HACI MEHMET BOYRAZ / ARAŞTIRMACI - SETA
Ersin Tatar’ın geçen yıl cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından, hem Ulusal Birlik Partisi (UBP) genel başkanlığı hem de başbakanlık için yeni bir isim arayışına girilmişti. Uzun ve meşakkatli görüşmelerin ardından Ersan Saner önce UBP’nin, ardından Demokrat Parti (DP) ve Yeniden Doğuş Partisi (YDP) ile üçlü koalisyon hükümetinin başına geçti. 9 Aralık 2020’de Cumhurbaşkanı Tatar tarafından onaylanan hükümet, Kovid-19 salgının devam ettiği zorlu süreçte ülkeyi tam manasıyla “ite kaka” yönetmeye çalıştı. Ancak üç partinin, kendi aralarında anlaşmazlığa düşmesi daha da önemlisi meclisteki çoğunluğu yakın zamanda yitirmeleri nedeniyle, başbakan hükümetin daha fazla sürdürülebilir olmadığına kani oldu ve 13 Ekim’de hükümetin istifa ettiğini duyurdu.
Bu şartlar altında yeni hükümeti kurma görüşmeleri başladı. Ancak meclisteki 50 kişilik sandalye dağılımına bakıldığında, hiçbir partinin tek başına hükümeti kurmak için gerekli olan 26 sayısına sahip olmadığı görülüyor. Zira mecliste grubu bulunan UBP’nin 20, Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin (CTP) 12, Halkın Partisi’nin (HP) 6, DP’nin ve Toplumcu Demokrasi Partisi’nin (TDP) 3’er ve YDP’nin 1 milletvekili bulunuyor. Bunların dışında mecliste 4 de bağımsız milletvekili var. Olası koalisyon senaryoları açısından bakıldığında, UBP-DP-YDP koalisyonu zaten oluşabilecek en “istikrarlı” koalisyondu fakat bir yıl bile dayanamadı. Esasen bu koalisyon hükümeti, ülkeyi en yakın zamanda ve en sağlıklı şekilde erken genel seçime götürme amacıyla kurulmuştu dolayısıyla hükümetin istifası sürpriz olmadı.
ERKEN SEÇİM KAPIDA
Merkez sağın kalesi UBP ile merkez solun kalesi CTP arasında daha önce kurulan fakat bir yıldan daha az süre hayatta kalabilen “büyük koalisyon”, önümüzdeki süreçte yeniden kurulsa bile uzun süreli olmayacaktır. Bunların haricinde UBP ya da CTP’nin öncülüğünde diğer partilerle kurulabilecek koalisyonların sandalye dağılımları dikkate alınırsa, bunların meclisten güvenoyu almaları neredeyse imkansız gibi. Dolayısıyla anayasanın ilgili maddeleri uyarınca, önümüzdeki 60 günlük süre zarfında bir hükümet kurulamazsa, Cumhurbaşkanı Tatar mecburen erken seçim kararı alacak. Mecliste grubu bulunan partilerin yeni bir koalisyona sıcak bakmamaları ve erken seçim yönünde çağrı yapmaları dikkate alınırsa, KKTC’yi bir erken genel seçimin beklediği söylenebilir.
Bir yıldan daha az süre icraat gösterebilen UBP-DP-YDP koalisyon hükümetinin istifası, KKTC’de eskiden beri var olan problemli siyasi sistemin müşahhas bir yansıması olarak görülmelidir. Zira geçmişte yaşananlar göstermiştir ki ülkenin nüfusu düşük olduğu için tek partili bir hükümetin kurulması için yeterli sayıya nadiren ulaşılabilmiş ve mecburen koalisyon hükümetleri kurulmuştur. Ancak en son UBP-DP-YDP koalisyon hükümetinde de tecelli ettiği gibi koalisyon ortaklarının anlaşmazlıklara düştükleri dönemlerde, güven bunalımları baş göstermiş ve hükümetler dağılmıştır. Bunun neticesinde çoğu zaman erken seçime gidilmiş ve ülkedeki siyasi istikrar zarar görmüştür. 2010’dan bugüne kadar (UBP-DP-YDP hükümeti dahil) sekiz kez hükümet değişmesi, siyasi istikrarsızlığın somut bir göstergesidir. Netice itibariyle KKTC gibi gerek yüzölçümü gerekse nüfusu itibarıyla küçük bir ülkede, iki başlı yönetim sisteminin istikrarsızlığa yol açtığı, objektif bir gerçeklik olarak duruyor.
