Türkiye’de neden darbe peşinde koşuyorlar?

Türkiye bir yandan iktisaden büyürken ve bu büyümede ticari ortaklıklarını çeşitlendirip bağımsızlaştırırken, diğer yandan da yeni siyasi işbirliği arayışlarını sürdürmektedir. Bu Batı tarafından kolay kabul edilebilecek bir durum değildir.

Yeni Şafak Haber Merkezi

Dr. Fatih Erbaş • Araştırmacı

Türkiye'de darbeye kalkışanların neden darbe yapmak istediklerini kısa bir dünya turu yaparak ele almaya ne dersiniz? “Darbe yapanlar” derken kastettiğim FETÖ değildir. Bu maşayı kullananları kastediyorum. Soruyu başka bir şekilde sorarsak; Türkiye'de neden bir darbe peşinde koşuyorlar ve koşacaklar?

Avrupa Birliği dinamiğini kaybetmiş bir örgüt olarak karşımızda durmaktadır. İngiltere, AB'nin siyasî ve iktisadî olarak Almanya'nın kontrolü altına girdiğinin farkında olarak stratejik bir tercih yapmak zorundaydı. Ya AB'de kalıp, örgüt içinde Almanya'ya karşı mücadele edip bir denge unsuru olarak fonksiyon eda edecekti veya durumun içinden çıkılmaz bir hal aldığının idraki ile örgütten ayrılma yolunu seçecekti. İngiltere ikincisini seçti. Bence kendisi için iyi olan seçeneğe yönelmiş oldu. Artık İngiltere geleceğini ABD ile ortaklığa yöneltmiş bulunmaktadır. Bu, İngiltere'nin dünya ekonomisi ve siyasetinde daha etkili olacağı manasına gelmez, sadece Almanya etkisini daha az hissetmesi manasına gelir.

Dünya yıllık toplam gayrisafi milli hasılası 70 trilyon dolar civarındadır. Bu pastanın 17 trilyon dolar kadarlık bir kısmı ABD'ye aittir. İkinci sırada artık Çin gelmektedir. Çin'in payı 10 trilyon dolar civarındadır. Sonra Almanya, Japonya onları takip etmektedir. Bu manzara Çin'in dünya ekonomisindeki payının arttığını, ABD'nin sabit kaldığını ve AB'nin gerilediğinin göstergesidir. Bu durum, dünya siyasî dengesine de yansımaktadır.

BATI'NIN MANEVRALARI

Bu arada, bir yandan siyaseten ve iktisaden gerilemekte olan Batı dünyası can havli ile kendine yeni hayat alanları bulma derdindedir. Bu çerçevede Ukrayna, Karadeniz, Gürcistan üzerinden Rusya'yı taciz etmekte, Akdeniz'de pay kapma adına Mısır, İsrail ve Suriye üzerinden manevralar yapmaktadır. Özellikle bölgemizde AB yetersiz kalmaktadır. Manevraların baş aktörleri Amerika Birleşik Devletleri, İsrail, İran ve Almanya'dır. FETÖ dahil bütün örgütler ise onların maşası. Acı olan şudur ki, bu maşaların unsurlarının ana gövdesi senin-benim gibi sıradan memleket evlatlarından oluşmaktadır.

Bu dönemde İslam ülkelerinin birçoğunun yönetimi Batı'nın kontrolündeki, zevk ve sefa düşkünü gafiller ve hainlerin elindedir. Birkaç sene önce Mısır bu gafiller sürüsünden ayrılmaya niyet etti. Başarır gibi oldu. Türkiye'ye destek verecek bir Mısır ile Ortadoğu'daki muhalif cazibe merkezinin büyüyeceğinin farkına varan Batı içerideki maşaları vasıtasıyla Mursi'yi alaşağı ettiler.

Öte yandan Batı, Soğuk Savaş sonrası düşmansız kalmanın oluşturduğu boşluğu gidermek adına yeni düşmanlar bulmakta ve kendi oluşturduğu düşmanları daha sonra sözde kendisi alt etmektedir. Hizbullah, PKK, 11 Eylül, Taliban, El Kaide, deniz haydutları ve en sonunda DAEŞ hep bu türden belalardır.

