Ahmet Arda Şensoy / Doktora Adayı, Nottingham Üniversitesi
İsrail’in Gazze’deki soykırım girişimi 14 ayı tamamlamak üzereyken şu aşamada konu bölgesel güç mücadelesi ve İsrail’in yayılmacılığına odaklanmış durumda. İsrail’in Hizbullah’a yönelik saldırılarının yanı sıra Güney Lübnan’da yaşanabilir her yerleşim yerini bombalaması ile Lübnan da İsrail yayılmacılığından nasibini alıyor. Diğer taraftan İsrail’in Yemen, Irak ve özellikle Suriye’ye yönelik hava saldırıları da devam ediyor. Hizbullah, Şii milisler ve İran’la mücadele olarak paketlenmeye çalışılan bu saldırıların İsrail’in bölgeyi ateşe atma ve işgalini genişletme amacı taşıdığı artık kesin gibi.
ÇOK AKTÖRLÜ BİR GÜÇ MÜCADELESİ
İsrail’in bu yayılmacılığı ve işgal politikasının Suriye ayağını anlamak için ise Suriye krizine müdahil aktörlerin pozisyonlarını ve eylemlerini incelemek gerekmekte. Bu açıdan krize yönelik stratejik düzeyde Türkiye, Rusya ve ABD üçgeninde oluşan kutupların yanı sıra, bölgesel düzeyde; güneyde İsrail, Rusya ve İran’a, yerelde ise Hizbullah ve PKK/YPG terör örgütünün hayatta kalma çabalarına odaklanan farklı katmanlarda kriz incelenebilir. Bu girift ilişkiler ağı ve mücadele noktalarını anlamlandırmak, tüm aktörlerin hem Suriye’de hem de genel olarak bölgeye dair vizyonlarını anlamak açısından değerli olacaktır. Güney Suriye’de İsrail’in saldırılarına gelen ve gelmeyen tepkiler, kuzeyde Trump sonrası ABD’nin çekilme ihtimaline karşı tarafların aldığı pozisyonlar, İran ve Hizbullah’ın mevzilerini koruma çabası ve tüm bu karmaşanın ortasında Esed rejiminin hayatta kalma çabasını, Suriye’yi yakından takip etmeyenlerin gözden kaçırmış olabileceği ayrıntılarla anlatmak resmi netleştirecektir.
İSRAİL, SURİYE TOPRAKLARINDA DEVRİYE ATIYOR
İlk olarak, en sıcak gelişme olan İsrail’in Suriye sınırındaki askeri faaliyetleri ve hava saldırılarına odaklanmak gerekiyor. Geçtiğimiz hafta uluslararası basında çıkan haberler ve uydu fotoğrafları ile görüldü ki İsrail, 1974’te oluşturulan askerden arındırılmış bölgeye yönelik faaliyetlerde bulunuyor. Zırhlı araçların ve askeri birliklerin eşlik ettiği iş makineleri ile İsrail’in Suriye toprakları içerisinde topçu mevzileri inşa ettiği, asfaltlama çalışmaları yaptığı ve bazı bölgelerde çit çekerek güvenlik noktaları oluşturulduğu görüldü. Yine İsrail ordusundaki askerlerin sosyal medyada paylaştığı videolarla da ortaya çıktı ki İsrail askerleri sınırdan istedikleri gibi içeriye girip devriye atabiliyorlar.
İsrail’in sınırdaki bu hareketliliği 1974’teki anlaşmayı ihlal ettiği gibi şu an bu hareketliliğin Suriye’ye yönelik bir kapsamlı harekata dönüşüp dönüşmeyeceği ise belirsiz. Diğer taraftan başka bir önemli gelişme ise İsrail’in Suriye’ye yönelik alışageldiğimiz hava saldırılarının ötesinde Suriye’nin çöl bölgesinde bulunan Palmira’da düzenlediği hava saldırısı olmuştur. Geçtiğimiz hafta Çarşamba günü gerçekleşen saldırıda 60’tan fazlası İran yanlısı Suriyeli milis, 11 Hizbullah mensubu ve Irak kökenli bir Şii milis grubu olan Nuceba hareketine bağlı 27 milis olmak üzere toplam 90 kişinin öldüğü belirtilmektedir. Bu da saldırıyı İsrail’in Suriye’de şu ana kadar düzenlediği en büyük hava saldırısı yapmakta.