TABAN TABANA ZIT POLİTİKALAR KRİZ ÜRETİYOR
Aynı şekilde cumhurbaşkanının ve başbakanın aynı siyasi görüşe tabii olmadıkları dönemlerde, devlet karar alma noktasında zorluklar çekmiştir. Bu durumun en bilinen örneği sol görüşlü Mustafa Akıncı’nın cumhurbaşkanı ve sağ görüşlü Ersin Tatar’ın başbakan olarak görev yaptığı çetrefilli süreçtir. İki lider örneğin; Türkiye ile ilişkilerin seyri ya da Kıbrıs meselesinin çözümü konularında taban tabana zıt politikalar izlemişlerdir. Bunun neticesinde Akıncı ve Tatar, sıklıkla karşı karşıya gelmiştir. Bu durum, ülkenin dışarıdaki itibarına ve devletin işleyişine zarar vermiştir.
KKTC’de uzun zamandır devam eden sistem krizinin nasıl aşılabileceği sorusunun cevabını çok uzakta aramamak gerekiyor. Zira halihazırda kuzeyde anavatan Türkiye’de ve güneyde Rum kesiminde uygulanan başkanlık sistemine dayalı bir sisteme geçilmesi, istikrarsız siyasi yapının tedavisinde önemli bir rol oynayacaktır. Aslında Cumhurbaşkanı Tatar’ın yanı sıra UBP ve YDP liderleri, ülkenin başkanlık sistemine geçişine eskiden beri sıcak bakıyor. Hatta DP eski lideri Serdar Denktaş 2012’de ve HP lideri Kudret Özersay 2019’da verdikleri demeçlerde, başkanlık sistemine geçişe olumlu yaklaştıklarını ifade etmişlerdi. CTP ve TDP gibi muhalefetteki sol partiler ise kurumsal olarak, “demokrasi eşittir (sadece) parlamenter sistem” tabusunu aşamadıkları için başkanlık modeline karşı çıkıyorlar. Bundan ötürü KKTC’de başkanlık sistemi tartışmaları bugüne kadar ciddi şekilde gündeme gelmedi. Ancak ülkedeki istikrarsız düzen bu şekilde devam ettiği müddetçe, başkanlık sistemi tartışması mecburen ciddi bir gündem haline gelecektir.
Başkanlığa dayalı sürdürülebilir bir siyasi sisteme geçilmesi, ülkeye en azından üç yönden yarar sağlayacaktır. Birincisi, yönetimde iki başlılık ortadan kalkacağı için cumhurbaşkanlarıyla başbakanlar arasında yaşanan görüş ayrılıkları tekrar etmeyecektir. Böylece devletin işleyişi aksamayacaktır. İkincisi, yürütme erki tek kişiden oluşacağı için yürütme kanadındaki karar alma süreçleri hızlanacak ve vatandaşın kimden hesap soracağı daha belirgin hale gelecektir. Üçüncüsü, meclisin kendi içinden yürütme adına bir temsilci çıkarma zorunluluğu olmayacağı için erken seçim riski azalacaktır. Tüm bunların bir sonucu olarak KKTC’de yürütme erki güçlenecek ve ülkedeki siyasi istikrar korunacaktır. Aksi taktirde Kıbrıs Türk toplumu, sık sık erken seçimin olduğu ve hükümetlerin değiştiği bir düzende siyasi istikrarsızlıkla mücadele etmeye devam edecektir.