Ediz Ekinci - Bölgesel Güvenlik Uzmanı
ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ile Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov neredeyse bir yıldır aralarında sürdürmekte oldukları Suriye'de uzlaşı ve barış sürecine ait müzakerelere bir ateşkes anlaşmasıyla başlamayı öngören göreli yeni durumu 10 Eylül'de dünya kamuoyuna açıkladılar.
ABD ve Rusya arasında tarafları müşterek bir çözüm kümesinde buluşturmak için yürütülen teknik ve siyasi düzeydeki al-ver sürecindeki en kritik noktayı 28 Temmuz 2016'da el-Kaide'den ayrıldığını duyurarak Şam'ın Fethi Cephesi adını alan Nusra Cephesi konusu oluşturmaktaydı. Nusra Cephesi'nin ABD açısından işlevsel bir önemi bulunmaktaydı. Her ne kadar terörist örgüt listesinde tutuyor olsa da Suriye iç savaşındaki tarafların müzakere masasındaki gücünü belirleyecek en ağırlıklı unsur olan Halep savaşlarında Türkiye/ABD destekli silahlı muhalif gruplara kuvvet çarpanı etkisiyle ilave durum üstünlüğü sağlıyor olması nedeniyle bir nevi Rusya'dan esirgemekteydi. Görüldüğü gibi resmi olarak terörist ilan etmiş olsa bile maksatlarına hizmet ettiği sürece ABD koruma/esirgeme görevini yerine getirebiliyor.
Kerry'nin, ateşkes için öngörülen yedi günlük süreçte sükûnetin sağlanması ve ölçüsünün ya da kriterlerinin ne olduğu pek belli olmayan hiç olmazsa şiddetin yoğunluğunun azaltılmasını beklediklerini ifade ediyor olması ABD ve Rusya'nın kendi vekilleri üzerindeki etkisinin sorgulanmasına neden olurken Suriye'deki duruma taraf ülkelerin kaygılarını giderememiş bir anlaşmanın varlığına da imada bulunmakta.
ÜÇ KRİTİK KONU
ABD Dışişleri Bakanlığı sözcü Kirby'nin, rejimin hava operasyonu yapacağı bölgelerle ilgili olarak kurulacak 'Müşterek Uygulama Merkezi (Joint Implementation Center)'den onay almaları gibi bir durumun söz konusu olmadığını, ancak silahlı muhalif ve Şam'ın Fethi Cephesi'ne ait unsurların bulunduğu bölgelere rejimin giremeyeceğini, bununla birlikte DEAŞ'a yönelik operasyonlarda rejime bir kısıt konmayacağını açıklaması üç önemli konuyu ortaya çıkarıyor. Birincisi, ABD'nin rejimin Şam'ın Fethi Cephesi'ni bahane ederek silahlı muhaliflerin kontrolü altındaki bölgelere girmesini önleyerek zaten çok kırılgan tasarlanmış ateşkes anlaşmasını bozmalarına engel olmak, ikincisi Şam'ın Fethi Cephesi'nin hedef listelerine alınmasını doğrudan Rusya'yla koordine etmek ve üçüncüsü Şam'ın Fethi Cephesi'ni elinden geldiği süre kadar Fetih Ordusu'nu oluşturan gruplar içinde tutarak mevcut muhalif kazanımlarını pekiştirmek. İkinci konunun nasıl içinden çıkılacağı oldukça zor. Çünkü Halep çatışmalarında Fetih Ordusu'nu oluşturan gruplar içinde bulunan Şam'ın Fethi Cephesi'nin diğerlerinden ayırt edilebilmesi neredeyse imkânsız. ABD'nin Şam'ın Fethi Cephesi'ni diğer muhalif gruplardan gerek hedef açısından ayırt edebilmenin imkânsızlığını bilmesi gerekse diğer muhalif grupların Şam'ın Fethi Cephesi'nden ayrılmak istemeyeceği bir durumda Rusya'nın bir ateşkes anlaşmasını ne kadar sürdürebileceği şüpheli. Bir başka zorluk da özellikle de rejim destekçisi grup ve ülkelerin söz konusu anlaşmaya uymayı taahhüt etmelerinin altında yatan maksat anlaşıldıktan sonra muhaliflerin ateşkesi devam ettirme isteğinin nasıl sağlanacağı. Üçüncü konunun zorluğu ise üzerinde mutabakat sağlanmış Şam'ın Fethi Cephesi hedeflerinin kim tarafından vurulacağı yani hedef tahsisi.
Silahlı muhaliflerin karşı tarafta yer alanlar kadar çabuk davranamadıkları, tereddütleri olduğu görülmektedir ki haksız da değillerdir. Rejim ve destekçileri, süreç içinde ABD ve Rusya'nın müşterek hedef alacağı Şam'ın Fethi Cephesi'nin etkisiz hale getirilmesinin silahlı muhaliflerin toplam gücünü azaltacağını hesap etmektedir. Muhaliflerin böyle bir sonuçla karşılaşacak olmasını neredeyse garanti eden bu anlaşma karşısında ABD ve Rusya'nın, Türkiye, S.Arabistan ve Katar'ın desteğini sağlamak ve muhaliflerin bekası için ne tür taahhütlerde bulunduğu, Türkiye'ye PKK/PYD'ye yönelik operasyonlar konusunda hangi araçları sağladığı, ne tür bir hareket alanı ve serbestisi açtığı kritik önemde. Aslında ABD-Rusya ikilisinin kurduğu modelde Türkiye'nin kendi ve bölge çıkarlarını öne çıkaran bir çözüm kümesi bulabilmesi bu modele ekleyeceği/çıkaracağı yeni kısıtlarla mümkündür. Öte yandan Şam'ın Fethi Cephesi'nin pragmatik bir yaklaşımla zaten sahada var olduğu şekliyle organik olarak diğer grupların içine difüzyonu Rusya'nın ve İran'ın söz konusu gerekçeyle muhalifleri zayıflatma planının değerini yitirmesine neden olacaktır.
