Suriye halkının birliğinden memnun olmayanlar kulübü

1967’deki savaştan bu yana zayıf ve istikrarsız bir Suriye ile kedinin fareyle oynadığı gibi oynayan, ülkeyi yöneten zümrenin içerisine sızarak istihbarat toplamakta zorlanmayan, canı istediği gün ve saatte Şam dahil Suriye’nin her yerini hava saldırısıyla vurma imtiyazına sahip olan İsrail de final sahnesinin bir diğer memnuniyetsiz aktörü.

İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM

Mehmet Kancı - Gazeteci

Arap Baharı’ndan geriye kalan son kalıntı, Suriye iç savaşının, 13’üncü yılının donmuş cephe hatları ile tamamlanması beklenirken, 12 günde sürpriz bir final geldi. Muhaliflerin, İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesi’ne yönelik rejim güçleri ve İran destekli gruplar tarafından düzenlenen topçu saldırılarını durdurmak amacıyla 27 Kasım’da Halep kentinin batısındaki kırsal bölgeye başlattıkları saldırı, Baas Partisi’nin 61, Esad ailesinin 53 yıllık iktidarını noktaladı. 8 Aralık Pazar sabahı Beşşar Esed ve ailesinin ülkeyi terk ettikleri anlaşılırken, başkent Şam muhaliflerin eline geçti. ABD işgali sonrasında Irak’ta ya da Muammer Kaddafi’nin öldürülmesinin ardından Libya’da yaşananlardan farklı olarak, çok parçalı Suriye muhalefetinin askeri ve siyasi liderlerinin, devlet yönetiminin devamlılığının sağlanması hususu üzerindeki vurguları, Suriye’yi parlak bir geleceğin beklediği umudunu artırdı. 8 Aralık günü tamamlanırken ne bir intikam eylemi, ne yağma, ne de devlet kurumlarına ait binaların ateşe verilmesi gibi vakalara rastlanmadı. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Fransa’nın manda yönetiminden kurtulan Suriye ilk kez gerçek bir devlet olma sınavını Esed ailesinden kurtulduğu gün vermiş oldu.

YENİ SURİYE KİMLERİ MEMNUN ETMEYECEK?

Ülkeyi oluşturan toplulukların yönetimde hakkaniyet ölçeğinde temsil edileceği bir Suriye, şüphesiz Lübnan’a silah ve milis aktarma yolları kesilen İran’ı memnun etmeyecektir. İran, Şah yönetiminin yıkılıp Humeyni’nin iktidarı ele almasının ardından Orta Doğu’da ilmek ilmek dokuduğu nüfuz alanını, geri dönülemez şekilde kaybetmiş bulunuyor. İran, Suriye’yi kaybıyla, Lübnan sahasında yalnızca askeri gücünü tesis etmekten uzak kalmayacak, Lübnan siyasetine doğrudan müdahale etme imkanını da yitirmiş olacak.

Suriye halkının tek bir bayrak altında toplanmasından memnun olmayacak bir diğer ülke ise şüphesiz İsrail’dir. 1967’deki savaştan bu yana zayıf ve istikrarsız bir Suriye ile kedinin fareyle oynadığı gibi oynayan, ülkeyi yöneten zümrenin içerisine sızarak istihbarat toplamakta zorlanmayan, canı istediği gün ve saatte Şam dahil Suriye’nin her yerini hava saldırısıyla vurma imtiyazına sahip olan İsrail de final sahnesinin bir diğer memnuniyetsiz aktörü. Nitekim Suriye halkı kazandığı zaferi kutlamaya fırsat bulamadan İsrail Hava Kuvvetleri, Suriye ordusunun mühimmat depolarını, hava üslerini ve kamu binalarını vurmaya başladı. İsrail Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi, Gazze ve Lübnan’ı hedef alan savaşlarının ana cephesini Suriye’ye taşıyacaklarını ilan ederken, ilhak ettikleri Golan Tepeleri’nden Kuneytra’ya doğru oluşturdukları tampon bölgeyi genişletmek için İsrail ordusu da harekete geçti.

