Ahsen İlhan / Sanat Tarihçisi - Yazar
Mirâc’ın kalbi, övülmüş belde, mübarek topraklar ve derin bir yara; Kudüs. Onu bunca kıymetli yapan, sönmeyen ilahî nuru ve ilk secde izinin hâlâ Filistin halkının ve cümle Müslümanların kalp atışında yankılanışı… Ama bir yandan da onu derin bir yaraya devşiren vakıa, yarım bırakılmışlığın uzayan ve kalp deşen acısı, eli silahlı istilacı zalimin buralarda nice mümin kanı döken hasmâne tavrı.
Semavî dinlerin özlemi Kudüs! Peygamberler diyarı Kudüs. Nebiyy-i Zişân’ın (sav) övdüğü, Kur’an’da “el-Mescidü’l-Aksâ’nın mübarek kılınan çevresi” olarak zikredilen, toprağı bereket, siması hüzün, kimliği İslâm, şanlı diyar! Ne zaman ki lime lime ayrıldı inancın kolları, ne zaman ki İslâm sancağı altında, Rabbin şeriatında, nûr-u Muhammedînin nakış nakış işlediği gönüllerin birliğinde ‘hüviyet ve hürriyet’ şerefiyle parıldayan medeniyetleri ardımızda bıraktık, ne zaman ki Batıcıl ve batıl yörüngeleri tekâmül zannına teslim ettik, o zamandan beridir kanıyor Kudüs.
ASLA MÜSLÜMANSIZ KALMAYACAK
Asırlar boyu İslâm’la aydınlanan bu mübarek şehir, İslâm’sız ve çorak krallıkların, firavunların, haçlıların ve siyonist istilalarının işgalleriyle, inancı ırka isnat eden yerleşimci, işgalci, yağma-talan kimlikli toplulukların; mabedleri dahi molozlar altında yok oluşa bırakan medeniyetsizliğiyle nuru söndürülmeye, anlamı İslâm’dan çözündürülmeye çalışılmakta. Bütün asimetrik ve homojen çözünmeler, bütün ayrıştırmalar ve Kudüs’ü Müslümanın kalbinden çekip almaya yeminli zamane firavunlarının budunsal saldırıları, buradaki Müslüman halkı bir adım dahi geri püskürtememekte ve cümle Müslümanları sevdasından kopartmamakta. İslâm’ın soluğuna öyle bir yazılmış ki Mekke-i Mükerreme, Medine-i Münevvere ve Kudüs, bu kutlu topraklar ya ilâhî virdlerle inleyen birer mabeddir ya da düşmanın yeryüzünü kaplayacak devasa ordularına dahi teslim edilmeyecek kadar kıymetli bir savunma cephesidir. Ama hiçbir zaman küffârın Müslümansız bulamayacağı, İslâm’la göbek bağını kesip atamayacağı ve kozmik âlemin zerreleri adedince ordularla, silahlarla ve zulümlerle zimmetine alamayacağı kadar da bizimdir, İslâm’ındır. Rabbin görünmez ordularıdır mukaddes şehirlerin kapılarını tutan. Buralarda yüzyıllardır eli kanlı hasımların gelip gelip şehrin duvarına çarptığı iksirli bir sur vardır ki; bu surdan içeri girilse de İslâm dışarı sürülebilemez!
YOL HEP BERRAK, YOLCU HEP SANCILI
Nice Müslümanın kanayan yarasıysa Kudüs, bu; yerlerin ve göklerin tek hükümranının âlemdeki planının bir parçası, imanlı sinelerin harekete geçmesi zaruretini manifesto eden bir dünyalık imtihanın kalp ağrısıdır. Peygamberimiz (sav)’den beri İslâm’ın yolu hep berrak, ne var ki yolcusu hep sancılıdır. Yaradan muhakkak nurunu tamamlayacak, İslâm’ı kâinatta yegâne galip eyleyecektir. Ama her dönemde bu bengî galibiyetle birlikte, derin bir sancı imanlı kalpleri kuşatacak, “ahde vefa”nın izdüşümünü âleme yayması gereken insan, bu ilahî zaferin bir parçası olmakla yükümlü tutulacaktır.
Kudüs ilk kez ağlamıyor müminlerin kalpgâhında. Asırlar evvel yine Müslümanı bekliyor, Haçlılar, şehri İslâm’dan muhafazaya gayret ediyordu. An geldi, Yaradan yolları açtı, bu mübarek toprakların gözyaşları ilk Kudüs Fatihiyle silindi. Kudüs’ün ilk fatihi Hz. Ömer, buraya İslâm’ın adaletini getirip taşı toprağı ezan sesiyle temizledi, şehrin anahtarını tevazuyla eline alıp Müslümanın kalp ritmini yeniden hizaya çekti. Uzun yılların ardından bir kez daha müminlerin hasretine yazıldı Kudüs. Haçlıların zulümden abad edilmiş krallıklarıyla yıllar boyu özlemle beklendi, fethinin hayalleri gecelerce müminlerin avuçlarından arş-ı âlâya yükselen dualar oldu. Bir fatih daha çıktı meydana; Selahaddin-i Eyyubî… Kutlu seferlerin ve zaferlerin kumandanı, kahraman hükümdar, yıllar süren sürgünü, işgali ve zulmü bitirdi.
BOYUN EĞMEDİ, SECDEYE VARDI
Mübarek Kudüs ancak İslâm’ındır. Filistin’in başkenti, Hz Peygamber Efendimiz’in (sav) semaya uzanan mucizevî Mirac yolculuğunun güzergâhı, Kur’an’la işaret edilmiş, bizzat Peygamberimiz kelâmıyla övülmüş, İslâm mabedleriyle süslenmiş, nice Müslüman medeniyetin ayak sesleri ve el izleriyle buram buram iman kokan topraklar, hâlâ ve kıyamete kadar inancın mührüyle ve peygamberlerin nişanesiyle gözümüzün, kulağımızın, aklımızın, ruhumuzun hedefinden düşmeyecek. Kudüs, Türklerin de çağlar boyu tekbir seslerini işitmiş, her İslâm hükümdarı gibi Türk medeniyetlerince de defalarca abad edilmiştir. Bugün de yine elimiz kolumuz oradaki kardeşlerimiz üzerinde; kalbimiz onların derdiyle hemhâl olmaktadır.
Haçlılarca, inkarcılarca, kavmî inançların ve atacı geleneklerin sahte yörüngelerinde Allah’ı unutan siyonistlerin ellerince çekiştirilse ve daha ne kadar bilinen, bilinmeyen; aşikâre ya da mahfi düşman varsa hepsi bir olup taarruza geçse, bütün öfkeli ve hakka kör gözler bir olsa da Kudüs’ün ışığı üzerinde gezinse; Rabbin hükûmetinin gereğince muhakkak bir gün yeniden arındırılacak ve akan onca Müslüman kanı bu toprakların bereketi olup çiçeklenecek, bir buhurdan gibi kıyamete değin ıtrî rayihalar buradan müminlerin içlerine akacak, zafer şetareti olup dış âleme taşacak.
Allah’ın yardımını ummak için, evvela O’nun yolunda birliği kaim kılacak gayreti göstermek gerek. Rabbim birlik olmayı nasip eylesin. Rahmetli babam Selman Cahit’in kaleme aldığı Kudüs şiirinin bir mısrasını da son sözün muhatabına neşretmeden geçemeyeceğim. Zira şöyle söylüyor ritmin sonunda: “Boyun eğdi sanmayın, secdeye vardı Kudüs!”