Türkiye’de yeni dönem ve AB: İki yol haritası

Türkiye 24 Haziran sonrası yoluna yeni ve etkin bir yönetim sistemiyle devam edecek. Her ne kadar Avrupalı ülkeler bu sisteme, demokrasi ve insan hakları kılıfıyla karşı çıksalar da esas mesele Türkiye’nin daha bağımsız ve aktif dış politika izleme noktasında güçlenmesi. Avrupalı ülkeler ya Türkiye’nin yeni duruşunu kabul edip, ortak çıkarlar alanında işbirliği yapacak ya da daha çetrefilli ve çatışmalı yolu tercih edecek.

Yeni Şafak Haber Merkezi
Gündem

ZELİHA ELİAÇIK - SETA

Türkiye, 24 Haziran seçim sonuçlarıyla yeni bir siyasi sistem ve yeni bir döneme girdi. Bu yeni dönemde en çok merak edilen konulardan birisi de Avrupa ülkeleri ve Avrupa Birliği’yle (AB) ilişkilerin sonuçlardan nasıl etkileneceği ve üyelik müzakerelerinin nasıl bir seyir izleyeceği.

Seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından yüzde 52,5’lik bir oyla seçimden zaferle çıkan Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ilk tebrik telefonları Batı’dan değil başta Rusya olmak üzere Ortadoğu ve Balkan ülkelerinden geldi. Avrupa ülkelerinin Cumhurbaşanı Erdoğan’ı tebrik etme noktasında daha geç bir refleks göstermeleri, Batılı ülkelerinin seçim sonuçlarından çok da memnun olmadıklarının bir işareti olarak yorumlandı. Nitekim Avrupa Parlamentosu Türkiye Raportörü Kati Piri, sosyal medya hesabından yeni sistemin antidemokratik olduğu ve Avrupa Birliği üyelik müzakereleriyle uyumlu olmadığı yönünde bir açıklama yaptı. NATO, AB ve Avrupa ülkelerinden gelen tebrik mesajlarının ortak vurgusu ise demokrasinin geleceğine yönelik duyulan kaygı ve AGİT gözlemcilerinin seçimlerin münferit vakalar dışında sakin ve sorunsuz gerçtiği yönündeki beyanatlarına rağmen seçimlerin adil ve demokratik bir ortamda gerçekleşmediğine yönelik iddialar oldu. Avrupa tarafından geç de olsa gelen tebrik mesajları, Batılı ülkelerin Türkiye’den vazgeçmediğini gösterse de mesajlarda yer alan demokrasi ve insan hakları vurgusu gibi uyarılar sonuçların kerhen kabul edildiğine ve Avupa’nın Türkiye’ye yönelik “terbiyeci” rolünde ısrarcı olacağına işaret ediyor.

TEPKİLER SİYASİ

Almanya’nın kıdemli Türkiye uzmanı gazetecilerinden Michael Thumann 24 Haziran seçim kararı açıklandıktan sonra kaleme aldığı bir makalede muhaleffetten hiç olmadığı kadar umutlu olunsa da neticede Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başında olduğu Cumhur ittifakının kazanacağını belirtmiş, ancak seçimlerin OHAL döneminde yapıldığı ve adil bir atmoserde yürütülmediğini iddia ederek daha o günlerde Erdoğa’nın olası bir seçim zaferinin meşruiyetini sorgulamıştı. Seçim sonrası AB ve diğer Avrupa ülkelerinden gelen tepkiler de benzer vurgular içeriyordu. Buna mukabil Türkiye’den çok daha ağır uygulamaların geçerli olduğu bir OHAL ortamında seçim gerçekleştiren Fransa’nın seçim sonuçlarını sorgulamak kimsenin aklından geçirmemesi ve kendilerini AGİT mensubu olarak tanıtarak seçimleri manipüle etmek isteyen 17 yabancının 24 Haziran seçimlerini manipüle etme girişimlerine hiçbir Batı medyasında yer almaması, bu tepkilerin siyasi olduğunu göstermekte.

https://image.piri.net/resim/imagecrop/2018/06/30/02/54/resized_b597a-5cc68350yorum.jpg

ÜÇLÜ KARŞIT CEPHE

AB’nin ve Avrupa ülkelerinden bir kısmının yeni sistem değişikliğinin onaylandığı 16 Nisan referendum sürecinde sergiledikleri Türkiye karşıtı siyasetle, yeni sisteme karşı olduklarını çok önceden açıkça ortaya koymuşlardı. Özellikle Almanya Avusturya ve Hollanda ekseninde yer alan blok, yeni sistemin yürürlüğe girmesi ile Türkiye’de demokratik düzenin tehlikeye gireceği ve üllkenin tek adam rejimine evrileceği iddiasında bulunmuşlardı. Nitekim Avrupa Parlamentosu 6 Temmuz 2017 tarihinde Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik müzakerelerinin askıya alınmasını talep eden tavsiye niteliğindeki bir kararı kabul etmişti. Seçim sonuçlarıyla birlikte bu kararın yürürlüğe konulmasını isteyecek çevreler seslerini daha da yükseltecektir. 24 Haziran seçim sonuçlarının açıklanmasından sadece iki gün sonra AB Genel İşler Konseyi, bu mesafeli tutumu sürdürerek,Türkiye ile Gümrük Birliği’nin genişletilmesi yönündeki müzakerelere başlamama kararı aldığını açıkladı. Yapılan açıklamada Türkiye’nin yeni sistemle Avrupa’dan uzaklaştığı vurgulanıyordu.

