin vurulduğunu duyduğunu söyledi. İlk defa ondan duydum. Teyit etmek için aramış. Öyle bir şeyin olmayacağını, ağabeyim ile kısa bir süre önce görüştüğümü söyledim, sonrasında ise yoğun bir telefon trafiği başladı. Önce ağabeyimi sonrasında ondan haber verebileceğini düşündüğüm birkaç kişi aradım. Sonra Abdullah’ı aradım yanında olduğunu bildiğim için. Değişimli olarak arıyoruz; ben arıyorum, Yılmaz ağabeyim arıyor, Fatih arıyor ama Çorum’un ana caddesi Gazi Caddesi inanılmaz kalabalıktı, çok gürültü vardı, insanlar ellerinde bayrakla ve arabalarla akın akın gidiyorlardı. Bizi panik halinde gören bir esnaf, berber dükkânı sahibi bizi içeri aldı. Orada telefon görüşmeleri yapmaya başladık, Fatih de sürekli Abdullah Tayyip’i arıyordu. O sırada başka bir telefon geldi Ümit Demirbağ isimli bir arkadaşımdan. O da köprüdeymiş, Erol ağabeyimin vurulduğunu görmüş ve Haydarpaşa Numune Hastanesi’ne kaldırmışlar. Bana “Erol ağabeyle beraberim, durumu iyi değil, acele gel, gelmen lazım buraya” dedi. Gelmeye çalıştığımı söyledim ve Abdullah Tayyip’in durumunu sordum. Israrla “Abdullah nerede?” diye sorsam da, bana “bir an önce gel, gelmen lazım, ağabeyinin durumu iyi değil” diyordu.

İstanbul’daki arkadaşlarımızı, kuzenlerimizi, yeğenlerimizi aradım ağabeyimin hastanede olduğunu söyledim. Bir an önce oraya gitmelerini, ben gelene kadar da başından ayrılmamaları gerektiğini söyledim. Sonra, Mehmet Küpeli dostumuz aradı. Abdullah’ı merak ediyoruz sürekli, o da ağabeyimin iyi olmadığını, vurulduğunu bir an önce gelmem gerektiğini söyledi. Ama kimse şehit olduğunu söylemiyor. O sırada hastaneye ulaşmaya çalıştım ve Sayın Bakan Mahir Ünal Bey’i aradım. Erol ağabeyimin hastanede olduğunu, durumunun iyi olmadığını, karmaşadan dolayı da kimseden bilgi alamadığımızı söyledim. Sağlık Bakanımıza

ulaşabilirse, durumun daha netleşeceğini ifade ettim. Mahir Bey tamam dedi, telefonu kapattı.

Herhalde bir on dakika sonra beni tekrar aradı ve ağabeyimin şehit olduğunu söyledi… Yani o anda bütün dünyamız yıkıldı, ama hala Abdullah’tan haber yoktu. Erol ağabeyim şehit olmuş ama “Abdullah nerede, beraberlerdi.” dedim. Yanılmıyorsam yine 10 ya da 5 dakika sonra tekrar aradı. Abdullah’ın da şehit olduğunu, aynı odada olduklarını söyledi. Çok zor bir durum Allah kimseye yaşatmasın. Orada Yılmaz ağabeyim, Fatih, ben birbirimize sarıldık, ağladık.

Ve hızlıca İstanbul’a gelmek için yola çıktık. Yol uzun ve çok yorucuydu, nasıl geçtiğini hatırlamıyorum. Ankara’ya kadar arabayı ben kullandım, Ankara’dan sonra kullanamadım. Başka bir arabaya bindik ve İstanbul’a kadar geldik. İstanbul’a gelene kadar yollarda herhangi bir şey yoktu, ne asker, ne de polis, hiçbir şey ile karşılaşmadık. İstanbul’un girişinde Kurtköy’de trafik tıkalıydı, ters yollardan, ara yollardan ulaşmaya çalıştık. O sırada savcı gelmiş Haydarpaşa Numune Hastanesi’ne. Ağabeyim ile Abdullah Tayyip’in otopsi için Adli Tıp’a götürülmesi gerektiğini söylemiş. Ben büyükşehir belediyesini arayarak özel kalem müdürü Muhsin Doğan’dan yardım istedim. O bir cenaze aracı ayarladı. O araç ile Kartal’a götürmüşler ağabeyim ile Abdullah’ı. Ben de sabah 9-10 civarında Kartal’a yetiştim.

Yollar kapalı, köprü hala trafiğe açılmamış. Uzun bir yolculuktan sonra Harem’e varabildik. Kartal’dan Harem’e gitmemiz yaklaşık 2 saati buldu, daha sonra arabalı vapurla Yenibosna’daki adli tıpa geçtik.. Ağabeyim ile Abdullah’ı ilk defa orada gördüm. İnsanın sevdiklerini böyle görmesi inanılmaz derece üzüyor ve kahrediyordu. Adli Tıp’ta işlemler yapıldı.

http://image.piri.net/resim/imagecrop/2017/07/15/08/09/resized_f4271-2c74440eabdullahile.jpg

Mustafa Varank ile de orada karşılaştık, onun da ağabeyi

şehit olmuştu. İkindi sıralarına denk geliyordu..

