Yan yana durdukça iyileşecek yaralarımız

Deprem bölgesi normale dönmeye çalışıyor. Kadınların yan yana durmaya, konuşmaya ve birbirlerini dinlemeye çok ihtiyacı var. Bir kahve molası bile nefes almak için bir fırsat oluyor.

İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım.

Emeti Saruhan / Gazeteci

Asrın felaketinin ardından Hatay’a ilk kez Times of Türkiye ekibi ile gittim. İlk günlerde, “Faydam değil zararım olur” diyerek uzak durduğum bölgeye adım attığımda ne kadar büyük bir felaketle karşı karşıya olduğumuzun farkına vardım. Bir basın mensubu olarak depremin ilk anlarından itibaren haber merkezine düşen fotoğraflar ve videoları görmüştüm ve neler olduğunu biliyordum elbette. Ama Antakya’ya girdiğim andan itibaren nutkum tutuldu. Yol boyu sağa sola yatmış, bir yanı dururken bir yanı yok olmuş, üst katları dururken ilk katları un ufak olmuş koca koca apartmanları, hallaç pamuğu gibi atılmış fabrikaları, kendisinden geriye sadece bir toz yığını kalmış evleri görmek dehşete düşürdü beni. Deprem anını ise düşünmek bile istemiyordum. O zaman anladım ki deprem bölgesini görmeden durum tam anlamıyla idrak edilemezdi.

FİLM PLATOSU GİBİ

Geçtiğimiz günlerde ise Kadın ve Demokrasi Vakfı KADEM’in daveti ile Kahramanmaraş ve Hatay’a gittim. Kahramanmaraş’ın şehir merkezindeki yıkıntılar büyük oranda kaldırılmış. Biraz yukarıdaki eski mahallelerdeki enkazlar henüz duruyor. Doğukent ise film platosu gibi. Hasar görmüş yüzlerce apartman… Yıkılmamış ama zar zor ayakta. Gördüğüm an çökmedikleri için şükrettim, en azından içindeki insanlar çıkmış. Bir hayalet kentin içinden geçermiş gibi hissediyor insan kendisini. Yıkılan duvarların ardından, bir zamanlar sahiplerinin özenle seçtiği koltuk takımlarını, özenip bezenerek yapılmış mutfakları görmek insanın içini acıtıyor.

Antakya’da dehşetin kanıtlarını hâlâ görmek mümkün. Bir yandan enkaz kaldırma çalışmaları sürüyor. Bazı apartmanlardan geriye sadece boş araziler kalmış. Habib-i Neccar Tepesi’nden aşağı bakınca temizlenen bölgeler, büyük boşluklar olarak göze çarpıyor. Çadır kentler düzene girmiş, ihtiyaçların giderilmesi bir rutine bağlanmış.

İskenderun’da da enkaz kaldırma faaliyetleri sürüyor. Antakya ile karşılaştırıldığında yıkım biraz daha az. Ancak evleri az hasarlı ya da hasarsız olanlar bile çadır kentlerde. Çünkü deprem hala hafızalarda taze.

İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım.

GÖNÜLDEN GÖNÜLE YOL ÇİZENLER

Bir grup gazeteci olarak gittiğimiz, Kahramanmaraş Avşar Kampüsü ile İskenderun eski Lunapark alanındaki çadır kentlerde KADEM’in yaptığı çalışmalara şahit olduk. Deprem sonrası ilk olarak acil ihtiyaçlar; gıda ve giyim yardımları gerçekleştirilmiş. Aktif olarak maddi manevi yardım için çalışıyor KADEM. İl temsilcileri gerçekten gönül vermişler bu işe. Çadır kentte kalan kadınların birçoğunu tanıyor, neye ihtiyaçlarını olduğunu biliyorlar. Güzel bir ilişki kurulmuş aralarında.

Acil ihtiyaçlar karşılandıktan sonra gelen adım psiko-sosyal destek vermek. KADEM Kadın Destek Merkezleri kadınların yaşamında karşılaştığı sorunlar ve yaşadığı psiko-sosyal sorunlarına çözüm üretebilmek için faaliyete geçirilmiş bir kurum. Kadın iş hayatında bir sıkıntı mı yaşıyor, Kadın Destek Merkezi’ne geliyor. Burada kendine yol gösterebilecek uzmanlık alanındaki kişilerle görüşüyor. Terapiye mi ihtiyacı var, desteğe mi ihtiyacı var, tüm bunları bulabiliyor bu merkezde.