Seçim sonrası AB’den gelen bu sert açıklamaya ragmen, Birlik üyesi ülkeler arasında Türkiye’yle üyelik müzakerelerinin sonlandırılmasına yönelik bir mutabakat bulunmadığı göz önüne alndığında, Türkiye’nin tam üyelik stastüsünün korunmaya devam edeceği öngörülebilir. Nitekim Avusturya’dan gelen üyelik müzakerelerinin sonlandırılmasına yönelik teklifin Birlik içinde taraftar bulmaması da sorunlara rağmen Türkiye ile ilişkilerin sürdürülmek istendiğinin açık bir göstergesi niteliğinde. Son dönemde Türkiye’ye yönelik sert bir siyaset izleyen Berlin’den gelen “Türkiye ile yapıcı ve verimli ilişkiler kurulması“ yönündeki temenni de en azından önümüzdeki 5 yıllık süre içinde Avrupa ve Türkiye arasındaki ilişkilerin rasyonel bir zemine oturtulması yönünde umut verir nitelikte.

AB’NİN KADERİ TÜRKİYE’YE BAĞLI

2015 yılıyla kıyaslandığında Türkiye ile imzalanan mülteci anlaşması neticesinde Ege denizi üzerinden Avrupa’ya giden mülteci sayısında yüzde 95 gibi ciddi bir oranda düşüş yaşandı. Bunun yanı sıra hem yıllar içinde birbirine bağımlı hale gelen ekonomik ve kültürel ilişkiler ağı, Ortadoğu’daki istikrarsız ortamı ve güvenlik sorunları ve radikal terorizmle mücadelede Türkiye ve Avrupa istihbarat birimlerinin karşılıklı işbirliğine gitme zorunluluğu, her iki tarafı da birbiri için vezgeçilmez ortaklar kılıyor. Nitekim Merkel dün AB zirvesi öncesi yaptığı hükümet programı açıklamasında toplantıda Almanya’nın kaderini Avrupa’ya, Avrupa’nın kaderinin ve birliğininse mülteci meselesine bağlayarak, Türkiye’nin bu konuda çabalarını övdü ve Ankara ile bu noktada birlikte çalışılması ve finansiyel olarak desteklenmesi gerektiğinin altını çizdi. Merkel Avrupa Birliği’nin kaderini mülteci meselesine bağlayarak, bu sorunun çözülmemesi halinde Birliğe üye ülkeleri birbirinden koparabileceğini ifade etmesi, mülteci meselesinin Türkiye olmadan çözülemeyeceği düşünüldüğünü de, Avrupa’nın kaderinde Türkiye’nin oynayacağı kilit rolü de açıkça ortaya koymaktadır.

AŞIRI SAĞ İKTİDARLARIN YÜKSELİŞİ

Avrupa Birliği’nin Türkiye ile olan ilişkileri, son dönemde hep Mülteci Anlaşması çerçevesinde tartışılsa da, Birliğin Türkiye’ye olan ihtiyacının bunun çok ötesinde olduğuna kuşku yok. 2008 yılında beri sürekli krizlerle boğuşan Avrupa, tek tek üye devletler arasında farklı konularda birlik sağlama ve uzlaşı kabiliyetini yitirmiş görünüyor. Birliğin güney ucunda yer alan İspanya Yunanistan ve Portekiz gibi ülkeler sol iktidarlarla yönetilirken, İtalya Almanya Avusturya ve Polonya gibi ülkelerde ise aşırı sağ ya iktidarda ya da muhalafette ve bu ülkelerdeki siyasi atmosferi domine ediyor. Birliğin en güçlü ülkesi olan Almanya’da Merkel iktidarı sallantıda ve iç sorunlar giderek daha da karışık bir hal alıyor. AB bütçesi 2019’da yürürlüğe girecek olan Brexit uygulamaları ile AB ekonomik olarak da dar boğaza girecek ve bütçe daralmasına gidecek. Bu noktada ABD’nin geçtiğimiz günlerde Avrupa’dan gelen çelik ve alimünyum ürünlere özel gümrükler getirmesi ve Avrupa ile araya siyasi ve ticari olarak ciddi mesafeler koyması, Avrupa’yı daha da zorlayacaktır. Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Jean Claude Juncker Mart ayında yaptığı bir açıklamada bu sorunların giderek istikrarsız bir yapı haline getirdiği Avrupa’nın zayıf konumunu şu sözlerle özetlemişti: “Avrupa küresel sahnede güç kaybediyor. Dünyanın patronu olduğumuzu düşünüyoruz ama aslında kainatın küçük ve zayıf bir parçası olduğumuzu unutuyoruz. Bu nedenle herkesi daha mütevazı olmaya ve dünyanın geri kalanını dinlemeye davet ediyorum”.