İLK KARA HAREKATI
Öte yandan bir diğer ilginç gelişme ise 9 Eylül ve 3 Kasım’da yaşandı. 9 Eylül’de Suriye’nin Lübnan sınırına yakın Masyaf şehrinde İran ve Hizbullah’ın füze üretmek için kullandığı belirtilen bir yer altı üssünde patlamalar meydana gelmiş, daha sonra bu saldırıda İsrail özel kuvvet askerlerinin de yer aldığı belirtilmiştir. Buna göre, İsrail önce üssü hava saldırılarıyla vurmuş, sonra özel kuvvetler yeraltı üssüne girip patlayıcılar yerleştirerek üssü havaya uçurmuştur. Bu da İsrail’in kara unsurlarını da kullandığı nadir saldırılardan biri olması açısından oldukça dikkat çekmiştir. 3 Kasım’da ise yine İsrail askerleri Suriye’nin Ürdün sınırına yakın bir noktaya kara operasyonu yaparak, İran adına çalışan bir Suriye vatandaşını kaçırmışlardır. Bu harekât, İsrail ordusunun Suriye’de düzenlediğini açıkladığı ilk kara harekâtı olması açısından oldukça dikkat çekicidir.
Tüm bu İsrail saldırıları gösteriyor ki İsrail yayılmacılığı Suriye’ye de sıçramış durumda ve İsrail geçmişte düzenlediği saldırılardan farklı yöntemlerle hareket etmektedir. Ancak İsrail’in Hizbullah ve İran destekli grupları bahane ederek Suriye’ye yönelik saldırılarını artırmasına Rusya ve Esed rejiminin tepkileri, konunun oldukça karmaşık olduğunu gözler önüne sermektedir.
ESED’İN HAYATTA KALMA MANEVRALARI
Geçtiğimiz aylarda Suriye özelinde konuşulan en temel konu, Esed rejiminin İran ve Hizbullah’la arasına mesafe koyarak İsrail saldırılarına hedef olmaktan kaçınma ihtimaliydi. Her ne kadar diplomatik düzeyde Esed rejimi yetkililerinden İsrail saldırılarına tepkiler gelmiş olsa da rejim unsurlarının İsrail ordusunun sınır ihlallerine ve Suriye içerisinde karadan faaliyet yürütmesine göstermediği tepki, rejimin pozisyonunu göstermesi açısından kayda değerdir. Diğer taraftan Rusya’dan da Suriye’nin bir İsrail-İran savaşının cephesi olmaktan uzak tutulmasını işaret eden açıklamaları düşünüldüğünde hem Şam yönetimi hem Moskova’nın İsrail saldırılarından çok bu saldırılara yol açan Hizbullah ve İran destekli grupların faaliyetlerinden rahatsız olduğu söylenebilir.
