Prof. Dr. İdris Nebi Uysal / Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Öğretim Üyesi
Eskiden beri Türk dünyasına karşı özel bir ilgim olmuştur. O muazzam coğrafyayı gezip görmeyi, bölge halkıyla tanışmayı, hatta oralarda bir süre yaşamayı hayal ederdim. Bu istek, dil ve edebiyat tahsilimi tamamladıktan sonra biraz daha arttı. Yıllardır beklediğim, dahası hayalini kurduğum bu ziyaretse geçtiğimiz ay Özbekistan seyahatiyle gerçekleşti.
Özbekistan gezisi, bölgeye daha önce birkaç kez giden arkadaşlarımızın “İyi bir ülkeyle başlıyorsunuz.” değerlendirmesiyle başladı. O güne kadar kadim coğrafyamıza ayak basmamıştım ama Taşkent’e adım attığımız andan itibaren bu tespitin yerinde olduğu hemen anlaşılıyordu. Orada 8 gün boyunca gördüklerim ve hissettiklerim de aynı istikametteydi.
“HAYAL ETTİĞİMDEN ÇOK DAHA GÜZEL”
Okuyanlar yahut o coğrafyayı yerinde görenler bilirler. Özbekistan çok yönlü, özellikli bir ülkedir. İlk bakışta bu hükmün hemen her devlet için geçerli olduğu düşünülebilir. Fakat ülke; tarih, siyaset, dil, din, edebiyat, ilim, medeniyet, coğrafya, toplum, ticaret, gastronomi ve daha birçok açıdan değerlendirildiği zaman bu tespitin yerinde olduğu hemen anlaşılır.
Bugün Semerkant, Buhara, Fergana, Nemengan, Endican, Ürgenç gibi önemli merkezlere ev sahipliği yapan Özbekistan’ı anlatmaya başlarken bahsi gereken ilk şey ülkenin tarihi olmalıdır. Eskiden Turan, Orta Çağ’da Türkistan ve Mâverâünnehir, günümüzde ise Özbekistan adıyla anılan bu topraklar, zengin ve dinamik bir geçmişe sahip. Bu kadim bölge, MÖ 329-327 yılları arasında Büyük İskender’i de ağırlamış. Kaynaklar o tarihte Semerkant’ı ele geçiren İskender’in “Duyduğum her şey doğruymuş. Tek fark, hayal ettiğimden çok güzel olması.” dediğini kaydeder. Ülkenin köklü geçmişinde İslami Türk devletlerinin de büyük bir yeri var. Emir Timur, belki de bu görkemli mazide adı ilk sırada anılması gereken kişidir. Sonraki dönemlerde bölge ve civarında Şeybânîler ve Babür Devleti ile muhtelif hanlıklar kurulmuş, hanlıklar devri 20. asrın başlarına kadar sürmüştür.
İSLAM ÂLİMLERİ VE MUTASAVVIFLARIN MERKEZİ
Özbekistan isminin çağrıştırdığı temel alanlardan biri İslam dinidir. 707-715 yıllarında Müslümanların yaptığı akınlardan sonra halk İslamiyet’le tanışır. Takip eden devirlerde bu topraklar, İslam âlimleri ve mutasavvıfların merkezi olur. Buhara doğumlu büyük hadis âlimi İmam Buhari, Semerkantlı müfessir ve fakih İmam Maturidî, Nakşi gelenekte altın silsilenin birer halkasını oluşturan Emir Külâl, Bahaüddin Nakşibend ve onlardan icazet alan pek çok gönül eri, bu bahiste isimleri sayılması gereken kişilerdir.
Özbekistan’ı öne çıkaran hususlar arasında ilim, edebiyat ile dil, yani Türkçe de vardır. Tarih boyunca bu coğrafyada dünyaca ünlü düşünürler, şairler, yazarlar, ilim ve fen adamları, hekimler, din âlimleri ve kumandanlar yetişmiştir. Bu bapta El-Fergânî, el-Hârizmî, Fârâbî, Bîrûnî, İbni Sînâ, İmam Buhari, Hakîm et-Tirmizî, Uluğ Bey, Ali Kuşçu başta olmak birçok isim sayılabilir.