AKTİF DIŞ POLİTİKA VE AYRIŞAN ÇIKARLAR

Türkiye, yeni sistemle birlikte daha güçlü ve kararlı bir şekildeile terörle mücadele edecek ve güvenlik ve terör meselelerinde gelişme katettiği taktirde- güvenlik odaklı uygulamaları, özgürlükler lehine değiştirebilecektir. Bu noktada ve Avupalı ülkeler Türkiye’ye karşı tek taraflı şartlı dayatmalar yerine terör örgütleri PKK ve FETÖ ile mücadelede Türkiye’ye verecekleri destek büyük önem taşımaktadır.

Ancak reel ekonomik gerçekler göz önüne alındığında Ankara’nın yürüttüğü bağımsız ve aktif yeni dış politika sonucu uzun vadede Avrupa ülkeleri ve Türkiye arasında Ortadoğu, Balkanlar ve Afrika coğrafyalarında yoğunlaşan rekabet ve çıkar çatışmasının giderek artacağı öngörülebilir. Daha önce Avrupa Parlamentosu tarafından Türkiye’nin Doğu Akdenizdeki faaliyetlerinin ”yasa dışı” olarak tanımlanması, Güney Kıbrıs ve Yunanistan’dan yana takınılan tavır ve Afrin harekatı devam ederken Türkiye’nin Suriye’den çekilmesi talebi, Avrupa ile Türkiye arasındaki gerginliğin sadece öne sürüldüğü gibi insan hakları ve özgürlüklerle ilgili kaygılardan kaynaklanmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Özellikle ABD ve Rusya’ya karşı Balkanlar ve Doğu Avrupa’da güç kaybeden Almanya ve Avusturya gibi ülkelerin de Türkiye’nin son dönemde kendi öncelikleri çerçevesinde yürüttüğü ve yeni sistemde daha da güçlendirerek sürdürmesi muhtemel aktif dış siyasetten memnun olmayacağı açıktır.

Türkiye kendisine yapılan tüm haksızlıklar, izlenilen ikiyüzlü siyasete ve haklı öfkesine rağmen hem bölge hem de uluslararası düzlemde rasyonel bir şekilde kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmeye devam edecektir. Nitekim 16 Nisan referendum sürecinde hem Avrupa’da yaşayan Türk vatandaşlarına hem de Türk devletine karşı haksız muamale ve uygulamalara ragmen, Avrupa’da Türkiye karşıtı kampanyalar yürüten bazı çevrelerden çok daha makul hareket ettiğini söylemek mümkündür.

Nitekim Almanya ve Avusturya’nın Türk devlet yetkililerini engellemek için genel bir yasal düzenlemeye giderek yabancı devlet adamlarının seçim konuşma ve toplantılarını yasaklanmasının ardından, Türk devlet yetkilileri Avrupa’da yaşayan vatandaşlarını zor durumda bırakmamak ve olası krizleri engellemek amacıyla bu ülkelerde seçim faaliyeti yürütmek noktasında ısrarcı olmamış ve rasyonel hareket ederek gerginliği düşüren bir tutum izlemiştir.

İKİ FARKLI KANAT

Bazı Avrupalı Türkiye uzmanlarının dile getirdiği gibi AB ve üyesi ülkeler önünde Türkiye siyasetine yönelik iki yol haritası bulunduğunu söylemek mümkündür ya İtalya, Fransa, İspanya ve İngiltere ve benzeri ülkeler gibi Türkiye’nin son dönemdeki siyasi duruşunu kabullenerek bağımsızlığına saygı gösteren, ortak çıkar alanları ile sınırlı bir tutumu benimseyecek ya da Almanya Avusturya ve Hollanda’da bazı çevrelerin sergilediği gibi Türkiye’nin bağımsız dış politik çizgisini red etmek suretiyle insan hakları ve özgürlükler kamuflajıyla iç işlerine müdahele etmeyi seçerek çatışmacı bir yolu izleyecek. Merkel’in dün yaptığı açıklamada Rusya ile ilişkilerin diyaloğun ve ilişkilerin devam etmesi gerektiğini açıklaması, Türkiye’ye yönelik olarak da benzeri rasyonel bir tutumun takınılması noktasında umut verici bir işaret olarak okunabilir. AB içerisinde hangi kanadın baskın geleceğini ise önümüzdeki günler gösterecek.