Suriye halkının kendi kaderinin iplerini ele almasından memnun olmayanlar grubunun bir diğer üyesi de muhakkak ki Rusya. Baas rejiminin 1967 Arap-İsrail Savaşı’ndan mağlup çıkması, Moskova’ya 200 yıldır peşinde olduğu fırsatı vermişti. Bu mağlubiyet vesilesiyle daha fazla askeri desteğe muhtaç duruma gelen Suriye, Moskova ile ilişkilerini artırma ihtiyacı duymuş, limanlarını Sovyet donanmasına açmıştı. Sıcak denizlere inmek için 18’inci yüzyıldan itibaren Osmanlı topraklarındaki Rumları ve Ortodoks Hristiyanları her fırsatta kışkırtan Moskova’ya aradığı fırsat altın tepside sunulmuş oldu. Bugün ise Rusya, Fırat Nehri’nin doğusundaki askerlerini güvenle tahliye edebilmek için Türkiye’den medet umuyor. Tartus ve Lazkiye’deki hava ve deniz üslerine ise kalıcı şekilde veda edecek. Donanma sahibi olmayan Ukrayna karşısında Karadeniz donanmasının hatırı sayılır bir kısmını yitiren Rusya, Suriye’de yitirdiği itibarı ve nüfuzuyla, çok kutuplu dünya düzenini dayatacak etkinliğini de kaybetmekte.

Gelelim, Suriye halkının güçlü bir siyasi birliktelik kurmasından rahatsız olanlar kulübünün bir diğer üyesi ABD’ye. Washington yönetimi “Şer Ekseni”nin parçası olarak işaretlediği Suriye’yi yaklaşık 10 yıldır Orta Doğu’daki hukuksuz askeri varlığını devam ettirmek için bir “gri bölgeye” dönüştürmüştü. Baas rejiminin ve Esad’ın şeytanlaştırılması, Fırat Nehri’nin doğusundaki ABD askeri varlığını, bu askeri varlığın PKK/YPG terör örgütüyle ittifakını, CENTCOM ile PKK/YPG’nin hakim oldukları Suriye topraklarındaki enerji kaynaklarını yağmalamalarını meşru kılıyordu. Lakin artık ne Baas ne de Esad ailesi var. CENTCOM’un Suriye’nin toprak bütünlüğünü ihlal etmesi, bir terör örgütüyle ortaklık kurmayı sürdürmesi ve Suriye halkına ait olan kaynakları yağmalamaya devam etmesi için sebep kalmadı. Tabii ABD söz konusu olduğunda küçük gibi görünen bir ayrıntı daha var. ABD’nin 20 Ocak 2025’te yeniden Beyaz Saray’a yerleşecek başkanı Donald Trump, ilk başkanlık döneminde, İsrail’in 1967’de işgal ettiği Golan Tepeleri’nin ilhakını onaylamıştı. Ne İsrail ne ABD, Birleşmiş Milletler kararlarını umursamasalar da artık Baas ve Esed’in olmadığı bir Suriye’nin topraklarına pervasızca el koymalarını izah etmenin yolunu da bulamayacaklar.

