Türkiye-ABD İhtiyatlı iyimserlik dönemi

Trumpizm dış politikada Rusya’yı değil Çin’i ana rakip olarak konumlandırıyor. Türk-Amerikan ilişkilerinde ise Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Trump arasında liderler diplomasisi sürecinin ağırlık kazanması bekleniyor. Bu yeni bir “kırmızı hat diplomasisi” dönemini başlatır mı oldukça merak konusu…

İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım

Doç. Dr. Furkan Kaya / Yeditepe Üniversitesi Öğretim Üyesi

ABD’nin yeni başkanı Donald Trump, başkanlık koltuğuna oturacağı 20 Ocak 2025 tarihine kadar, yol arkadaşlarını belirleyip Kongre’deki üstünlüğünü iç ve dış siyasette kullanmak amacıyla yeni bir ulusal güvenlik stratejisi belirleyecek. Esas soru, 2016 yılında başkan seçilen Trump ile 2024 yılında seçilen Trump’ın aynı kişi olup olmadığıdır. Şüphesiz, görünürdeki kişi bedenen aynı Trump. Ancak genel siyaset anlayışında bazı kritik noktalarda farklı “Trump’ların” görüleceği aşikar. Hatta, Trump’ın belki farkında olmadan inşa ettiği ve Amerikan halkına mal olan Trumpizm doktrini artık yerleşmiş durumda. Bu doktrin, kısmen 1823 yılında dönemin ABD Başkanı James Monroe tarafından ilan edilen ve ABD’yi içe dönerek Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarına ekonomik ve siyasi olarak hazırlayan “Monroe Doktrini”ne benzetilebilir. Trumpizm ise yeni ekonomik duvarlarla milli ekonomiyi güçlendirmeyi, doların küresel gücünü artırmayı hedeflerken, dış politikada Rusya’yı değil Çin’i ana rakip olarak konumlandırıyor. Türk-Amerikan ilişkilerinde ise Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Trump arasında liderler diplomasisi sürecinin ağrılık kazanması bekleniyor. Bu yeni bir “kırmızı hat diplomasisi” dönemini başlatır mı oldukça merak konusu…

BARIŞ ANLAŞMASI İŞGAL HARİTASI ÜZERİNDE İMZALANACAK

Şüphesiz Trump’ın en iddialı vaadi, Ukrayna savaşını 24 saatte bitireceğine dair verdiği sözdü. Barış masasını hangi şartlarda kuracağını açıklamayan Trump’ın, Ukrayna’nın mevcut işgal haritası üzerinden savaşı bitirmeyi hedeflemesi muhtemel görünüyor. Zaten Rusya Devlet Başkanı Putin, kontrol altında tutulan topraklardan, özellikle Donbas bölgesinden geri çekilmeyeceklerini belirtmişti. Ayrıca, Ukrayna’nın daha da saldırgan bir tutum sergilemesi durumunda, Moldova’daki Transdinyester bölgesine kadar işgal harekâtını sürdüreceklerini ifade etmişti. Bu durumun, Ukrayna’nın Karadeniz’den tamamen kopması anlamına geleceği şüphesiz. Yani, Rusya’nın işgal ettiği topraklar Rusya’ya bırakıldığında, Ukrayna’da adeta yeni bir Berlin Duvarı inşa edilirken, bu aynı zamanda yeni bir Soğuk Savaş ikliminin resmen başlangıcı olacak.

DAVUD KORİDORU İLE NE HEDEFLENİYOR?

Trump’ın başkan seçilmesiyle birlikte Türkiye’de yeni dönemi iyimser karşılayanların sayısı oldukça arttı. Bu düşünceye sahip olanlara göre, Biden dönemi Türk-Amerikan ilişkilerinin en kötü dönemlerinden biriydi, Trump’ın gelmesiyle büyük bir rahatlama yaşanabilir. ABD müesses nizamı, Türkiye’nin güney sınır hattının hemen dibinde bir PYD/PKK garnizon devleti kurmak için Obama döneminden beri hazırlık yapıyor. ABD, PYD terör ordusuna silah, para, gıda ve sağlık malzemesi yardımı yaparken askeri eğitim vermekten de geri durmuyor. Diğer taraftan, Gazze katliamıyla birlikte İsrail’in saldırılarını Lübnan üzerinden kuzeye yayarak Suriye’deki PYD/PKK ile dirsek temasında olduğu gözlemleniyor. Birinci Trump döneminde ABD askerlerini Ortadoğu’dan çekme sürecini başlatan ABD, özellikle petrol sahaları ve PKK unsurlarının bulunduğu bölgelerde özel kuvvetlerini konuşlandırmıştı. Kamışlı’dan Sincar’a, oradan Deyrizor’a uzanan koridorların devriye kontrolü ise PKK’ya bırakıldı. Şimdi ise İsrail, katliamlarının ardından PKK’lılara vatandaşlık verme planları yaparken, Suriye’nin kuzeyinden Golan Tepeleri’ne ve oradan İsrail’in Hayfa Limanı’na ulaşacak “David Koridoru Projesi”ni hayata geçirmeyi hedefliyor. Bu, İsrail ile PKK arasındaki yolun adeta asfaltlanması anlamına geliyor.

