Vadedilmemiş topraklar

Dünyanın farklı yerlerinden gelen Yahudiler, Filistin toprakları için kan dökmeye hazır olduklarını gösterdiler, ancak canlarını verme konusunda o kadar da emin değiller. Çalan sirenler ve iç siyasetlerindeki karmaşa Herzl ütopyası için sonun başlangıcını ifade ediyor. Amerika’nın kiralık katili olarak Yakın Şark’ta kendisine gelecek arayan Siyonist ideal hayatın gerçekleriyle yüzleşiyor.

İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım.

Halil İbrahim İzgi / Yazar

Budapeşte yolculuğumuzda Yahudi gettosunun yakınlarında bir ev kiraladık. Getto eski günlerinden uzaktaydı, harabe haline gelmiş apartmanlar, gecenin geç saatlerine kadar içkili mekan gürültüleri, duvarlarda resimler, artık açık olmayan ama eski zamanlardan hikayeler fısıldayan dükkanlar. Doğu Avrupa’nın en büyük sinagogu da buradaydı. Önünde bir tabela: “Siyonizmin kurucusu Tivadar’ın evi buradaydı.” Tivadar dediği Theodor Herzl. Osmanlı’nın çöküş döneminde Sultan Abdülhamid’den Filistin’de toprak almak için müracaat eden ama reddedilen gazeteci.

Yolculuğun sonraki durağı Viyana idi ve orada da Yahudi Sokağı’nda bir tabelayla karşılaştım: “Theodor Herzl, Yahudi Devleti’ni burada yazdı.” Yahudi devletine ulaşmak için iki dünya savaşı geçmesi gerekti ve Herzl, İsrail’in kuruluşunu göremedi. Ancak bugün Tel Aviv Ben Gurion Havalimanı’nda ülkenin tarihini anlatan tabelalarda resmi görülüyor. Dünyanın dört bir yanından Yahudileri bir Yahudi devleti için ikna eden, bankerlere finase ettiren ve sayısız acının yaşanmasına sebep olan Herzl’in kafasındaki Siyonizm düşüncesi; kendisi, Almanları çok seven biri olarak yaşadığı dönemdeki Alman milliyetçiliğinin Yahudi karşıtı karakterini fark edince hayal kırıklığı ile Alman milliyetçiliğinin Yahudiler için olan türünü icat etmiş.

SİYONİZM SANCILARI

Almanların yeni koloniler kurma serüvenine denk gelen bu süreçte Yahudi aklının Alman aklından önemli transferler yaptığını söylemek mümkün. İsrail’in kurucu hikayesinin farklı dillere tercümesi karşılığını da buldu. Yahudilerin kurdukları devleti büyütmesi için ihtiyaç duydukları ahlaki zemin Almanya’nın onlara İkinci Dünya Savaşı sırasında uyguladığı zulümden devşirildi. Sonra Holokost müzeleri birbiri ardına açıldı ve savaş suçu tazminatları ile sübvanse edilen benzersiz bir model kuruldu.

Ancak ortada bir problem vardı: Habeş Yahudileri Falaşalar, Arap Yahudileri Mizrahiler, Türkiye Yahudileri Seferadlar, Avrupa’dan gelen Eşkenazların yanında nasıl desek “ikinci sınıf” kalıyordu. Buna bir de Dürzileri ve İsrail Araplarını katacak olursak toplumsal yapı içinden çıkılmaz bir hal alıyordu. İsrail’in sübvanse ettiği Ortodoks Yahudilerin bitmez tükenmez mızmızlanmaları, laik Yahudi nüfusun giderek palazlanması ve sürekli erteledikleri itirazların nihayetinde yollara taşması Yahudi sokağını hareketlendirdi.

Madalyonun diğer tarafında Filistin var ve tüm bu iç çalkantıların hem sebebi hem de sonucu işgal yönetiminin izlediği politikalar. Koalisyonları ayakta tutmak için katliam bağımlısı haline gelen Netanyahu yönetimi, Netanyahu yönetimini devirebilmek için onlardan daha vatansever olduğunu kanıtlamaya çalışan bir muhalefet… 7 Ekim’den bu yana Netanyahu’nun en fazla zorlandığı yer muhalefeti etkisizleştirmek. Bu nedenle onları sürekli Siyonizm’e sadakate zorluyor. Herzl artık kimsenin umurunda değil ve Yahudi işgal yerleşimleri Siyonist idealler için fedakarlık yapan kişilerden ev ve toprak çalan hırsızlar seviyesine iniyor. Üstelik devletleri tarafından can güvenliği sağlanamayan hırsızlar.