AĞIRLIK MERKEZİ ARTIK HALEP
Açıklanan ateşkes anlaşmasının bütüncül gibi görünüyor olması ancak yerel dinamikleri göz önüne almaması anlaşmanın yerine getirilmesinin önündeki diğer önemli engellerden biri. Rejim unsurlarının Rusya ve İran yanlısı şeklinde giderek bölünüyor olmaları da rejimi taahhütlerini yerine getirebilecek kapasiteden uzaklaştıran bir başka faktör.
Anlaşmanın tüm Suriye'yi kapsadığı açıklansa da Suriye iç savaşının dayandığı ağırlık merkezi artık Halep. Suriye'nin geneline hâkim bir düğüm noktasında bulunması ve Türkiye'yi doğrudan etkileyecek coğrafi konumu, PKK/PYD'nin Akdeniz'e açılan mutasavver terör koridorunun sürdürülebilir olması açısından enerji, gıda, sanayi, ulaştırma kısaca ana lojistik merkez oluşu nedenleriyle her iki taraf için de elde edilecek bir durum üstünlüğü Suriye'deki ve bölgedeki stratejik resmi önemli ölçüde değiştirme potansiyeline sahip.
ABD'nin muhtemel planına göre; ateşkesin etkin devamı Halep'teki unsurlardan kuvvet tasarrufu imkânı sağlayacak, bu kuvvetlerle DEAŞ'ın Rakka merkezine düzenlenecek harekâta asıl kuvvet unsurlarıyla geri bölge emniyeti ve kontrolü için ilave kuvvet ihtiyacı karşılanmış olacak. Türkiye'nin bir anlamda uygulama destekçisi kuvvet olarak (enabler force-ABD'nin Afganistan'da güvenlik güçlerinin Taliban'a yönelik operasyonlarında uyguladığı destek şekli) Rakka'ya yapılacak operasyon için ihtiyaç duyacağı yerel kuvvetler bu şekilde karşılanmış olacak. Ateşkes anlaşmasıyla silahlı muhalefetin içindeki Şam'ın Fethi Cephesi'nin etkisiz hale getirilmesi, dolayısıyla silahlı muhalefetin toplam gücünün azaltılması, ardından DEAŞ motivasyonlu Rakka operasyonunda mevcut Cerablus operasyonundaki muhaliflere ilave olarak Halep'ten tasarruf edilenlerin Rakka derinliğinde yıpratılması ve sonuçta rejimin karşısında herhangi bir direniş unsurunun kalmaması. Dolayısıyla PKK/PYD'nin de önünün açılması kuvvetle muhtemel.
Bununla birlikte Türkiye'nin DEAŞ'la mücadelede ABD'nin “güvenilir kara ordusu” olarak tescil ettiği PYD/YPG terör örgütünün elinden bu kartı almak istemesinin Türkiye'yi aslında bir başka açmaza soktuğu da aşikâr. Birincisi böyle bir harekâtta her ne kadar uygulama destekçisi işlevi yürütüyor olsa da Türk Silahlı Kuvvetleri'nin harekât derinliği artacaktır. Buna bağlı olarak kuvvet ihtiyacı geometrik bir artış gösterecek, lojistik ve muhabere irtibat hatları uzayacak, geri bölge emniyeti daha hassas hale gelecektir. Böyle bir durumda PKK/PYD'nin Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarına geriden terör saldırıları yöneltmesi sonucu ortaya çıkacak insan/malzeme/sistem kayıplarının siyasi, sosyal ve askeri olarak telif edilip edilemeyeceği siyasi karar vericiler tarafından öncelikle düşünülmesi gereken hususlar olarak karşımıza çıkıyor. Kaldı ki Türkiye'nin ortadan kaldırmakla mükellef olduğunu düşündüğü tek terör örgütü DEAŞ değildir. Bu bağlamda tahsis edilecek askeri hedefler için önceliklendirilmiş ve dengelenmiş siyasi amaçlar manzumesinin iyi tespiti gerekmektedir.
Suriye'deki oyun Suriye'yle sınırlandırılamayacak kadar geniş kapsamlı. Ülkemizdeki siyasi karar verici makamların da o ölçüde geniş bir istişare ve karar destek sistemine ihtiyacı var. Bu ihtiyacın karşılanması karşı karşıya kaldığımız tehdit ve risklerin büyüklüğü, aciliyeti karşısında formel/kurulu teşkilatlanmanın sahip olduğumuz değerli insan kaynaklarımızla/kurumlarımızla desteklenmesini zorunlu kılıyor. FETÖ'nün yıllar yılı sarfettiği büyük gayretlerle dar çerçeveye zorlanmış ve esirgenmiş karar alma süreçleri hem siyasi sorumluluk taşıyan makamları zora sokuyor hem de milli bekamızı tehlikeye atıyor.