Faruk Önalan / Yazar
Suriye İç Savaşı’nın başlangıcından bu yana Türkiye, ilkeli bir politika yürütmüş -ki bunun karşılığı olarak da Suriye halkı devrimin coşkusunu yeni Suriye bayrağı ile birlikte ay yıldızlı bayrağımızı sallayarak yaşamıştır.
Suriye’deki çatışmaların patlak vermesinin ardından (Esed’in verdiği sözleri tutmaması ve halkın üzerine bombalar yağdırmasıyla) Türkiye, muhalif güçleri destekleyen ve Suriye’de demokratik geçiş sürecini teşvik eden bir dış politika anlayışı benimsemiştir. Baas zulmünün ortaya çıktığı günlerde, uçuşa yasak bölge ve güvenli bölge taleplerini her platformda dile getirmiştir. Açık kapı politikasıyla milyonlarca mülteciye ev sahipliği yapmış, bunun yanında sınırın hemen ötesinde sıkışmış durumda kalan yüzbinlerce Suriyeli için briket evler inşa etmiştir.
ANKARA MUHALİFLERİ BİRLEŞTİRDİ
Ankara’nın bu süreçteki en önemli stratejisi, Suriye muhalefetinin birleşmesine yardımcı olmak için çeşitli diplomatik girişimlerde bulunmasıdır. Bu bağlamda, Suriye Muhalefeti ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDK) gibi yapıların kurulmasında ve uluslararası tanınırlığını artırmada önemli rol oynamıştır. Ayrıca, Astana görüşmelerinde ve Cenevre süreçlerinde aktif rol alarak Suriye’de siyasi bir çözümün mümkün olabileceği zeminini hazırlamıştır. Bununla da yetinmemiş Baas diktatörlüğünün yıkılma sürecine giden yolun ancak koordinasyon içinde tek merkezli hareket edilmesinden geçtiğini vurgulamıştır. Suriye’de icra edilen askeri harekatlar hem ulusal güvenlik hem de Suriye’deki muhalefet gruplarının desteklenmesi amacıyla yürütülmüştür. Suriye’nin kuzeyinde çeşitli askeri operasyonlar gerçekleştirilerek, DEAŞ ve PKK/YPG gibi Türkiye’nin güvenliğini tehdit eden terör örgütlerine karşı mücadele edilmiştir. “Fırat Kalkanı”, “Zeytin Dalı”, “Barış Pınarı” ve “Bahar Kalkanı” harekatları ile Suriye’nin kuzeyinde önemli bir alan kontrol altına alınmış; bu bölgelerde, Suriye Milli Ordusu (SMO) kontrolünde yerel yönetimler kurulmuş, böylece Türkiye’nin de askeri nüfuzu artmıştır.
TÜRKİYE’DE YETİŞEN YÖNETİCİ KADRO
Esed rejimin yıkılmasının ardından Muhammed el-Beşir’in Başbakanlığında kurulmakta olan yeni Suriye hükümetinde Bakanlar ve Valiler de yavaş yavaş belirlenmeye başlanmıştır. Bu noktada belirlenen isimler, Türkiye›nin diplomatik etkisinin bir göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira bu dönemde, Türkiye’nin diplomatik çabaları, Suriye’de istikrarın sağlanması ve sürdürülebilir barış için kritik bir öneme sahiptir. 2022 yılında İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler yüksek lisans programından mezun olan ve hala doktora eğitimi devam eden Esad Hasan Şeybani’nin Dışişleri Bakanlığına getirilmesi, Türkiye’ye sığınan Suriyelilerin kurduğu Suriyeli Dernekler Platformu’nun başkanlığını yapmış olan Ayşe El-Dibs’in, yeni Suriye hükümetinde Kadın İşleri Ofisi başkanlığına getirilmesi, 2019 yılında Bingöl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde yüksek lisans yapan, Suriye Milli Ordusu’na bağlı Cephe eş-Şamiye’nin (Şam Cephesi) Genel Komutanı Azzam el-Garib’in (Ebu İzz) Halep Valisi olarak atanması yeni dönemin işaretlerini de vermektedir. Yeni Suriye kabinesinde ve yönetici bazında belirlenecek diğer isimlerin de Türkiye’ye yakın olması şaşırtıcı olmayacaktır.
