Mirasyedi koalisyonu riski

Mali disiplinin korunduğu ve güçlü bir finansal yapı üzerine kurulmuş olan ekonomik istikrar üzerinden hareket edecek olan koalisyon hükümeti, Ak Parti’nin makroekonomik dengeleri yakalamak için harcadığı enerjiye özen göstermeli ve Türkiye’nin ekonomik istikrarını sağlamak için elde edilen kazanımları korumalı, mirasyedi koalisyonuna dönüşmemelidir..

Yeni Şafak
Gündem

Prof. Dr. Muhsin KAR -SDE Ekonomi Programı Koordinatörü

Türkiye, siyasi ve ekonomik istikrarsızlığın iç içe geçtiği ve kayıp olarak değerlendirilen 1990'lı yılların ardından, 2002 sonrası dönemde Ak Parti'nin kesintisiz bir şekilde üç dönem iktidarda olmasının sonucu olarak siyasal istikrara kavuştu ve buna bağlı olarak hızlı bir ekonomik gelişmeye sahne oldu. Ancak 7 Haziran 2015 Genel Seçimi, hiçbir partinin tek başına hükümeti kuracak halk desteğini sağlayamadığını ortaya koydu. Kimlik siyasetinin ön plana çıkarak HDP ve MHP'nin oylarının artması, parlamentoya giren dört parti arasında oluşturulacak olan koalisyon alternatiflerini de güçleştiriyor. Dayandığı siyasal ideoloji ve benimsediği ekonomik model açısından birbirine benzemez dört partinin alternatif koalisyon kombinasyonlardan birini benimsemesiyle yeni bir döneme girilecek.

Türkiye'de orta yaş üzeri seçmenin koalisyon algısı çok olumlu değil. Gerek 1970'li yıllarda gerekse 1990'lı yıllardaki koalisyon hükümetlerinin siyasal istikrarı sağlama noktasında yetersiz kalmaları ve bunun sonucu ekonomik dengelerin bozulduğu malum. Koalisyon arayışlarında, ülkenin çözülmesi gereken siyasi ve ekonomik sorunlarına ilişkin birbirinden farklı görüş açılarının uyumlaştırılmasının zorluğu ve ekonomi yönetiminin (çok başlı ve parçalı olacak olan) siyasi ve bürokratik ayaklarının ahenk içinde olmasının güçlüğü en önemli sorunlardan biridir. Dolayısıyla her koalisyon, eninde sonunda ekonomik ve siyasi anlamda büyük bir bölüşüm / paylaşım sorunu ile karşı karşıyadır.

Programların Uyumlaştırılması Sorunu

Demokrasinin vazgeçilmez unsuru olan siyasal partiler, belirli siyasi ve ekonomik amaçlar, görüşler ve beklentiler etrafından öbeklenmiş bireylerin veya cemaatlerin (grupların) örgütlenmiş halidir. Siyasal partilerin ülkenin ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel sorunlarına ilişkin tespitleri ve bu problemlerin çözümü noktasında geliştirdikleri öneriler birbirinden farklılık arz eder. Bu farklılığın oluşmasına, siyasal partilerin dayandığı siyasal ideoloji ve dünya görüşü kaynaklık eder. Her bir siyasal parti, sosyo-ekonomik, kültürel ve siyasal anlamda toplumun farklı kesimlerine hitap eder ve o kesimlerin taleplerini dillendirir.Demokratik bir seçim ile tek başına iktidar olan bir siyasal parti, toplumun büyük çoğunluğunun desteğini aldığından, çoğunluğun taleplerini karşılamaya yönelik bir program uygular. Ancak tek başına hiçbir siyasal partinin tek başına hükümet kuracak bir çoğunluğa ulaşamadığı durumlarda, parlamenter sistemlerde koalisyon gündeme gelir. Buradaki asıl zorluk, birbirinden çok farklı veya bazen zıt vaatler ile seçmen desteği almış olan siyasal partilerin bakış açılarının ve hedeflerinin uyumlaştırılmasıdır. Koalisyon programının başarılı bir şekilde oluşturulması, uygulanması ve sonunda elde edilen başarının bir sonraki seçimde paylaşımı meselesi en can alıcı noktayı oluşturur. Diğer bir ifadeyle, ekonomik koşulların seçmen davranışı üzerindeki etkisi dikkate alındığında, koalisyon programın oluşturulması, uygulanması ve ortaya çıkacak refah artışının hangi siyasi partinin hanesine yazılacağı çok önemlidir ve bir bölüşüm sorunudur.

Koalisyon hükümetinin programı oluşturulurken, partiler arasındaki pazarlıklar, her bir partinin daha fazla oy alma ve en az oy kaybetme ilkesi ve dengesi arasında sıkı bir şekilde yapılır. Bu yüzden, öncelikleri birbirinden farklı olan siyasal partiler arasında hazırlanan koalisyon programı, bir uzlaşının ürünüdür ve çoğu zaman ülkenin sorunlarına çözüm getiren “en iyi program” olmayabilir.