Edebiyat ve dil vadilerinde Ali Şîr Nevâyî başlı başına bir zirvedir. Sekkâkî, Lutfî, Gedâyî gibi ediplerin şiirleriyle gelişen Çağatayca, Nevâyî ile klasik şeklini alır. Nevâyî’den sonra Hüseyin Baykara, Şeybânî Han, Babür Şah, Ebulgazi Bahadır Han gibi şahsiyetler de yazdıklarıyla Çağatay dilinin uzunca bir süre bölgenin müşterek yazı dili olmasında başlıca rol oynar. 15-20. yüzyıllar arasında Çağatay Türkçesi, Doğu Türklüğünün ortak yazı dilidir ve Türk dünyasını birleştiren iki büyük yazı dilinden biridir. Batı’da Osmanlı ülkesinde İstanbul Türkçesi neyse Doğu’da Türkler arasında Çağatay Türkçesi odur.
Özbekistan, tarihî İpek Yolu’nun durak noktaları arasında yer alır. Bu hususiyet, dikkatlerin her çağda bölge üzerinde toplanmasına sebep olmuştur. Ülke tarım ve hayvancılık bakımından güçlü, yer altı kaynakları yönünden hayli zengindir. Ülkenin sahip olduğu zenginlikler ve jeopolitik konumu, bölgede ticaretin her zaman canlı olmasını sağlamıştır.
İKİ SAĞLAM DAMAR
Özbekistan’ın Türk-İslam dünyası için ne denli önemli olduğunu anlamak için yukarıda belirtilenleri söylemek kâfidir. Sayılan gerekçeler, esasen Rusya’nın tarih boyunca burayla neden çok ilgilendiğini de anlatır. Geçmişte hem Sünni İslam inancının hem de bilim, dil, edebiyat ve sanat yönleriyle Doğu Türklüğünün merkezi olan Özbek coğrafyası, daima Rusya’nın özel politika geliştirdiği bir yer olmuştur. Rusya, bölgenin kontrolünü Özbekistan’ı ele geçirerek sağlayabileceğini düşünmüş ve tüm siyasetini bu devlet üzerinden yürütmüştür. Ancak bölge halkı, karşılaştığı onca zorluk ve baskıya rağmen hem inancını hem de Türklüğünü muhafaza etmiştir. Bu iki damar hâlen sağlamdır.
Avrupa’nın karanlık çağları yaşadığı bir dönemde burada edebiyat, sanat, mimari, bilim, tasavvuf gibi tüm birimleriyle hayat bulan medeniyet, hem İslam dünyası hem de Türklük âlemi için bir iftihar vesilesi olmuştur.
Bugün gönül coğrafyamızın önemli devletleri ile komşu olan ve bünyesinde özerk bir Türk devleti (Karakalpakistan) barındıran ülke; Buhara, Semerkant, Tirmiz, Hive gibi şehirleriyle geçmişte olduğu gibi bugün de bir cazibe merkezidir. Geçmişten bugüne sahip olduğu maddi ve manevi değerlerle Özbekistan, Türk ve İslam âleminin kalbidir. Türkiye ve Türk insanı bölgeyi yalnızca turizm ve yatırım merkezi olarak görmemeli, orada atılacak adımlarla tarihte olduğu gibi bir kez daha Türk dünyasının birleşmesi sağlanmalıdır. Türk Devletleri Teşkilatı’nın faaliyetlerini yoğunlaştırdığı bu dönemde ortaya çıkan her ürün; sadece bölgenin ve kardeş ülkelerin değil aynı zamanda Bosna’nın, Üsküp’ün, Bağdat’ın, Halep’in, Gazze’nin de kaderini etkileyecektir.