Hatice Ebrar Akbulut / YAZAR
Maksim Gorki’nin Benim Üniversitelerim romanındaki esas karakter Aleksey Peşkov, kitap okuyarak günlerini geçirdiği yoksul bir ev için şunu söyler: “Üniversitelerimden biri olan bu bodrumu unutamam.” Öğrenme merakını yitirmeyen insan, hayatın her kademesini bir okul olarak görür. Tahsil ve dersler okulun dışında da sürer. Mark Twain’in İnsan Nedir kitabında söylediği gibi “İnsan beşikten mezara, uyanık olduğu her saat eğitimden geçer.”
Öğrenme merakı, insanı arayışa sevk eder. Arayış içindeki kimseye her yer ve mekân, her yol ve durak bir şeyler söyler ve ona bakmasını bilme liyakati verir. Bakmasını bilmek, kişinin en büyük meziyetidir. Bakmasını bilenin ahlâkı, üslubu, fikri ve sözü başkadır. Bir bilgiyi sadece öğrenmek ve anlamak yetmez. Onu kendi zihninde tartacak bir yetkinlik, dile getirecek bir üslup ve ona uygun davranacak tavır da gerekir. Nakkaşın tezyinatına kendi mührünü vurması gibi öğrendiği bilgilerle kendi dünyasını bezeyen insan da kendi kimlik ve kişiliğini bulur.
CEVHERİNİ FARK EDEN ÖZGÜRLEŞİR
Bilgiyi depolayan, bilgiyle ünsiyet kurmayan insanda bilgelik sevgisi olmaz. Bilgiyi pratik hayatında uygulayan, sözlerini onunla derinleştiren, ilim yolunda gayret etmek için bilginin en temel anahtar ve yoldaş olduğunu kavrayan insan, öğrenmeye kendini tam manasıyla verir. Hayatı tahsil edenin bakışı zenginleşir. Cahil Hoca’da şöyle bir cümle geçer: “Tahsil özgürlük gibidir. Verilmez, alınır.” İnsanın kendi iradesiyle bir şeye yönelmesi, bir işe koyulması ve dünyasını geliştirmesi paha biçilemez bir değerdir. Yürüyeceği yolu seçen, kendindeki cevherin farkına varan özgürleşir.
Özgür insan, öğrenmeye açık olandır. Kendisi gibi düşünmeyenlerin düşüncesine de eğilir. Bu dünyada kendinden başka şekilde düşünen, yaşayan ve hisseden insanların farkına varır. Bakış zenginliği, insanın ruhunu her türlü baskıdan âzâde kılar. Böyle kimseler toplum baskısına rağmen topluma göre şekillenmez, kendi kültür ve birikimleriyle kişiliklerini inşa ederler. Kendine yetme ve kendin için yeterli olma, hür ve kişilik sahibi bir insan olarak yaşama başka insanlarla kurulan ilişkilere bağlıdır. Başka insanlarla yeni tecrübeler kazanılır, yeni tecrübelerle de mesuliyet duygusu gelişir. Tecrübenin kapısı yalnızca ruhsuz kimselere kapalıdır.
İlim yolunda yürüyen insan, bu yolda riskler ve sorumluluklar alır. Hata yapmaktan, başarısız olmaktan korkmaz. Bir sınıf ortamında söz hakkı alan öğrencinin kendine inancı artar. Okul, birbirine yabancı ve farklı insanların aynı mekânı paylaştığı yerdir. Güzellikler ve incelikler orada öğrenildiği gibi bunların zıddı davranışlar da orada öğrenilir. Her öğrencinin muhakkak kendine has bir yeteneği, bir yöne yatkınlığı, bir konuda kavrayış üstünlüğü gibi onu binlercesinden ayıran bir özelliği vardır. Öğretmenin öğrencileriyle kurduğu bağ, onların hayatında eşsiz izler bırakır. İyi öğretmen de unutulmaz, kötü öğretmen de. Hocanın talebeye katkısı kadar talebenin yürüyüşü, düşünme kapasitesi de önem arz eder. İşleyen bir zihin kötü hocadan bile bir ders çıkarır, ondan nasıl öğretilmeyeceğini, nasıl bir yetişkin olunmayacağını ve başkasının ruhunda nasıl yara açmaması gerektiğini öğrenir.
