'Umut Hakkı'nın zemini var mı?

Fotoğraf: Arşiv

Doç. Dr. Kenan Baş - Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi

Suriye’de rejimin çökmesi, dünyadaki pek çok ülke için farklı anlamlar ve çıkar çatışmaları anlamına gelmektedir. Ama Türkiye açısından mesele dikkatli ve titiz analiz edilmelidir. Özellikle Suriye’nin yeni oluşum sürecinde Türkiye; Türkmenler, PYD-YPG, Suriyeli vatandaşların geleceği ve güvenliği konularında bölgede güçlü ve etkin bir aktör olarak konumunu sürdürmeli ve gelecekte Türkiye’yi ciddi sıkıntılara sürükleyebilecek konularda önleyici- koruyucu hekim statüsünü devam ettirmelidir. Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın olayların hemen ardından Suriye’yi ziyaret etmesi ve ülkenin toprak bütünlüğüne yönelik açıklamaları zaten bu durumu destekler niteliktedir.

BAHÇELİ’DEN HALİSANE ÇAĞRI

MHP lideri Devlet Bahçeli’nin çağrısıyla başlayan ve çok farklı boyutlara evrilebilecek “Umut Hakkı” meselesi çok hassas bir konu olmasına rağmen, bilgi sahibi olsun olmasın, toplumun en alt tabakasından en üst tabakasına kadar herkes, birikimleri ölçüsünde kendi penceresinden meseleyi değerlendirmektedir. Komplo teorilerini seven bir toplum olduğumuz gerçeği de dikkate alındığında pazar alışverişlerinden, çay ocağı sohbetlerine, meclis grup konuşmalarından, ekrandaki bilirkişi analizlerine kadar uzayan kontrol edilmesi güç mecralarda dönen senaryolar almış başını bir bilinmezliğe doğru gidiyor. Bu senaryoların bir kısmı doğru olmakla birlikte öte yandan akla ziyan, mesnetsiz yorumların da ortalıkta cirit attığını görmemek mümkün değil.

Sayın Bahçeli’nin teröristbaşı Öcalan için umut hakkı çağrısıyla başlayan ve ilk etapta büyük tepkilere neden olabilecek cinsten bir davet olmakla birlikte toplum psikolojisinin bir anda kabul edebileceği bir durum olmasa da, sağduyulu ve akil bir düşünce zemininde değerlendirildiğinde çağrının niyet boyutunun “halisane” olduğu çok açıktır. Ancak bu çağrının eylemsel anlamda bir çırpıda gerçekleşmesi ve hazmedilmesi çok kolay olmayacaktır. Sayın Bahçeli’nin çağrısı, mecliste DEM Partililer ile tokalaşması, İktidarın iyi niyet adımları, DEM Partililerin teröristbaşı Öcalan ile görüşmesi ve bu görüşmeden iletilen 7 maddeden ortaya çıkan tüm bu sonuçlar, art niyetli olmayan ortak bir akıl potasında buluşturulduğunda, her iki tarafın da en azından başlangıçta samimi olduğu ve meselenin ete kemiğe bürünmeye başladığı izlenimini ortaya koymaktadır.

SİYASET ÜSTÜ BİR MESELE

Süreç devam ederken özellikle üslup ve yöntem konusunda tarafların itidalli davranması dış güçlerin müdahale olasılığına karşı Sayın Bahçeli’nin de ifade ettiği gibi tarafların birbirlerine can suyu olmaları fikri zeminine cila olacaktır. Çünkü bu tarz süreçler provokasyona ve suiistimale açık süreçler olmakla birlikte Türkiye açısından aşağı yukarı 40 yılı aşkın ve acı tecrübeleri olan çok yönlü bir süreçtir. Dolayısıyla mesele seçim yatırım argümanı ve siyasi menfaatlere feda edilemeyecek ve ülkenin geleceği adına gerçekten “beka” sorunu olarak görülmesi gereken siyaset üstü bir meseledir.

