Dr. Emine Çelik / Siber Güvenlik Uzmanı
Terör saldırılarının birçok motivasyonu ve ulaşmak istediği hedefi olmakla birlikte genel bir ifadeyle toplumlarda korku iklimini ve eylemin gerçekleştiği ülkede güvensizlik ortamını oluşturmak için sıklıkla kullanıldığını söylemek mümkün. 11 Eylül saldırıları sonrasında uluslararası bir güvenlik sorunu olarak daha sık vurgulanan terör saldırıları ise Türkiye’nin uzun yıllardır ASALA, PKK, DEAŞ ve FETÖ gibi ideolojik fraksiyonlarıyla mücadele ettiği/ etmek zorunda kaldığı bir güvenlik sorunu. Buradan hareketle de Türkiye’nin uluslararası toplumu terör ve unsurlarının neden olduğu tehditlere karşı farkındalığını arttırma çabaları, terörle mücadelede (özellikle DEAŞ ile mücadelede uluslararası alanda daha sık görünür hale gelmiştir) ön planda aktif rol aldığı bilinmekte. Bu bağlamda da Türkiye hem vatandaşlarının ve sınırlarının güvenliğini korumak hem de uluslararası düzeyde terör ve kaynaklarını ortadan kaldırmak adına devletler, kurum ve kuruluşlarla ortak yürütmüş olduğu diplomatik ve kolluk güçleriyle entegreli bir yol izlemekte. 13 Kasım tarihinde İstiklal caddesinde gerçekleşen saldırı sonrasında ise Türkiye’nin terörle mücadelesi büyük bir kararlılıkla devam ediyor.
BATI’NIN İKİRCİKLİ TAVRI
Saldırı sonrasında eylemi gerçekleştiren kadın terörist ve ona yardım eden kişilerin kısa sürede yakalanması ve iltisaklı olduğu YPG / PKK terör örgütü bağlantısını itiraf etmesi Türkiye’nin YPG ve PKK ilişkisine dair haklı tutumunu bir kez daha gösterirken, Ankara’nın saldırı sonrasında eylemin arkasındaki güçlere dair haklı sert tutumu karşısında PKK’ya askeri mühimmat, finansal ve lojistik destek sağlayan ülkelerin taziye mesajları ise ikircikli tutumun ötesine geçemediğini de ifade etmek gerekir. Nitekim İstiklal caddesinde yaşanılan saldırı sonrasında: New York Times’ın Türkiye’nin artan turizm hareketliliğini hedef alan haberi, BBC’nin Ankara’yı işaret ederek Türkiye’de yaklaşan seçimleri ilişkilendirmesi ve bununla ilgili Türkiye karşıtlığında lobi yapan kişi ve kurumların söylemlerine yer vermesi, CNN’nin saldırının faillerine ilişkin çelişkili söylemleriyle PKK terör örgütünü aklama çabaları örgüte dair Batı’nın tutumunu bir kez daha gözler önüne sermiştir.
Ankara yapılan tüm dezenformasyon çalışmalarına en makul cevap olarak BM 51. maddesi kapsamında meşru müdafaa hakkını kullanıp, Irak ve Suriye’nin kuzeyinde PKK/ YPG’li teröristleri bölgeden arındırmak amacıyla Pençe Kılıç Hava Harekatı’nı düzenledi. Türkiye’nin son dönemlerde gerçekleştirmiş olduğu en kapsamlı hava harekâtı olarak değerlendirilen Pençe Kılıç Harekâtı’na ise terör örgütüyle iltisaklı gruplar tarafından tepki gecikmedi. ABD Kongre üyesi Frank Pallone Türkiye’nin harekât esnasında sivilleri, bir hastaneyi ve altyapıyı bombaladığına dair atmış olduğu asılsız tweet, PKK’nın ABD’deki lobisine dair önemli bir kanıt. Bilindiği üzere Pallone’nin Türkiye’ye F16 satışlarının engellenmesinde ve PKK’ya ABD’nin daha fazla askeri mühimmat ve finansal yardımda bulunmasında önemli bir aktör olarak rol alması da tesadüf değil. Ukrayna Rusya Savaşı sonrasında NATO’ya katılma talebinde bulunan İsveç’te ise Türkiye Büyükelçiliği’ne yansıtılan bir projeksiyon ile Türkiye’nin sözde PKK terör örgütünün Suriye’de PKK ve uzantılarına karşı düzenlediği operasyonlarda kimyasal silah kullandığına ve sözde şehitlerine dair yalan haberler yansıtıldı.
HAVUÇ-SOPA DENGESİ
Terör örgütü PKK/ YPG’nin ise Türkiye’ye yönelik saldırıları tüm dünyanın gözü önünde devam ediyor. Öyle ki 21 Kasım’da Kilis’e roketatarlı saldırı düzenlenmesinin akabinde Gaziantep’in Karkamış ilçesinde terör örgütü PKK / YPG’nin sivillere yönelik düzenlediği roketatarlı saldırıda 1 çocuk ve 1 öğretmen hayatını kaybederken onlarca kişi yaralandı.
Bilindiği üzere, Türkiye’nin Ukrayna- Rusya savaşındaki arabuluculuk rolü, tahıl krizinin bertaraf edilmesi, Rusya’nın agresif politikasını dengelemesi, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğinin yalnızca terör örgütleriyle olan bağlarının kesilmesinin akabinde olabileceği yönünde ortaya koymuş olduğu irade ve daha bir dizi hamlesi Ankara’nın diplomatik başarıları olarak kayda geçerken, Türkiye’yi uluslararası bir aktör olarak konumlandırdı.
Söz konusu bu durumdan rahatsız olan gruplar ise Türkiye’nin PKK ve uzantılarıyla yürütmüş olduğu mücadelede, terör örgütüne ekonomik, siyasi, toplumsal ve hatta askeri ekip ve mühimmatla destek vermekte. Halihazırda da Ankara’nın terörle mücadelede sıklıkla vurguladığı “terör/ terörizm ve terör örgütleriyle uluslararası mücadele”nin esas olduğu vurgusunun öneminin bir kez daha açığa çıktığını söylemek mümkün. Buradan hareketle de terör örgütü PKK/ YPG’nin saldırılarını arttırdığı şu günlerde Türkiye’nin diplomatik ilişkilerinde havuç sopa dengesini daha sistemli şekilde kullanmasının gerekliliği ortada…