TEMBELLİK KENDİ KUDRETİNİ KÜÇÜMSEMEKTİR
Okul sıralarında cansız, sönük, kırılgan ve sessiz duran bir öğrenci serpildiğinde bambaşka bir insana dönüşebilir. Parlak, heyecanlı, neşeli bir öğrenci de zamanla bütün bu hasletlerini yitirebilir. İnsan okulun karmaşık, disiplinli, zor ve kimi zaman da eğlenceli ortamında kendini tanıma erdemini öğrenir. Herman Hesse, okulda uğradığı başarısızlık sebebiyle bilinç ve azimle kendini eğitmeye yönelir. Hesse’yi ilgilendiren eğitimin kendisi değil, insanın kendini nasıl eğittiği, bu yolda nasıl bir yürüyüş seçtiğidir. Nihayetinde dedesinin kütüphanesi, Hesse’ye yazarlığın yolunu açar. Okuldaki başarısızlığı, ona bambaşka dikkatler bahşeder. Tembellik, dersleri anlamamak değil, dikkatsiz olmada ısrar etmedir. Ranciere’ın ifadesiyle tembellik, çabadan geri durma arzusu ve kendi kudretini küçük görmedir.
Okul sıralarındaki her çocuğun içinde bir gün uyanacak ve onu kendisi yapacak olan şey vardır, o da kişiliktir. Bir insanın kişiliğinden söz ettiğimizde onun huyu, ahlâkı ve ruhuna sinmiş güzelliklerden de söz etmiş oluruz. Kişilik, insanı yansıtan en yüksek değerdir ve yalnızca ruhunu anlamlı şeylerle yoğuran insanın kişiliği vardır. Liyakat en iyi okuldan mezun olmak değil, kendini en iyi şekilde hayata hazırlamaktır. Liyakatli dediğimiz, yetkin ve kişilik sahibi insandır. Birikim ve zekâsını kötüye kullanmayandır.
HAKİKATİ KAVRAMA YOLUNDA
Simone Weil’a göre içinde ‘Tanrı’ sevgisi olan liseli/üniversiteli gençler, herhangi bir dersi sevmek zorunda kalmaz, onlar bütün dersleri öğrenmek zorundadır. Çünkü bu dersleri ‘Tanrı’ya yaklaşmada, onun biricik hakikatini kavramaya yönelik bir dikkat olarak bilirler. İyi not almak ve okulda üstün başarı elde etmek için değil, inancın özü olan dikkati oluşturduğu için kendini vererek öğrenmeye talip olurlar. Bir öğrencinin, herhangi bir dersi öğrenmek üzere harcadığı çaba, manevi verimliliklerini de artırır ve hayat üniversitesinde birine şifa olmasını kolaylaştırır. Okul yıllarını böyle bir dikkatle geçiren öğrenci, kendini hayatın her alanında geliştirecek özgünlüğe kavuşur. Bu dikkatten yoksun olanlarsa gençlik gibi büyük bir hazineyi yitirmiş olur.
İnsanın kişiliğine hayatın her evresi tesir eder ama bunların en etkilisi okuldur. İvan İllich, insanı tek tipleştirdiği için okul kurumunu tümüyle kötüler, okulsuz toplumu savunur. Ona göre okul, çocuğun içindeki potansiyeli öldüren endüstriyel bir kurumdur. Okulsuz bir toplumu savunabilmek için toplumun insanı eğiten başka dinamiklerinin çok sağlam olması lâzımdır. Toplumun böyle bir altyapısı yoksa okulsuzlar daha büyük sorunlar doğurur. Okul, hayattaki mücadele alanlarının, yani pamuklara sarılı yaşanmayacağının öğrenildiği yerdir.