Realizm ekseninde Suriye politikası

BAE ile yeniden başlayan diyalog; “Esad ile de görüşülsün” söylemini beraberinde getirdi. Ancak Suriye’de meşru bir rejim ortaya konulmadıkça çıkarlarımız, mevcut rejimle “sınırlı bir ilişki” modelini ortaya koymaktadır. Buna karşın iç siyasette BAAS ve Esad sempatisi ile PKK/PYD terörüne yönelik güzellemeler ve farklı ideolojik saplantılarla yapılan değerlendirmeler tam olarak ibretlik bir hâli yansıtmaktadır.

İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM

Doç. Dr. Deniz Tansi / Yeditepe Üniversitesi Öğretim Üyesi

İngiltere’nin 19. yüzyıldaki başbakanlarından Lord Palmerston’a atfedilen, “uluslararası ilişkilerde ebedi dostluk ya da düşmanlık değil, ebedi çıkarların olduğu” gerçeği, özellikle realist ekolün diplomasideki başat bakışı olarak biçimlenmiştir. Devletleri rasyonel varlık olarak betimleyen bu bakış açısında; devlet aklının duygulara göre değil, rasyonel çıkarlara göre belirlenmesi ve davranışın da bu yönde gerçekleşeceği görülmektedir. Asırlar öncesine gidildiğinde haksız biçimde tenkit edilen Machiavelli de devlet davranışının çıkarlar çerçevesinde şekil alacağını 16. yüzyılda, siyaset bilimi literatürüne geçirmişti.

RİSK ALMAZ ERTELERSEN, BEDEL ÖDERSİN

Realizm bir tercih olmaktan öte olgu olarak uluslararası ilişkilerde yer alırken, George Kennan’ın ABD için ürettiği “risk ve bedel” minimizasyonu, Türk dış politikası için etkin alanı içinde yer alan Doğu Akdeniz’den Hazar’a, oradan da Orta Asya’ya yönelen bir eksende ele alınabilir. Bunun bir veçhesi, Türkiye’nin askeri anlamda aldığı risklerdir. Kennan’a göre, bir stratejik güç, herhangi bir konuda risk almaz ya da ertelerse, ileride çok daha büyük bir bedel ödeyebilir. Dolayısıyla Türkiye’nin Suriye-Irak örneğinde ve kardeş Azerbaycan’a Kafkasya’da verdiği desteğini ortaya koyan askeri güç kullanımı ile risk alındıysa da, bölgede Suriye-Irak hattında planlanan bir terör devleti oluşumuna göz yumulmamış dolayısıyla Türkiye’nin toprak bütünlüğü tehdit altına girmemiştir. Kafkasya’da ise “büyük Ermenistan” adı altında emperyalizmin tezgahına teslim olunmamıştır.

https://image.piri.net/resim/imagecrop/2021/11/30/10/58/resized_1146b-7f97f9fadusuncegunlugu_29_kasim_2021.jpg

Bugün BAE ile geliştirilen ilişkilerde, ekonomide özellikle değer verilen, doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını ülkemize çekme; dolayısıyla katma değer ve istihdam yaratan, vergi veren, ihracatla ülkeye döviz kazandıran “yabancı sermaye” zemininde eğer ilişki geliştirme reddedilir, yeni bir başlangıç yapma ertelenirse, İngiltere dahil Avrupa ülkelerinin rekabet ettiği bir alanda geride kalmak demektir. Spor kulüpleri dahil İngiltere’nin marka değerlerindeki Katar ve BAE ağırlığı, bu ülkeyi bir “vesayet” altına sokmamaktadır. Burada ekonomide temel düstur kabul edilen sermayenin “milliyeti” olur mu sorusunu dahi gündeme getirmeden, konuyu ele almaya çalışıyoruz. Öte yandan BAE’nin; Suudi Arabistan-İsrail-Mısır yüzeyinde, tek belirleyici olmasa da çarpan etkisi büyüktür. Buna Katar-BAE, BAE-Suudi ikililerini de ekleyebiliriz.

REJİMİN BUTİK ‘SURİYE’Sİ

Bununla birlikte, Türkiye-BAE ilişkilerinde “istikrar” gözeten kimi çevrelerin, konu Suriye, BAAS ve Esad rejimi olunca, bu bakış açıları, “Esed’le mutlaka uzlaşın” başlığında kesifleşiyor. 2011’den itibaren nüfusunun neredeyse çoğunluğunu başka ülkelere “sığınmacı” kimliğiyle tehcir eden, tehcir sonrası “yeni Suriye” yaratan rejimin durumu, uluslararası hukuk temelinde tartışmalıdır. Sığınmacıların güven içinde ülkelerine dönmeleri, iş kurabilmeleri, eğitim alabilmeleri, vatandaşlık haklarından tam olarak yararlanabilmeleri konusunda, ortada verilmiş uluslararası bir güvence yoktur.