DIŞ POLİTİKA İSTİHBARAT İLE BAŞLAR
Suriye Milli Ordusu unsurlarının büyük zaferinin hemen ardından Millî İstihbarat Teşkilâtı (MİT) Başkanı Prof. Dr. İbrahim Kalın’ın, devrim lideri Ahmet el-Şara’nın kullandığı araç ile Şam’da gezmesi ve sonrasında Emevi Camisinde namaz kılması bölge ülkelerine ve Batılı ülkelere de açık bir mesaj niteliği taşımaktadır. MİT Başkanı Kalın’ın, Ahmed Şara ve Başbakan Muhammed el-Beşir ile bir araya gelmesi, sonrasında gerçekleşecek olan görüşme trafiğinin de önünü açmıştır. Bu ziyaretten bir hafta sonra önce İngiliz Dışişleri Bakanlığı heyeti hemen ardından Alman Dışişleri Bakanlığı heyeti ve Amerikan Dışişleri heyeti Şam’da Ahmet el-Şara ile bir araya gelmiştir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan D-8 Zirvesi’ne katılmak için gittiği Mısır dönüşü yapmış olduğu açıklamada, yeni Suriye yönetiminin özellikle ihtiyacı olan birçok unsurun bulunduğunu ve bu konuda yeni hükümeti yalnız bırakmayacaklarını vurgulamıştır. Bunun yanında DEAŞ, PKK/YPG ile mücadelede Suriye hükümetine gereken tüm desteğin verileceğini net sözlerle ifade etmiştir. Erdoğan ayrıca Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Şam’a giderek yeni yapılanmayı birlikte yapacaklarını da ilan etmiştir.
Bu minvalde “dış politika istihbarat ile başlar” kabilinden, MİT Başkanı Kalın’dan sonraki ziyaret, -uluslararası ana akım medya organlarının canlı yayında verdiği ve büyük yankı uyandıran- Dışişleri Bakanı Dr. Hakan Fidan ile gerçekleştirilmiştir. Fidan da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın işaret ettiği yeni yapılanmanın çerçevesini tüm dünyaya aktarmıştır:
Suriyelilerin öncülüğü ve ev sahipliğinde hiçbir dini ve etnik grubun dışlanmadığı, kapsayıcı bir yönetim tesis edilmesi gerekmektedir. Türkiye olarak devlet kurumlarının yeniden yapılandırılması ve kapasite inşası alanlarındaki tecrübelerimizi aktarmaya hazırız.
ŞANTAJA BOYUN EĞİYORLAR
Suriye’nin yeniden yapılandırılması noktasında en büyük engel, -ABD’nin desteğiyle- Suriye topraklarının neredeyse üçte birini işgal eden, enerji kaynaklarını gasp eden PKK/SDG’nin varlığıdır. Örgüt varlığının ortadan kaldırılması hem Ankara hem de Şam açısından stratejik hedef konumundadır. Bu bağlamda üç aşama planlanmaktadır: Türkiye’den, İran’dan, Irak’tan ve Avrupa’dan gelen PKK kadroları Suriye topraklarını terk edecek; YPG’li tüm sözde komuta kademesi, -Suriyeli olanlar da dahil- ülkeyi terk edecek; PKK’lı olmayan kadrolar yeni yönetimle anlaşarak silahlarını bırakacak ve tek merkezli Suriye içerisinde normal hayatlarına devam edecek. Gerek devrim lideri Ahmed Şara gerekse yeni hükümete Savunma Bakanı olarak atanacak Merhaf Ebu Kasra, SDG ve Kürtler arasında ayrım yaptıklarını, federalizm, öz yönetim ya da bölünmeyi tetikleyecek tüm projelere karşı olduklarını muhataplara iletmiştir.
