Prof. Dr. Mazhar Bağlı 25. Dönem AK Parti Şanlurfa Milletvekili
15 Temmuz gecesi gerçekleşen darbe girişimi üzerine pek çok şey söylenebilir ve söylenecektir. Fakat söylenecek her şeyin esası, yaşanan darbe girişiminin ilk kez, sivil irade tarafından engellenmiş olmasıdır.
Tarihi bir gün yaşandı. Bugüne kadar bizim ülkemizde de dünyanın başka yerlerinde de yaşanan bu tür darbelere karşı ya içerden bir itiraz olur ya da siyasi aktörler darbeye karşı koyarlar.
Dünya siyasi tarihinde halkın darbeye karşı koyması sadece darbecilerin daha fazla kan akıtması gibi bir sonuç doğurur.
Bu darbe girişiminden geriye kalan, milletin destanlaşan cesareti ve kararlığıdır.
Düğüne gider gibi ölüme giden bir toplum bu ülkenin sahip olduğu ve olabileceği en büyük değerdir.
MİLLETİN RUHUNU YENEMEDİLER
Yıllarca memleketin böğrünü deşen bebek katili PKK terörünün bir türlü katledemediği de zaten bu milletin dün darbe karşısında dirilen “sağduyu”sudur.
Unutulmasın ki birinci dünya savaşında bu coğrafyayı işgale gelen ve ülkeyi bir müstemlekeye dönüştürmek isteyen düşmanlar da bu ruhun varlığını hesap edememişlerdi ve geldikleri gibi gitmişlerdi.
Yerli işbirlikçilerin yıllarca bu ülkede yürüttükleri tek proje de esasında bu millet olma ruhunu, milletin sağduyusunu dejenere etmek ve yok etmek olduğunu düşününce nasıl bir iş başarmış olduğumuzu bir kez daha fark ettik.
Bir sosyolog olarak, bir bilim adamı olarak uzun süreden beri, bu Gülen Casus çetesinin ülke için taşıdığı riske işaret ettiğim için vicdanım rahat ama yüreğimde bir sızı boğazımda bir düğüm beni nefessiz bırakmaya devam etmektedir.
17-25 Aralık darbe girişiminden sonra bu çete fırsatını bulursa millete “kan kusturacak” dediğim için “bizimkiler” tarafından eleştirildim. FETÖ tarafından da mahkemeye verildim. Tarihe düştüğüm o notları, bir akademisyene ve bir AK Partili üst düzey yöneticiye yakıştırmayıp beni eleştirmek adına köşesine taşıyanların adını belki utanırlar diye şimdilik anmayayım.
İddialı bir ifade olacak ama ben bu Gülencilerin esas hedefinin ne olduğunu bizzat biliyorum. Onlar büyük bir çatışma ve kaostan sonra ülkenin tamamına sahip olmak istiyorlar. Kan gövdeyi götürsün, ülkede iç çatışma çıksın ve sonra da bir kurtarıcı olarak Gülen gelsin ülkeye vaziyet etsin istiyorlar. Gülencilerin uzun süredir bu ülke için hedefledikleri esas şey iç çatışmadır. Zaten Darbecilerin adına Yurtta Sulh demeleri de bir tesadüf değildir. İç savaş çıkarmak istedikleri için bu ifadeyi kullandılar. Gülenin çoğu “konuşmasında su bulanmadan durulmaz” demesi de hep bu projenin özetini olarak insanların bilinçaltına yerleştirmeyi gaye edinir.
Kürt meselesine ilgi duymalarının nedeninin de bu iç çatışmayı çıkaracak dinamikleri kontrol etmek olduğunu biliyorum. İstediler ki bir iç çatışma çıksın. Bunun için de yapmaları gereken ilk şeyin sayın cumhurbaşkanına suikast olduğunu söylemeye gerek yok sanırım.