Şu aşamada Hizbullah’ın ve İran’ın Esed rejimi üzerindeki etkisini ve Suriye’deki faaliyetlerini bitirmek imkânsız bir yol görünmektedir. İç savaş boyunca rejimi ayakta tutmak için Suriye’de tüm cephelerde savaşan Hizbullah ve Şii milisler, günün sonunda rejim üzerinde oldukça büyük bir güç elde ederek, rejim kontrolündeki bölgelerde uyuşturucu üretimi, sınır bölgelerinde kaçakçılık gibi birçok faaliyete devam etmektedir. Ayrıca bu unsurların varlığı, İran’dan Lübnan’a uzanan lojistik hattın da korunması açısından İran ve Hizbullah için kritik öneme sahiptir. Her ne kadar Suriye’ye istikrar gelmeden bu unsurların ülkeden çıkarılması mümkün görünmese de Esed rejiminin hayatta kalmak için bu unsurlarla arasına bir mesafe koyma çabasında olduğu ve Rusya’ya yakınlaştığı söylenebilir. Burada kritik nokta, Esed rejimi unsurlarının Hizbullah ve İran destekli Şii milislerle ortak kullandığı askeri üsleri boşaltması ve İsrail saldırılarına hedef olmamaları için bu birlikleri Halep ve İdlib çevresine sevk etmiş olmalarıdır. Bu durum bir yandan Türkiye ve Suriyeli muhaliflerin muhtemel bir saldırısına karşı cepheleri tahkim etme çabası olsa da asıl niyetin İsrail’in güneyde düzenlediği saldırılara hedef olmak istememeleri olduğu söylenebilir.
RUSYA İÇİN BİR FIRSAT PENCERESİ
Bu aşamada Rusya için ise farklı fırsat pencereleri ortaya çıkmış gibi görünüyor. Ukrayna savaşında son aylarda görece eli rahatlayan Rusya’nın, ABD’de Trump’ın göreve başlaması sonrası Ukrayna savaşını bitirme vaadi ve Suriye’den muhtemel geri çekilme kararı sebebiyle görece bir konfora eriştiği söylenebilir. Buna göre, İsrail’in saldırıları Esed rejimini ve Suriye’deki Rus birliklerini hedef almadığı müddetçe, her ne kadar iç savaşta aynı safta yer alsalar da Hizbullah ve İran’ın etkisinin zayıflatılması anlamına geleceği için Rusların göz yumduğu durum. Ancak İsrail’in ekim ayında Rusya’nın Suriye’deki Hmeymim üssüne çok yakın bir noktayı hedef alması, Rusların da İsrail’i sınırlandırmak konusundaki eksikliğini gözler önüne sermiştir. Ayrıca Rusya’nın Suriye özel temsilcisi Lavrentiev, yaptığı açıklamada İsrail’in kendilerinden Suriye Lübnan sınırında Hizbullah’ın silah kaçakçılığını önlemelerini istediğini ancak Rusya’nın böyle bir garanti veremeyeceğini söylemesi de dikkat çekicidir. Buradan da anlaşılıyor ki İsrail, İran ve Hizbullah’ın Suriye’deki faaliyetlerini kısıtlamak için Rusya’dan ve dolaylı olarak Esed rejiminden bazı taleplerde bulunmuştur. Yine Lübnan basınında çıkan haberlerde, İsrail’in, Rusya ve Esed rejiminin vereceği Hizbullah’ın silah kaçakçılığını engelleme garantisine karşılık ABD’nin Esed rejimine yönelik ekonomik yaptırımları kaldırabileceğine yönelik anlaşma önerisi de Rusya’nın gördüğü fırsat penceresi ve Esed rejiminin hayatta kalmak için yapabileceği manevraları göstermesi açısından oldukça değerlidir.
Tüm bunların ışığında Rusya’nın ABD ve İsrail üzerinden yapacağı bir anlaşmayla hem Hizbullah ve İran’ın Suriye’deki faaliyetlerini sınırlandırma hem de Esed rejimi üzerindeki ekonomik tecridi kaldırarak iç savaşta üstlendiği maliyetten kurtulma şansı peşinde koştuğu söylenebilir. Her ne kadar propagandasını İsrail karşıtlığı üzerine kurmuşsa da Esed rejiminin 1973’ten beri İsrail’le direkt askeri mücadeleden kaçınma stratejisi ve İsrail’e tehdit oluşturmaktan sakınma çabası düşünüldüğünde Esed rejiminin Rusya’nın da desteğiyle böyle bir anlaşmayı imzalama esnekliğinin olduğu söylenebilir.