ABD ve Batılı ülkelerin PKK/SDG’ye destek vermelerinin en önemli nedenlerinden biri de el-Hol kampında tutulan DEAŞ’lı teröristler ve onların sivil konumundaki ailelerinin örgüt aracılığı ile kontrol altında tutulmasıdır. PKK/SDG de DEAŞ’lı tutuklular üzerinden uluslararası topluma şantajda bulunmakta ABD ve Batılı ülkeler de bu şantaja gönüllü bir şekilde boyun eğmektedir. Donald Trump’ın 20 Ocak 2025 tarihi itibarıyla görevi devralmasıyla bu durumun değişeceğine dair emareler bulunmaktadır. Bu doğrultuda Trump’ın “ABD’nin saçma sapan yollarla girdiği dış savaşlara biz girmeyeceğiz” sözü önemlidir. Elbette bu tavra Pentagon’un dolayısıyla CENTCOM’un nasıl tepki vereceği belirsizliğini korumaktadır. Ancak Başkan Trump’ın ilk döneminde sık sık dile getirdiği ikinci döneminde ise savaşacağına dair söz verdiği “derin devlet” yapılanması ile mücadelesi de ayrıca dikkat çekici olacaktır.
TERÖR ÖRGÜTLERİ YOLUN SONUNA GELDİ Mİ?
Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock’un Ankara ziyaretinde MİT Başkanı İbrahim Kalın ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile gerçekleştirdiği görüşme sonrasında yapmış olduğu açıklamada, YPG’nin silahları bırakıp Suriye Milli Güvenlik yapısına katılmasını istemesi ve Suriye’nin kuzeyinden Türkiye’ye bir tehdit gelmemesi yönündeki uyarısı terör örgütü ve destekçileri tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Diğer yandan Almanya muhalefet partisi AfD milletvekili Maximilian Krah, Almanya’nın sanayi merkezini kurtarmak için mümkün olan en kısa sürede ucuz boru hattı gazına ihtiyacı olduğunu bunun için de -Esed’in devrilmesiyle- Katar’dan başlayan ve Türkiye üzerinden geçecek olan doğalgaz boru hattı projesinin yeniden gerçekçi bir olasılık haline geldiğini ifade ederek, Ankara’nın güçlü pozisyonunu teyit etmiştir.
Öte yandan İran’ın “direniş ekseni” olarak tanımladığı Proxy güçlerin kalbi konumundaki Şam’ın, Suriyeli devrimciler tarafından alınması Irak’taki milislerde de tedirginlik meydana getirmiştir. Ankara, kuzey sınırları boyunca istemediği örgüt yapılanmasının Irak’ın kuzeyinde de yuvalanmasını istememektedir. Bu noktada Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Haşdi Şabi Başkanı Falih el-Feyyad ile birebir yaptığı görüşmeler sonuçlarını göstermeye başlamıştır. Basına da yansıyan kuvvetli iddialara göre El-Feyyad, Kerkük’te KYB ve PKK’lılarla görüşmeler gerçekleştirmiş, bu görüşmelerde PKK’lı unsurların Sincar’dan çekilmeleri istenmiştir.
KAZAN KAZAN
Sonuç olarak, Türkiye’nin askeri ve diplomatik müdahaleleri, Suriye’de stratejik noktalarda güvenli bölgeler oluşturulması açısından başarılı olmuştur. Bu güvenli bölgeler, Suriyeli mültecilerin geri dönüşünü kolaylaştırmak ve Türkiye›nin sınır güvenliğini sağlamak amacıyla kullanılmıştır. Ayrıca, Türkiye, bu bölgelerdeki yerel yönetimler aracılığıyla Suriye›nin gelecekteki siyasi yapısına destek olma imkânı bulmuştur ki kalbinde Türkiye sevgisi olan ve Türkçeye hakim yüzbinlerce Suriyelinin varlığı her iki ülke için de gelecek yıllar için boyutu bugünden idrak edilemeyecek oldukça büyük bir kazanımdır.