HAYATA ÖRGÜYLE BAĞLANIYORLAR

Deprem öncesi sadece İstanbul’da hizmet veren KADEM Kadın Destek Merkezi, depremden sonra bölgedeki ihtiyacın fark edilmesiyle Kahramanmaraş, Hatay ve Adıyaman’daki çadır kentlerde de açılmış. Bir psikolog ve bir sosyal hizmet uzmanı bulunuyor bu merkezlerde. Amaç, kadınlara psikososyal destek vermek. Ancak bu boyutta bir travma geçirmiş insanlara hemen psikoterapi uygulanamıyor. Kişinin yasını tutması ve yaşadıklarını kabullenmesinin ardından geliyor bu adımlar. Bu da en az 6 aylık bir süreç. Fakat depremi yaşamış kadınların, günlük rutinlerini yitirdikleri çadır gibi küçük bir alanda, çocukları ile baş başa kalıp iyice içine kapanmaları riski de var. İşte bu noktada Kadın Destek Merkezleri, kadınları yeniden sosyal hayata dahil ederek bir anlamda doğal terapi ortamı oluşturmayı misyon edinmiş. Rengarenk ipler, şişler, tığlar getirilmiş. Bir de örgü hocası. Hırkalar, atkılar örülüyor. Desenler çıkartılıyor. Buraya örgü örmeye gelip hayata bağlanan kadınların hikayelerini dinliyoruz. Yemek atölyeleri, nakış, kısır günleri, çay sohbetleri, kahve ikramları... kadınlara bir nefeslik teneffüsler sunuyor. Ramazan ayı için mukabele okunuyor mesela.

KADEM Başkanı Saliha Okur Gümrükçüoğlu da zaman zaman çadır kentlere gelip ziyaretlerde bulunuyor. Bizim ziyaretimiz de bunlardan birine denk geldi. 3500’e yakın kadına dokunduklarını söylüyor Gümrükçüoğlu. “Oturup konuştuk. Onları dinlemek, dertleşmek çok önemli. Kadınların yan yana durmaya, konuşmaya ve birbirlerini dinlemeye çok ihtiyacı var. Burada kalıcı olmak niyetindeyiz” diyor. Turuncu renkli Kadın Destek Merkezi çadırları, kadınlar için normalleşmeye bir kapı aralıyor. İyi ki varlar.

PAZI SARMASININ 40 YILLIK HATIRI

İftarlarda çadırlara konuk olduk. İskenderun’daki ev sahibimiz Fatma Kalan’dı. Fatma Abla. Çadırda bize özenle sofra hazırlayan, dolma bile yapan bir kadından bahsediyorum. Çadır kent, evinin hemen yanı başında. 12 yıllık komşusu ve can yoldaşı Zerrin de yan çadırda kalıyor. Zerrin Ablanın evi depremde yıkılmış. Eşiyle enkaz altında kalmış. Kendisi çıkmış ama eşini kaybetmiş. Zerrin Abla ve eşi çıkana kadar, 3 gün enkazın başında beklemiş Fatma Abla. Zerrin Ablanın çocuklarını teselli etmiş, onları yedirmiş, içirmiş. Şimdi çadır komşusu olarak birbirlerine destek olmaya devam ediyorlar. Ne kadar büyük bir badire atlattıklarının farkındalar. “Biz burada malum, siz neler hissettiniz deprem olunca” diye soruyor Zerrin Abla. Cevabımız belli değil mi? Uzun süre sıcak bir çatı altında olduğumuz, yemek yiyebildiğimiz, duş alabildiğimiz için suçluluk hissettik. Gece yatağımıza uzandığımızda, onlar orada soğuktayken diye utanarak uyuduk. “Tüm Türkiye’nin yanımızda olduğunu biliyoruz” diyor Fatma Abla. Deprem sonrası şeker hastası olduğu için çok iyi beslenememiş. Ancak kimin gönderdiğini bilmediği pazı sarmasını hiç unutmuyor. “Allah razı olsun, kim düşünüp oturup sardıysa. Ben o sarmayı yedim, kendime geldim. Gözüm açıldı” diyor. Kim bilir hangi içten duygularla yapılıp yollanan o pazı sarması, birinin dermanı, şifası oluyor işte. Kardeşliğimiz gibi.