TRUMP SONRASI YPG TERÖRÜ
İsrail’in saldırıları, Rusya ve Esed rejiminin diplomatik oyunları ve Hizbullah ve İran’ın sahaya tutunma çabalarının yanında Suriye gündemini etkileyen son gelişme, ABD’de Donald Trump’ın başkanlığa seçilmesi olmuştur. İlk başkanlık döneminde Amerikan askerlerini Suriye’den çekme çabası düşünüldüğünde Türkiye ve Rusya gibi aktörlerin, oluşacak muhtemel boşluğu doldurmak için yarış halinde olacağı söylenebilir.
Şu aşamada Türkiye’nin PKK/YPG terörüne yönelik askerî harekât düzenleyeceği ve ilk aşamada terör örgütünü sınırından 30 kilometre güneye atacak hattı tamamlamak isteyeceği açıktır. Fırat’ın batısındaki Tel Rıfat ve Münbiç olmak üzere, ABD’nin kısmi çekilmesi sonrası Ayn el Arab (Kobani) gibi bölgelerde Rus askerlerinin Esed rejimi unsurlarıyla PKK/YPG terör örgütü mensuplarına güvenlik şemsiyesi sağladığı görülmektedir. Dolayısıyla Trump’ın Suriye’den çekilme kararı aldığı senaryoda Türkiye’nin operasyonu, Rusya ile diplomatik müzakereler ve sahada hızlı davranma yarışı şeklinde olacağı söylenebilir.
Her ne kadar Astana müzakereleri ve Soçi süreci gibi mekanizmalarla Suriye özelinde Türk-Rus ilişkileri bir diyalog zeminine sahip olsa da Rusya’nın, İsrail ve ABD’yle muhtemel gördüğü bir anlaşma sebebiyle Türkiye’nin terör örgütüne yönelik bir askerî harekâtına karşı olduğu söylenebilir. Öyle ki, Lavrentiev geçtiğimiz hafta yaptığı bir açıklamada, Esed rejiminin Türkiye ile normalleşmeyi baltalamak için öne sürdüğü talepleri savunarak Suriye’deki Türk askerini “işgalci” olarak tanımlaması ve Türkiye’nin muhtemel bir askerî harekâtını “kabul edilemez” olarak nitelemesi de Rusya’nın sert tavrını görmek açısından önemlidir. Bu noktada Rusya’nın, PKK/YPG terörüne kategorik olarak bir karşıtlığı olmadığını ve ABD’yle sağlanacak uygun bir zeminde terör örgütünün rejime entegre edileceği bir anlaşmaya açık olacağı düşünüldüğünde Türkiye’nin Suriye’de yapması kaçınılmaz operasyonun önemi ve değeri daha iyi anlaşılacaktır.
CEPHE YAKINDA ISINIR
Nihayetinde Rusya ve Esed rejimi, Haziran ayında gündeme gelmeye başlayan Ankara-Şam normalleşme müzakerelerini kabul edilemez taleplerle ortadan kaldırmış ve İsrail/ABD hattına yakınlaşan bir pozisyon almaya başlamıştır. Her ne kadar Ankara, Şam ile normalleşmeye İsrail’in Suriye’yi de tehdit eden yayılmacılığına karşı bir dayanak noktası ve İsrail yayılmacılığının bir parçası olarak görülebilecek PKK/YPG terörüne karşı bir anlam yüklese de Şam için Esed rejiminin hayatta kalmasının Suriye’nin toprak bütünlüğünden daha önemli olması dolayısıyla gerçekleşemediği söylenebilir. İsrail’in artan saldırıları ve yayılmacılığına karşı Hizbullah ve İran’ın var olma çabası, Rusya ve Esed’in gördüğü fırsat penceresi, Türkiye’nin PKK/YPG terörüne karşı kaçınılmaz operasyonu düşünüldüğünde Suriye cephesinin yakın gelecekte ısınması muhtemel. Bu üç trendi yakından takip etmek, Suriye’nin geleceğini görmek açısından değerli olacaktır…