HERZL ÜTOPYASINDA SONUN BAŞLANGICI

Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Yahudilerin bir kısmı savaş temelli politikaların sürdürülemez olduğunu görüp barış talep ediyorlar. Bunun için ABD Kongresi’nde hayli ses getiren bir eylem yaptılar. Dünya hükumetleri İsrail yanlısı açıklamalar yaparken sokaklarda Filistin’le dayanışma rüzgarları esiyor. Eskiden küresel olarak sadece sol grupların sempatiyle baktığı Filistin meselesi ortak bir payda olmaya doğru ilerliyor. Filistin, toprağının şairi Mahmud Derviş’in veciz tanımlamasındaki gibi bir “metafor.” Küresel güney olarak tanımlanan mazlum halklar kadar bir işgal laboratuvarı olarak kullanılan El-Halil (Hebron) şehri de baskıcı yönetimler için bir metafor. Filistin’de zihnen ve ahlaken mağlup edilecek işgal dünyanın diğer kısımları için umut metaforu olabilecek.

Avrupa’nın iç sorunu olan anti-Semitizm, Siyonizm’le akraba hale getirilmeye çalışılıyor. Siyonizm’e karşı olan herkesin Yahudi düşmanı ilan edilmesi hokkabazlığı artık daha az müşteri bulsa da kullanılmaya devam ediyor. Tıpkı sosyalist ve kapitalist ütopyalar gibi Siyonist ütopya da sonunu gördü. Dünyanın farklı yerlerinden gelen Yahudiler, Filistin toprakları için kan dökmeye hazır olduklarını gösterdiler, ancak canlarını verme konusunda o kadar da emin değiller. Çalan sirenler ve iç siyasetlerindeki karmaşa Herzl ütopyası için sonun başlangıcını ifade ediyor. Amerika’nın kiralık katili olarak Yakın Şark’ta kendisine gelecek arayan Siyonist ideal hayatın gerçekleriyle yüzleşiyor. Yenilmezlik miti ağır hasar alan İsrail neredeyse Gazze’nin yüzölçümü kadar büyüklükte bir deniz filosuyla yıkılan onurunu tamir etmeye çalışıyor. Bunu da çocukları, hastaneleri, camileri, kiliseleri hedef alarak çaresiz bir şekilde gösterme gayretinde.

İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım.

YOLUN SONU NAZİZM’E ÇIKTI

Giderek daha çok Yahudi kendilerini katil vasfına sokan bu akıl almaz düzene karşı sesini yükseltiyor. Vaat edilen toprakların bir hesap hatası olabileceği akıllarda kuşku olarak yer alıyor. Budapeşte ve Viyana’da kipalarıyla dolaşan Yahudiler, vaat edilen toprakların Filistinlilerin kanlarının üzerinde değil huzur içinde yaşadıkları dünyanın farklı coğrafyalarında olduğunu düşünebilir. İstanbul, Saraybosna, Halep, Selanik, İzmir ve daha nicelerinde Kudüs’ün aslında sadece bir şehir değil barış metaforu olduğunu idrak etmek gerekiyor. Cüda isimli romanımda Saraybosna’nın Avustırya-Macaristan idaresine geçmesinin ardından Hayfa yakınlarındaki Kayzerya’ya yerleşen Boşnakların, diğer bir ifadeyle Buşnak olarak tanımlanan, zamanla evlilikler yoluyla Arap-Boşnak haline gelen bir ailenin izini sürmüştüm. Saraybosna Kudüs’ünden Filistin Kudüsü’ne diyebileceğim acı, uzun ama öğretici bir yolculuktu. Birinci Dünya Savaşı’nın Saraybosna’da alev aldığını düşünecek olursak ortada kocaman bir hesap hatası fiyasko vardı. Yanlış iliklenen düğmeler İkinci Dünya Savaşı’na kadar gitti. Yolun sonunda Nazizm’le karşılaştık.

Almanya’nın Nazi geçmişinden arınması gibi İsrail’in de Siyonist karakterinden arınması mümkün olur mu bunu zaman gösterecek. Ancak güç sarhoşluğuyla ari ırk saçmalığını sürdüren Almanya’nın yaşadığı yıkım İsrail için ibret olmalı. Her şeyin bir sonu olduğu gibi zulmün de sonu var. Dünya sokakları, geçmiş yüzyılın ütopyalarının bu yüzyıl için distopik bir karabasana dönüştüğünü haykırıyor. Oluşturulan kaosu terk eden Yahudiler, Ben Gurion Havalimanı’nda Herzl ve askeri kıyafetlerle siyonistçilik oynayan takipçilerinin kendilerine vaat ettiğinin sadece kan ve gözyaşı olduğunu fark edecekler mi? İşgal politikalarını destekleyen markalar birer birer boykot listelerine düşerken işgal markasını oluşturan ABD’nin önünde de artık çözmesi gereken ve ertelenemez bir görev duruyor: Barışı tesis etmek. Bunun için gücü değil adaleti öncelediği takdirde kısa süre içinde diğer ülkelerin de desteğiyle hayata kolayca geçirebilir.

DÜŞÜNCE GÜNLÜĞÜ
İsrail Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanabilir mi?