TÜRKİYE'NİN DÜNYAYI ŞEKİLLENDİRECEK POTANSİYELİ

Bütün bu ortaya çıkan belalar Osmanlı Devleti'nin ortadan kalkması ile oluşan güç boşluğundan da beslenmektedir. Bu boşluğu doldurma potansiyeline sahip devletler sayılıdır. Bu devletlerin en önemlisi ise kuşkusuz Türkiye'dir. Tarihte eda ettiği görev, dünyada temsil ettiği değerler ve kolay kolay kontrol altına alınamayan bir devlet olarak Türkiye, dünyanın yenide şekillenmesinde önemli rol oynayacak bir potansiyele sahiptir.

Şimdi bu Türkiye, cumhuriyetle birlikte kesintilerle de olsa bazı dönemlerde büyük sıçrama yapmıştır. Önce 1950-60 arası Menderes dönemi. Bu dönemde bir yandan iktisaden kalkınma söz konusu iken, diğer yandan da milletin üzerindeki ölü toprağı kalkmış, millet yönetimde söz sahibi olmaya başlamıştır. Bu dönemde gerçekleşen bir başka husus da, başlangıçta Batı ile işbirliği içinde gerçekleşen kalkınma hamlesi neticesinde işbirliği alanlarını çeşitlendirmek ve bağımsız hareket etme adına Sovyetler Birliği ile de işbirliği imkânları araştırılmış ve işte bu Menderes'in sonu olmuştur.

Türkiye'nin ikinci kalkınma süreci 60 darbesinden sonraki Adalet Partisi iktidarında gerçekleşmiştir. Adalet Partisi de Batı'nın kontrolünden çıkmaya başlayınca 1971'de iktidardan uzaklaştırılmıştır. 71'den 80'e kadar istikrarsızlık sürmüştür. 1983'te başlayan Özal iktidarı sonuçları daha iyi ama süresi daha kısa sürmüştür. Özal 1989'da cumhurbaşkanı seçilip iktidarı fiilen terk etmiş ve daha sonra tekrar iktidara talip olunca 1993'te şüpheli bir şekilde vefat etmiştir.

DÖRDÜNCÜ KALKINMA SÜRECİ

2003, Türkiye'de yeni bir milat olmuştur. Türkiye'nin dördüncü kalkınma süreci başlamıştır. Bu süreç bütün engellemelere rağmen devam etmektedir. Ülke Ortadoğu'da rol model olmaya başlamıştır. Birleşmiş Milletler düzeni, kukla İslam ülkeleri yönetimleri, dünya para sistemi, dünya siyasi sistemi bu devlet ve yöneticileri tarafından sorgulanmaktadır. Üstelik bu devlet bir yandan iktisaden büyürken ve bu büyümede ticari ortaklıklarını çeşitlendirip bağımsızlaştırırken, diğer yandan da yeni siyasi işbirliği arayışlarını sürdürmektedir. Bu Batı tarafından kolay kabul edilebilecek bir durum değildir. Çünkü Türkiye demek, tek başına 80 milyon insan ve onun yöneticileri demek değildir. Balkanlar, Ortadoğu, Afrika, Orta ve Uzak Asya velhasıl dünyanın bütün ezilmiş milletleri demektir. Bu süreçte büyük bir liderlik göstermekte olan Recep Tayyip Erdoğan, kendisine ayrı bir parantez açılması gereken, özel bir insandır.

Durum böyle olunca öyle veya böyle bir sebepten bu ülkede darbe yapmak, en azından yapmayı denemekten başka şansları bulunmamaktadır. Ama bunu Mısır'daki gibi kolay başaramamaktadırlar. Çünkü bu millet bir şekle girmemektedir. Kendi bildiği şekilde kalmayı yeğlemektedir. Bu milletin ana omurgasının irfânı, haysiyeti, vakarı tüm dünyaya bedeldir, içimizden korkaklar, hainler ve alçaklar çıksa bile… Bilmemiz gereken şudur ki, Türkiye'nin sırtını yere getirmeyi başarana kadar küffarın Türkiye'ye yönelik saldırıları devam edecektir. Bu da bizi daha kavi, daha çelebi, daha olgun, daha pek kılacaktır. Bize düşen kendimizi yetiştirmek, işimizi iyi yapmak ve değerlerimizi iyi korumak ve bir saldırı söz konusu olduğunda da yaptıklarımızı yeniden yapmak. Bu da bizim milletin en iyi bildiği iş, vesselam.