Taraflar açısından konunun yükümlülüklerinin toplum ekseninde kabul görebilmesi içinde bazı hususlara dikkat edilmesi sürece pozitif katkılar ve kazanımlar sağlayacaktır. Birincisi sürecin şeffaf bir şekilde ilerletilmesi; meselenin bir pazarlık zeminine dönüşmemesi ve mümkünse iktidarıyla, muhalefetiyle toplumun tüm iyi niyetli paydaşlarının sürece dahil edilmesi büyük kazanımların edinilmesine yol açabilir. Çünkü Türkiye, PKK ve uzantılarının masayı devirmesiyle yarıda kalmış ve akabinde daha büyük sıkıntılara yol açmış ikinci bir açılım sürecini kaldıramayabilir. İkincisi şehit ailelerinin incitilmemesine azami ölçüde özen gösterilmeli onların görüş ve hassasiyetleri de dikkate alınmalıdır. Aslında sadece şehit aileleri veya anneleri değil gerekirse Diyarbakır annelerinin de görüşleri ve destekleri alınmalıdır. Amaç anne kategorisi oluşturmak değil, bilakis ortak bir anne duygusu üzerinden bu toplumun fidanlarını birbirine kırdırmadan, cennetin bile ayaklarının altına bahşedildiği o ulvi duygu üzerinden ortak barışı, kardeşliği tesis edebilmektir. Yoksa ister kabul edelim ister etmeyelim hangi kategorinin veya tarafın annesi olursanız olun, yürekte yanan acının çarpan etkisi aynıdır.

DEM’İN ÖNÜNDEKİ SAMİMİYET SINAVI

Peki DEM açısından durum nedir? Her şeyden önce DEM tarihi bir sorumluluk taşıdığının ve bu sürecin hem kendileri hem de Öcalan açısından bir test dönemi olduğunun bilinciyle hareket etmek zorundadır. Kaldı ki yıllardır Öcalan’ın tecriti son bulsun çağrısını yapan DEM veya onun fraksiyonları değil midir? O zaman, gün samimiyeti ortaya koyma günüdür. İmralı’dan gelen 7 maddelik bildiri metni incelendiğinde teröristbaşı Öcalan’ın sürece olumlu katkı sunacağı ve uzatılan zeytindalına karşılık vereceği anlaşılmaktadır. Ancak DEM’inde bu misyonunun çok kolay olmayacağı ve bu nedenle çok dikkatli ve sorumlu davranması gerektiğinin bilincinde olması gerekmektedir. Örneğin Öcalan’ın çağrısı PKK terör örgütünde karşılık bulacak mı? Örgütün kendi iç dinamiklerinde bir klikleşme veya güç savaşları varsa, (ki var) bunlar olası aksi bir durumda bu çözümsüzlüğü samimi olan Kürt kardeşlerimize nasıl izah edecekler? Avrupa’daki örgüt yandaşları Öcalan’ın silah bırakma çağrısını destekleyecekler mi? Ya da olası aksi bir durumda Öcalan veya DEM kendi başarısızlığını veya yapmış olduğu çağrıya cevap bulamayışının sorumluluğunu iktidara veya Sayın Bahçeli’ye yıkıp işin içinden sıyrılacak mı? vb. uzayıp giden sorular…

VATANSEVERLİK GÖREVİ

Türkler ve Kürtler (Türkiye’de yaşayan) aynı coğrafyayı paylaşan, benzer gelenek, değer, hayat tarzları ve aynı inanç yapısına sahip Türkiye Cumhuriyeti Devletinin vatandaşları olmanın yanı sıra bu ülkenin önemli etnik ve kültürel gruplarıdır. Sanılanın aksine bilinçli ve duyarlı Kürtler barış ve huzurun önündeki en büyük engel değil bilakis en büyük destekçisidir. Ötekileştirilmiş bir imge olarak Türk ve Kürt ayrımını bilinçli bir algı olarak bu topluma dayatmak, tırnağı etinden ayırmaktan başka bir şey değildir. O yüzden bu sürecin sekteye uğramaması için toplumun her kesiminden vatandaşların ayrıştırıcı, tahkir edici bir dil kullanmaktan uzak durması ve bunun için çaba sarf etmesi bu ülke için ortaya konulabilecek en büyük vatanseverlik eylemidir.