Fatih Şemsettin Işık / İsrailPod Editörü
“İsrail halkına ulusal onuru geri getirme sözü verdik ve bu sözümüzü yerine getirdik. (…) Artık tehdit etmekten, boykot etmekten, kibirli bir tavır sergilemekten vazgeçme zamanı geldi. İsrail’in birliği, İsrail’in toprakları ve İsrail’in Tevrat’ı (Yahudilik mirası) için herkesin bir araya gelerek bütçeyi geçirmesi gereken bir zaman gelmiştir.”
Bu sözler, 18 Mayıs 2023’te İsrail’de dindar Siyonizm ve aşırı sağ mefkuresini şekillendiren en önemli eğitim kurumlarından Mercaz Harav Yeşivası’nda konuşan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’ya ait. Siyasi kariyerinde cüretkar çıkışlarıyla bildiğimiz Bibi’nin, tam tersine havayı yumuştma çabası içeren bu açıklamasını, üzerinden çok geçmeden hızla tırmanan Batı Şeria’daki yerleşimci terörüyle birlikte okumak gerekiyor.
Ordu ve yargı gibi müesses nizamın temsilcileriyle yerleşimci terörüne destek veren aşırı sağın arasında sıkışmış durumdaki Netanyahu, kontrolü elinden yitirmiş durumda. Kısacası artık Batı Şeria’daki işgale dair bambaşka bir durum gün yüzüne çıkıyor.
GÜVENLİK DEVLETİ’NDE ÇATLAK VAR
Resmi rakamlara göre bu yıl şu ana dek 26’sı çocuk, 171 Filistinli İsrail ordusunun gözetimindeki yerleşimcilerin saldırılarında hayatını kaybetti. Yine Batı Şeria’da yerleşimcilerin Turmus Aya, Urif ve Um Safa da dahil olmak üzere, birden çok Filistin kasabasında Filistinlilere yönelik bir pogrom uyguladığını görüyoruz.
İsrail’in en önemli güvenlik kurumları, yani Genelkurmay Başkanı Herzl Halevi, İç İstihbarat (Şin Bet) direktörü Ronen Bar ve Emniyet Müdürü Yaakov Shabtai, yaptıkları ortak açıklamayla bu saldırıları “milliyetçi terörizm” olarak adlandırdı. Bu açıklamaya en sert tepkiyi, Ulusal Misyon Bakanı ve aşırı sağcı Dindar Siyonizm partisinden Orit Strook, açıklamayı yapanları “Wagner”e benzeterek gösterdi. Strook’un sonradan özür dilemesine rağmen müesses nizam kurumları ile hükümetin bel kemiğini oluşturan aşırı sağın arasındaki gerilim, böylelikle iyiden iyiye ayyuka çıkmış oldu. Bir diğer deyişle, güvenlik bürokrasisi, Kasım 2022’de kurulan hükümete ve Batı Şeria’daki politikalara dair bir hoşnutsuzluğa sahip.
İSRAİL ORDUSUNA PARALEL AŞIRICI GÜÇ YÜKSELİYOR
Bilindiği üzere bu bölgede İsrail, Savunma Bakanlığı’na bağlı Filistin Topraklarındaki Hükümet Aktiviteleri Koordinasyon Birimi (COGAT) vasıtasıyla işgali yürütüyor. 1967’den bu yana işgalin devasa bir bürokratik ayağını teşkil eden bu kurumda, yeni hükümetle iki kritik gelişme yaşandı. Birincisi, kuruma ve altındaki Sivil İşleri İdaresi’ne ait bazı önemli yetkiler Maliye Bakanı ve Dindar Siyonizm Partisi lideri Bezalel Smotrich’e devredildi. İsrail aşırı sağının ve yerleşim siyasetinin en hararetli savunucularından Smotrich’e bu yetki, bakanlık bünyesinde ayrı bir “bakan” pozisyonu açılarak verildi.
Bir başka kritik gelişme de Batı Şeria bölgesi sınırlarında devriye yapan polislerin ayrı bir birim olarak aşırı sağın ve yerleşimcilerin hükümetteki en kilit figürü Itamar Ben Gvir’in idare ettiği Ulusal Güvenlik Bakanlığı’na verilmesi oldu. Yine Ben Gvir öncülüğünde Batı Şeria’da yerleşimcilerin kurduğu “karakol”lar yasal yerleşim statüsünde kabul ettirilmeye çalışılıyor.
Bu kararlar, hem muvazzaf hem de emekli ordu mensupları nezdinde, emir komuta zincirini sekteye uğratması, orduyu yetkisizleştirmesi ve Filistin polisiyle yürütülen iş birliğini tehdit edecek olması nedeniyle ciddi bir rahatsızlığa neden oldu. Dolayısıyla, artık İsrail’de orduya alternatif teşkil edecek şekilde, zaman zaman da onunla çatışmaktan çekinmeyen, hükümet destekli bir aşırı sağ/yerleşimci güç Batı Şeria’da yükseliyor.
İÇ SAVAŞ ÇIKAR MI?
Elbette tüm bu yeni gerçekliğin, aylardır protesto edilen yargı reformuyla da bir alakası mevcut. Her ne kadar reformun en tartışmalı maddesinden vazgeçtiğini söylese de Netanyahu, kapana kısılmış durumda. Çünkü bu reforma, koalisyondaki ortakları Ben Gvir ve Smotrich’in yanı sıra, yüksek mahkemenin nüfuzunu kırmak isteyen ultra-Ortodokslar da destek veriyor.
Tüm bunların yanında işgalci yerleşimcilere desteğiyle bilinen Kohelet Policy Forum adındaki düşünce kuruluşu da, yargı reformunun fikirsel öncülüğünü yapıyor. Kuruluşun Knesset’e sunulan tasarıları, bakanların ve milletvekillerinin bu tasarıları savunan konuşmalarını ve köşe yazılarını dahi hazırladığı medyaya yansımıştı.
Bu desteğin ise esasında aşırı sağ ve yerleşimcilerin, yargının teşkil ettiği müesses nizamı kırarak Batı Şeria’da ve Doğu Kudüs’te Yahudileştirilme çabalarına ayak bağı olan mahkeme kararlarını sürklase etmek amacıyla yapıldığını tahmin etmek zor değil. Az önce bahsedilen sınır polisi konusundaki özerkliği elde eden Ben Gvir’in, reformun geçmemesi durumunda bir nevi garanti olarak Ulusal Güvenlik Bakanlığı nezdinde ayrı bir polis gücü kurulacağına dair Netanyahu ile vardığı anlaşmayı bu bağlamda hatırlatmanın faydası var.
Kısacası, artık hem güvenlik mekanizması hem de yargı düzeni itibarıyla aşırı sağ ve yerleşimci siyasi unsurlar, Batı Şeria’daki işgale dair istediklerini yaptırma konusunda İsrail’i adeta esir almış durumda. Önceden marjinal sayılabilecek bu kesim, artık sokaktaki desteği ve aldığı oy oranından ötürü bir “meşruiyet” kaynağını gösterme lüksüne de sahip. İstediklerini alamamaları durumunda yalnız bir hükümetten çekilme değil, aynı zamanda potansiyel bir isyan hareketi başlatacak güce çoktan eriştiler.
İşte bu yüzden Netanyahu’nun, yargı reforumuna dair geçtiğimiz aylarda yaptığı konuşmasında “iç savaş” referansı vermesi, durumun ciddiyetini gözler önüne seriyor.