Diplomatik teknik meseleler çözüldükten sonra, yeni Suriye hükümetine destek çabaları kapsamında Halep ve Şam’daki askeri akademilerde yeni Suriye ordusunun eğitimi için askeri danışmanlar gönderilmesi beklenmektedir. Ayrıca, hava savunma eğitimi için Humus’a bir Türk askeri birliği konuşlandırılması konusunda önemli aşamalar kaydedilmiştir.
Türkiye’nin, Suriye’deki yeni geçiş hükümeti üzerinde hem diplomatik hem de askeri açıdan önemli etkileri olacağı aşikardır. Zira Ankara istihbarat destekli diplomasi yöntemiyle, muhalif güçlerin bir araya gelmesinde dolayısıyla siyasi çözüm arayışları kapsamında yapılan görüşmelerde aktif rol oynamış; askeri alanda ise Suriye’nin kuzeyinde güvenli bölgeler oluşturarak hem kendi güvenliğini sağlamış hem de Suriye’nin siyasi haritasını şekillendirmek (bölünmemiş, bağımsız bir ülke olarak) için çalışmalar yürütmüştür. Bu etkiler, Suriye’nin geleceğinde Türkiye’nin stratejik bir ortak ve belirleyici bir aktör olarak kalmasını mümkün kılmaktadır.
Ankara’nın Suriye sahasında elde ettiği muazzam kazanım dünya kamuoyunun gündeminde geniş bir çerçevede yer almaktadır. Suriye’ye giden bütün yolların Ankara’dan geçtiğinin idrakine varan Batılı ana akım medya Avrupalı liderlerin Erdoğan’a ulaşmaya çalıştıklarını yazmaktadır. Fransa’nın önde gelen medya organı France 24’ün manşeti ise dikkat çekicidir: Beşar Esad’ı deviren muhalifleri destekleyen, Afrika Boynuzunda önemli bir barış anlaşmasına aracılık eden, Rusya ile Ukrayna arasında arabuluculuk yapma konumunda olan Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın uluslararası itibarı güçlendi. Cumhurbaşkanı Erdoğan kartlarını şimdiye kadar iyi oynadı ve Suriye’de ise kıskanılacak bir ele sahip.
İSRAİL TEDİRGİN
Son gelişmelerden en fazla rahatsızlık duyan ülkelerden biri de hiç şüphesiz İsrail’dir. Her ne kadar sık sık Suriye topraklarındaki hedefleri vursa da Tel-Aviv yönetimi Esed’in iktidarda kalmasını istemekteydi. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da, Joe Biden’ın Başkan yardımcısı olduğu dönemde yapmış olduğu Türkiye ziyaretinde Esed’in gitmesini istemediklerini Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ilettiğini söylemiştir. Elbette bu talep Tel-Aviv yönetiminin de beklentisidir. Esed’in Moskova’ya kaçmasıyla İsrail jetlerinin ilk olarak İstihbarat ve Dışişleri Bakanlığı binalarını vurması manidardır. Sonradan ortaya çıkan bazı belgeler de göstermiştir ki, Muhaberat ve MOSSAD arasında bilgi akışı gerçekleştirilmiştir. İsrailli politikacılara savunma ve diplomatik konularda danışmanlık hizmeti veren Kudüs Stratejik Araştırmalar Enstitüsü, Suriye’deki olayların Türkiye›nin bölgedeki yükselişinin habercisi olduğunu raporlayıp Tel-Aviv Hükümetinin tedbirler almasını önermiştir.
Hülasa, Ankara’nın hem sahada hem de masada gösterdiği muazzam stratejinin yorgunluğu Kasyun Dağı’nda Şam’a nazır çay içmekle giderilebilirdi. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve Yeni Suriye Yönetimi Lideri Ahmed Şara o manidar pozu vererek, gereken mesajı dost düşman herkese iletmiş oldu…