EN BÜYÜK KAYBEDENLER: PKK/YPG VE CENTCOM

Gelelim şimdi memnuniyetsiz olmanın ötesinde 12 günün en büyük kaybedenine. Yani PKK/YPG terör örgütünün ABD tarafından sahnelenen Mezopotamya’dan Akdeniz’e kadar uzanan demografik operasyondaki rolünün son bulmasına. Tasarım terör örgütü DEAŞ’ın 2014 yılında Musul’u ele geçirmesiyle zirve noktasına ulaşan “terör tiyatrosu”, sözde özgürlük savaşçısı PKK/YPG’nin ABD eliyle uluslararası toplum nezdinde meşrulaştırılmasının en önemli adımıydı. Bu tarihten sonra Rusya’nın da katılımıyla Türkiye-Suriye sınırı boyunca bir terör devletinin inşası süreci başladı. Bu inşaatın hendek kazılan ayağı da Türkiye sınırları içerisindeydi. Türkiye “Hendek Planı”nı akamete uğratıp, darbe girişimini de savuşturarak 2016 yılı içerisinde vakit kaybetmeden terör koridorunu parçalayacak adımları atmaya başladı. Washington ve Moskova Türkiye’nin adımlarını 2019 yılında imzaladıkları ve diplomatik uyutma metotlarıyla sürüncemede bıraktıkları mutabakatlarla önlemeye gayret etseler de 27 Kasım-8 Aralık günleri arasındaki gelişmeler Fırat’ın batısındaki PKK/YPG varlığının tamamen temizlenmesi ile noktalandı.

SÖZDE KANTON SİYASETİ ÇÖKTÜ

Bununla da kalmadı Fırat Nehri boyunca bölgedeki aşiretler harekete geçerek Esad rejimi güçlerinin PKK/YPG’ye terk ettikleri köy ve kasabaları geri aldılar. Bu süreçte şu ana kadar ABD, partneri terör örgütünün hava desteği taleplerine olumlu yanıt vermedi. Paralize olan CENTCOM, 8 Aralık’ta DEAŞ kamplarına yönelik operasyon bahanesiyle hava gücünü harekete geçirdi. Sözde kanton siyaseti ve terör koridoru, iskambil kağıtlarından şatolar gibi çökmekte. Dolayısıyla yıllardır Türkiye’deki Suriyelilerin ancak Esad ile masaya oturularak geri gönderilebileceğini savunanların, siyasi rotalarında nirengi noktası olarak sözde Rojava kantonu ile Kandil’i belirleyenlerin, 8 Aralık’tan sonra izleyecekleri siyasette güncelleme yapmaları gerekiyor. Bu kitle kim diye soracak olursanız, muhalefet güçleri Halep’i aldığında kaleme alınan yazılar üzerine internette bir araştırma yapmanız yeterli.

SİYASİ İKBALLERİNİ TERÖR ÖRGÜTLERİNE BAĞLAYANLARI BEKLEYEN SON

Halep’in alınması karşısında üzüntülerini saklayamayan bir kesim 30 Kasım’dan itibaren iki iddiayı hararetle gündeme getirmeye başladı. Bunlardan biri Suriye’den Türkiye’ye yeni ve büyük bir göç dalgasının başlayacağı endişesiydi. Bu endişeyi bir de Almanya’dan kimi siyasetçilerin paylaşması herhalde tesadüf değildir. İkinci iddiaları ise Türkiye’nin yanı başında, tırnak içerisinde ifade ediyorum “bir Pakistan oluşacağı” idi. Öngörüden ziyade gerçekleşmesini umdukları bu temennilerinin, muhaliflerin harekatları ilerledikçe gerçeklikten uzak olduğu da anlaşıldı. Suriye’den Türkiye’ye yeni bir göçün başlaması bir yana, Tel Rıfat’ta evlerinin zeminlerinin terör tünelleriyle oyulmasına, bağlarına bahçelerine mayın tuzaklanmasına aldırış etmeyen on binlerce Suriyeli evlerine dönmek için sınır kapılarına hücum etti. İkinci temennilerinin gerçekliğinin olmadığını görmek için ise biraz daha beklememiz gelecek. Baas partisinin Suriye halkı tarafından tasfiye edilmesi gibi, öngörülebilir gelecekte siyasi geleceklerini Orta Doğu’ya terör ihraç edenler ya da terör örgütleri ile diyalogla şekillendirenleri, Türkiye’deki seçmenlerin tasfiye etmesi kaçınılmaz olacak.