DAİMİ KIRMIZI ÇİZGİ: İSRAİL

Ayrıca, PKK’lılara vatandaşlık verme stratejisinin arka planında, ileride “teröristan” olarak nitelendirilen kukla devletin kurulması için planlanan referandumun altyapısının hazırlanması yatmaktadır. Bu konuda, ABD’deki Evanjeliklerin verdiği destek tartışmaya kapalıdır. Çünkü ABD, İsrail’in çıkarlarını her koşulda sorgulamadan desteklemek zorundadır. Müesses nizama karşı çıkan tek başkan ABD’nin 35. Başkanı Kennedy idi ve bu tutumunun bedelini hayatıyla ödedi. Bu bağlamda, Trump döneminde Amerikan şahin politikalarının sahada daha sert uygulandığı bir dönemin kapısının aralandığı söylenebilir. 2016’daki Trump’tan daha neocon bir yönetim anlayışı görebiliriz. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Başkan Trump arasında her zaman bir diyalog mekanizması işledi. İki güçlü liderin konuşabilir olması, kompartıman siyaseti çerçevesinde ilişkileri iyileştirebilir.

F-35 ve F-16’lar konusunda oldukça önemli olan ikili ilişkilerde ise Biden’ın söz vermesine rağmen yeterince yol alınamadı. Kuvvetle muhtemel ki Trump döneminde de

F-35 kartı Demokles’in kılıcı olarak kullanılmaya devam edecek.

KIBRIS’TA SICAK ÇATIŞMA RİSKİ

Kıbrıs meselesi de ikili ilişkilerde önemli başlıklardan biri. Türkiye, Kıbrıs’ta iki devletli çözümden başka bir seçeneği kabul etmeyeceğini sürekli ifade ediyor. Ancak, son olarak 24 yılın ardından GKRY liderinin Beyaz Saray’da Biden ile görüşmesi, çoklu işbirliği anlaşmalarının imzalanması ve adada Türkleri işgalci gibi gösteren açıklamalar, bu konunun ABD-Türkiye ilişkilerini gelecekte de germeye devam edeceğinin bir göstergesi. ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında GKRY’de askeri üs kurması planlanıyor. Güney limanlarının İsrailli şirketler tarafından yönetildiği göz önünde bulundurulduğunda, Kıbrıs’ta sıcak çatışma riskinin giderek arttığı söylenebilir. Yunanistan ile olan ilişkilerde ise her ne olursa olsun pozitif gündemin devam etmesi önemli. Bu bağlamda, Yunanistan Başbakanı Miçotakis ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasındaki diyaloğun

daha da güçlenmesi gerektiği görülüyor.

MÜSTAKBEL DIŞİŞLERİ BAKANI RUBIO

Trump’ın Dışişleri Bakanı olacak olan Rubio ise gerçek bir neocon ve ABD müesses nizamının en etkili isimlerinden biri. Geçmişte Çin, İran ve Küba’ya yönelik sert söylemlerinin yanı sıra, Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında da eleştirilerde bulunmuştu. Örneğin, Türkiye’nin Suriye’de 2019 yılında yürüttüğü Barış Pınarı Harekâtı’na karşı çıkarken, Trump’ın ABD askerlerini bu süreçte geri çekmesini de sert bir dille eleştirdi. Ayrıca, sözde Ermeni soykırımı iddialarının kabul edilmesinde en güçlü destekçilerden biri oldu. Kıbrıs meselesinde de iki devletli çözüme karşı çıkarak federasyon modelini savundu. Dolayısıyla, yeni dönemde Türk-Amerikan ilişkilerinde zorlu başlıkların öne çıkması bekleniyor.

ABD’NİN EN BÜYÜK ENDİŞESİ

Suriye’de ise PKK’nın organik kolları olan SDG/YPG/PYD’yi meşrulaştırma politikasına karşı Türkiye, buna müsaade etmeyeceğini ifade ediyor. Bir başka önemli risk de Suriye konusunda ABD ve Rusya arasında bir anlaşmanın sağlanmasıdır; böyle bir durumda PYD/YPG daha geniş bir manevra alanına sahip olabilir. Ancak ne olursa olsun, Türkiye, güney sınırının hemen ötesinde bir “teröristan” yapılanmasına kesinlikle izin vermeyecek. Bu da bir “değerli yalnızlık” stratejisi olarak değerlendirilebilir. Başkan Trump eğer dört senelik başkanlık süresini tamamlayabilirse, bu dönem Türk-Amerikan ilişkilerinin bütünüyle “ihtiyatlı iyimserlik” anlayışı kapsamında şekilleneceği olasıdır. ABD’nin en büyük endişesi Türkiye’nin “kenar kuşaktan” koparak Avrasya bloğuna dahil olmasıdır. Bu durum elbette Türkiye’nin diplomatik pazarlık gücünü arttırmakta, Trans-Avrasya koridorunun jeopolitik gücü konumunu pekiştirmektedir.