Esed ülkenin bir bölümünü PKK/PYD terörüne bırakarak terör oluşumunu siyasallaştırırken; DAEŞ ise Suriye’deki küresel askeri varlıkların adeta can simidi olmuştur. “DAEŞ’e karşı mücadele” adı altında ABD ve Rusya, çıkarları çelişse de, PKK/PYD terörünü bir çözüm olarak göstermektedirler. Rusya vesayetindeki Esed rejimi 2015’ten itibaren; Rus kara, hava ve deniz güçlerinin koruması altına girerken, son zamanlarda Rusya-Esed başlığında İran’ın bölgesel müttefik olarak buradaki varlığı da göze batmaktadır. Halbuki Suriye-İran rejimlerinin işbirliği, Lübnan’da Hizbullah’ın “devlet içinde devlet” yapısını, 1980’lerden beri tahkim etmiş, Hizbullah’ın siyasal antitesi İran’ın Doğu Akdeniz siyasetinde uç bir yapılanma olarak dikkat çekmiştir.

Bu noktada Türkiye’nin son aylarda; Mısır, İsrail ve şimdi BAE hattındaki realist politikalarının, Mart 2022’de, Arap Birliği’ne BAE’nin de desteğiyle dönülmesi yolunda mesafe alan Suriye zemininde de ilerlemesi tartışılmaktadır. Bu boyutuyla temel farklılık, Şam-Halep hattında, Rusya vesayetindeki, tehcir sonrası “butik Suriye”nin ve BAAS rejiminin ne kadar muhatap alınacağıdır.

Bölge ülkeleri değişik angajman ve yaklaşımlarla, Suriye’yi yeniden “sistem içine” çekmeye çalışabilir. Ancak burada atlanan konu; Suriye içinde tüm Suriye ve Suriyelileri kapsayacak, sığınmacıların güven içinde ülkeye dönebildikleri, terör antitelerinin tasfiye edildiği ve meşru seçimlerle yeni bir rejimin kurulacağı Suriye’nin tahkim edilmesidir.

İÇ SİYASETTE BAAS SEMPATİSİ

Dış politikanın iç siyasetle harmanlandığı bugünkü tartışmalarda, ne olursa olsun Esed ile anlaşılması ısrarında, belki de son BAAS rejiminin bölgedeki geleceğiyle ilgili kaygılar bulunmaktadır. Yakın geçmişte oğul Esad ile yeni bir sayfa açılması, devlet politikasının gereği olarak gelişmişti. Fakat 2011’de “gecikmiş Arap Baharı” başlığında başlayan olaylar, Suriye içindeki ortak yaşamı, kamu düzenini tasfiye ederken, tarihin en kanlı siyasal tehciri ve iç savaşlarından biri yaşanmıştır. Üstelik Esad, resmi söyleme karşın, giden yurttaşlarını geri istememekte, kendince “steril bir kimlik”le, mezhepsel bir toplum ve rejim yaratılması sürecini, BAAS üst kimliği ile meşrulaştırmaya gayret etmektedir. Sisteme dönmesi için geliştirilen gayretler de, “ben yaptım oldu” başlığında, yaptığının yanına kar kalacağı bir “yeni Suriye”ye hizmet etmektedir.

BAAS rejiminin böyle bir “ülke inşası”nda, ülkemiz dahil bölgede farklı sayfa ve başlıklarda, yapısal krizler yaşanması olasıdır. Halihazırda ülkemiz açısından PKK/PYD terörünün olası bir anayasada, büyük güçlerin de desteğiyle, özerklik adı altında devletleşmesi, DAEŞ’in “Demokles’in kılıcı” gibi, terör unsuru olarak büyük güçlerce kullanılması, yeni şiddet sarmalları ile, yeni sığınmacı ve göç dalgalarını oluşturması, bir kehanet değil, stratejik bir gerçeklik olarak gözümüzün önünde durmaktadır.

Suriye’de meşru bir rejim ortaya konulmadıkça, çıkarlarımız mevcut rejimle sınırlı bir ilişki modelini ortaya koymaktadır. Bunun yanında iç siyasette BAAS ve Esad sempatisi ve PKK/PYD terörüne yönelik güzellemeler ve farklı ideolojik saplantılarla ele alınan değerlendirmeler ise tam olarak ibretlik bir hâldir.

Türkiye, ne zaman kendi çıkarına uygun geliyorsa, daima meşru sistemin gereği ile hareket eden bir ülke olarak, Suriye’de, karşısında muhatap olabilecek bir yapı olduğunda gereğini yapacaktır. Bir adım ötesi, günlük polemikler ve mugalatadan ibarettir.

DÜNYA
ABD'nin eski Suriye Özel Temsilcisi Jeffrey: Türkiye olmadan Suriye'de çözüm olmaz

DÜNYA
PKK ve rejim Rus üssünde masaya oturdu