Otopsi işlemleri bittikten sonra ağabeyim ile Abdullah’ın naaşlarını aldık. Merkez Efendi’nin gasilhanesine gittik. Orada ağabeyim ve Abdullah Tayyip yıkandı ve kefenlendi.

Erol ağabeyim, gasilhanenin ardından gönülden bağlı olduğu Nureddin Cerrahi Hazretleri’nin türbesinde bir müddet misafir oldu. Naaşları orada kaldı o gece. Pazar gecesiydi, 16’sı olmuştu. Sonra ailemle kabirlerinin köyde mi, yoksa İstanbul’da mı olması konusunda istişare ettim. Cumhurbaşkanımız ile de istişare ettim, o da aramıştı sağ olsun çok ilgilendi. Karacaahmet kararı çıktı, aile o yönde karar verdi. Karacaahmet’te defin edilecekleri mezarları bulduk. Pazar günü öğle vaktinde, yine o gece şehit olan gazeteci Mustafa Cambaz’ın naaşının da olduğu Marmara İlahiyat Camii’nde, başta Cumhurbaşkanımız R. Tayyip Erdoğan olmak üzere pek çok dostunun katılımıyla kılınan cenaze namazının ardından Karacaahmet Mezarlığı’na evladıyla yan yana defnettik.

Bu acı günümüzde bizi yalnız bırakmayan, yanımızda duran tüm dostlarımıza, kardeşlerimize, büyüklerimize gönülden bir kez daha şükranlarımı ve teşekkürlerimi sunuyorum. Erol Olçok, 54 yaşındaydı. Yeğenim Abdullah Tayyip ise henüz 17 yaşında, hayatının baharında yiğit bir delikanlıydı. Babasına arkadaşlık, kardeşlerine ağabeylik yapacak olgunluktaydı. Kişiliği ve davranışlarıyla hepimizin iftihar ettiği yürekli bir gençti. Biz onlardan razıyız, inşallah onlar da bizden razı olur. Bugün yaşananları hatırladığımda, onların yanında olamamak, onlara son kez olsun sarılamamak, onlarla vedalaşamamak gönlümdeki yarayı derinleştiriyor. Belki veda edebilseydik birbirimize, o zaman bu acı her gün derinleşmezdi diye düşünmekten kendini alıkoyamıyorum. Erol ağabeyim, ailemizde hep ilkleri gerçekleştiren kişiydi. İlk defa üniversite okuyan, ilk defa otomobil alan, kendi işini kuran, yurt dışına çıkan. Yine bir ilki gerçekleştirdi ve 15 Temmuz gecesi evladıyla birlikte şehit düşen ilk ve tek kişi oldu. Kişiliğimi üç insan şekillendirdi. İlki babam. İkincisi Erdoğan ağabeyim. Üçüncüsü ise Erol ağabeyim.

Bu üç insanın hayatımda inanılmaz etkileri vardır.

http://image.piri.net/resim/imagecrop/2017/07/15/08/10/resized_c013b-cb0f36b5kardesler2.jpg

Ben, Erol ağabeyimin en küçük kardeşiydim ama onunla her şeyi konuşabilirdik. Eğer bana “Cevat bey” diyorsa, iş konuşacak, “oğlum” diye sesleniyor ise dertlerimi dinleyecek, “Cevat abi” diyorsa, onun dertlerini dinleyeceğimizi anlardım. Erol ağabeyimin en büyük özelliği merhametiydi ve peygamber sevgisiydi. Adaletiydi. Sevgisini çok içten gösterirdi. Haksızlıklar karşısında sesini alçalttığına kimse şahit olmadı. İnsanlar şunu bilirdi. “Eğer çözülmez gibi görünen bir sorununuz varsa, Erol Olçok bu sorunla ilgilenir ve mutlaka size bir çıkış yolu sunardı.” Tanıdığı, tanımadığı herkese kol kanat germek

isterdi. Kapısına gelen hiç kimseyi geri çevirmezdi.

O bizim için de, dostları için de gönül rahatlığıyla yaslanacağınız büyük bir çınar gibiydi.

Erol ağabeyimi ve Abdullah Tayyip hem ailemiz için, hem de Türkiye için büyük bir kayıp olarak görüyorum. Şunun bilincindeyiz: Ağabeyim ve yeğenim o gün Allah için, vatan için, millet için meydanlara indi. Ve şehitlikle ödüllendirildiler. Bu iki güzel insanı milletimiz de çok sevdi ve onlar için dua ediyorlar. Bunlar bizim acımızı hafifletiyor. Hayatımızın geri kalanında onların anısını yaşatmak için çalışacağız. Bir gün buluşacağımıza dair inancımız ve imanımız bizi diri tutuyor. 15 Temmuz gecesi 250 şehit verdik. 2712 vatandaşımız gazi oldu. Şehitlerimizin ruhları şad olsun. Gazilerimize Allah’tan şifalar diliyorum. Allah milletimize bir daha böyle acılar yaşatmasın.

CEVAT OLÇOK

ARTER REKLAM AJANS BAŞKANI