Bu darbenin birinci hedefi sayın cumhurbaşkanına suikast, ikinci hedefi iç savaş çıkartmak, üçüncü hedefi de yönetime el koymaktı. Ancak milletimiz bu teröristlerin ne kadar büyük kötülükler yapabileceğini bizzat gördüğü için düğüne gider gibi ölüme gidip darbeyi engelledi. Burada cevabını arayacağımız bir soru daha var, yıllarca süren dejenerasyon politikalarıyla üzeri küllenen millet olma ruhu nasıl canlandı?
Bana göre bu ruhu dirilten, bizzat sayın cumhurbaşkanının kitlelerin kalbine nüfuz edebilme gücüdür. Ve bundan dolayı da darbenin ilk hedefi cumhurbaşkanına suikast oldu.
CUMHURBAŞKANI İLE MİLLET ARASINDAKİ SIKI BAĞ
Sayın Cumhurbaşkanının halka hitap ettiği her konuşmasında söylediği, “beraber yürüdük biz bu yollarda” şarkısının işaret ettiği sosyolojik vakıanın etkisi ile meydana gelen değişimin meyvesidir bu dirilme.
Zira bu şarkı, milletin her bir ferdini sivil siyaset içinde mobil bir aktör haline getirdi. İnsanlar ülkeye sahip olmanın yolunu öğrendiler. İnsanlar darbeye karşı koymanın ruhuna sahip oldular.
Uzun bir süredir toplumda bir kutuplaşmanın, bir ayrışmanın ve bazı keskin fay hatlarının olduğunu söyleyenlerin de yüzünü kara çıkaran bu günler, tarihe altın harflerle kazınacaktır.
Bundan sonra sormamız gereken asıl soru şudur: Ülkede dirilen bu sağduyu ruhunun siyasal ve toplumsal bir projeye dönmesine giden yolu açmak ve ona sahip çıkmak için ne yapmalıyız?
Birincisi kamu düzenini sağlayan esas değerin hukuk olduğu unutulmamalı ve bu hukukun milletin ruhuna işlemesi için de kamu vicdanını rahatlatan bir cezai yaptırım mekanizmasına sahip olması gerektiğidir. İdam da dâhil her türlü cezai yaptırım tartışılmalı ve milletin varlığına kast edenlere kamu vicdanını rahatlatacak bir ceza mutlaka verilmelidir.
İkincisi de bu yapının nasıl, kim veya kimler aracılığıyla bu kadar güçlendiği araştırılmalı, özeleştiri yapılmalı ve onlara bu yolu açanlar da en az onlar gibi cezalandırılmalıdır.
SAĞLIKLI ÖZELEŞTİRİ LAZIM
Eğer biz bu Gülen Casus Çetesi terör örgütünün devlette nasıl palazlandığı konusundaki hatalarımızı görmez ve sağlıklı bir öz eleştiri yapamazsak bu mikrobu ülkeden temizleyemeyiz. Bir bakanlığa beş yüz civarında FETÖ sızmış olabilir ama onların buraya sızmasına izin veren veya bunu görmeyen ya da göremeyen yöneticilere de bunun hesabını sormazsak yine bu işten kurtulamayız.
Son olarak;
İstiklal harbinden sonra bu millet bize yeniden bu ülkeyi armağan etti. Yarınlarımızı kurtardı. Belki de kimsenin beklemediği bir diriliş ruhu ile yeniden uyandı. Bu destan bundan sonra hep dillendirilecek. Doğu'da da Batı'da da… Bizim geleceğimizi kurtaranlar tankın önüne yatan yiğitler, eliyle atılan füzeyi tutmaya çalışan ablalar, teyzeler ve canını vermeden komutanını teslim etmeyen kahraman askerler oldu.
Başkomutanın emirlerini yerine getirmeye amade yetmiş milyonluk bir ordu olduğumuz sürece bu ve benzeri hain teröristlerin saldırısını bertaraf edeceğimizden kimsenin kuşkusu olmasın.