Başarı Bölüşümü Sorunu ve Popülizm Riski

Ayrıca koalisyon programının oluşturulması kadar uygulanması da koalisyon dönemlerinde önemli bir sorun olarak ortaya çıkar. Ekonomik koşulların iyileştirilmesi ve refahın bölüşümü önemli olduğundan, ekonomi yönetiminin siyasi kanadı (ve dolayısıyla bürokratik ayağı) da muhtemelen koalisyonu oluşturan siyasal partiler arasında paylaşılacaktır. Ekonomi yönetiminin bu parçalı yapısı önemli riskler yaratır. Zira programın uygulanması sırasında görüş ayrılıkları her adımda kendini gösterir ve bu durum sorunların çözümü noktasında karar almayı zorlaştırabilir veya geciktirebilir. Son olarak, koalisyon programı, kurumsal yapıların zayıf olduğu ülkelerde, bir sonraki seçimde oyları artırma çabası doğrultusunda gevşek bir şekilde uygulanma ve makroekonomik dengelerin kolaylıkla bozulmasına yol açabilir.

Türkiye'de 2002 sonrası dönemde iktidarda bulunan Ak Parti, önceki yıllarda krizlerin çıkmasına neden olan iki ana kaynağı sorun olmaktan çıkardı. Birincisi bütçe gelir ve gider dengesine odaklanarak mali disiplini sağladı. İkincisi ise, cumhuriyet tarihinin büyük krizine yol açan ve 2001 krizini de derinleştiren finansal sektörü yeniden yapılandırdı, Merkez Bankası'nın bağımsız hale getirilerek kısa vadeli avanslar ile bütçe açıklarının finansmanı yolu kapatıldı, ve etkin bir gözetim ve denetim mekanizması kurarak sağlamlaştırdı. Ayrıca Türkiye'nin kara deliklerinden sosyal güvenlik sistemini reformdan geçirdi. Özelleştirmenin yarattığı sinerji ile yurtdışından önemli miktarda doğrudan yabancı sermaye çekildi. Teşvik politikaları ile KOBİ'lerin desteklenmesine devam edildi. Ön plana çıkan bu makro reformlar ile Türkiye ekonomisi, Amerika'da patlak veren 2008 krizine kadar oldukça tempolu bir büyüme yakaladı. 2010 ve 2011 yıllarındaki yüksek büyüme oranlarının ardından, küresel ekonomideki belirsizliklerin artması ve jeopolitik risklerin artmasıyla birlikte alınan önlemlerin etkisiyle ekonomik büyüme yavaşladı. Gelinen noktada, Ak Parti, başta bilim ve teknoloji politikaları, eğitim ve hukuk sistemi alanında olmak üzere yapısal reformların gerekliliğine ve “yeni bir büyüme hikayesi” oluşturulması ihtiyacına ve bu yönde atılacak adımlarla üretim ekonomisine yönelimin desteklenmesi gerektiğine vurgu yapmaktaydı.

EKONOMİK İSTİKRAR KORUNMALI

7 Haziran 2015 genel seçimlerinden sonra kurulacak olan koalisyon hükümeti, mali disiplinin korunduğu ve sağlam bir finansal yapı üzerine bina edilmiş ekonomik istikrar ortamından hareket edecektir. Ak Parti'nin içinde olacağı bir olası koalisyon hükümetinin önceliği, makroekonomik istikrarı bozmadan, yatırım ortamını iyileştirerek rekabetçiliği artırma, üretimi artırma ve istihdam yaratma ile artan refahı topluma olabildiğince adil bir şekilde dağıtma etrafında şekilleneceği açıktır. Ancak Ak Parti'nin içinde olmadığı bir koalisyon hükümetinin önceki dönemlerdeki koalisyonlarda olduğu gibi enkaz devraldık gibi bir bahanesi yoktur. Çünkü Ak Parti'nin uyguladığı ekonomi politikaları ile makro dengeler sağlanmış ve en önemlisi bütçe disiplini sağlanmıştır. Dolayısıyla kurulacak olan koalisyon hükümeti, Ak Parti döneminde büyük bir emek ile sağlanan ekonomik istikrarın korunmasına özen göstermelidir.

Ekonomik istikrarı korumayan ve öncelemeyen bir koalisyon hükümeti, olası bir erken seçime yönelik olarak popülist politikalar uygulaması halinde, zaten kırılgan bir durumda olan makroekonomik dengeleri, önümüzdeki bir iki yıl içinde kolaylıkla bozulabilir. Böylesi bir yöneliş, bütçe açıklarının oluşması, borçlanma maliyetinin (faizlerin) ve dolayısıyla enflasyonun artması sarmalının yeniden gündeme gelmesine yol açar. Yapısal reformlarla Türkiye'nin önünün açılması yerine, popülist politikalarla ekonomik istikrarı bozacak şekilde ekonomi politikaları uygulayan bir koalisyon hükümeti, Ak Parti'nin biriktirdiği mirası yiyen pozisyona dönüşme riski taşımaktadır.