Kaşıkçı cinayeti Suud ve terör devleti

Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın 2 Ekim’de Suudi Arabistan Konsolosluğu’nda katledilmesiyle, hukuk devleti misyonunun gerekliliği konusu bir kez daha uluslararası alanda kendini gösterdi. Kaşıkçı cinayetiyle hukuksuz devletin olamayacağını, hukuk devleti olmadan yapılan adalet ve demokrasi tartışmalarının boş bir tartışmadan ibaret olduğunu idrak ettik.

Haber Merkezi
Gündem

PROF. DR. İSHAK TORUN - BOLU ABANT İZZET BAYSAL ÜNİVERSİTESİ

2 Ekim 2018’de evlilik prosedürü için Suudi İstanbul Konsolosluğu’na giden Cemal Kaşıkçı 15 kişilik ekip tarafından orada katledildi. Bu menfur fiil Suudi hükümet görevlileri tarafından ve hükümetin başı Prens Muhammed Bin Selman’ın emriyle işlenmiş görünüyor. Konunun uluslararası kamuoyuna mal olması kuşkusuz ABD ve onun Ortadoğu politikasıyla ilgili. Ama, biz bu sorunu farklı bir boyutta analiz etmek istiyoruz.

EMİR KOMUTA DÜZENİ

Rahmetli Kaşıkçı Washington Post gazetesinde, Prens Muhammed Bin Selman hükümetine muhalif yazılar yazan, ABD’de yaşayan bir Suudi Arabistan vatandaşı. Muhalif bir imajı var. Anlaşıldığı kadarıyla söz ve yazılarından dolayı Suudi hükümeti tarafından susturulmak isteniyor. Suudi hükümeti onu öldürmeye karar veriyor. Bunun için 15 kişilik ekip kurup İstanbul Konsolosluğu’na gönderiyor. Kaşıkçı’yı planlı, kasıtlı, yargısız, hukuksuz, ahlaksız ve vicdansızca katlediyorlar. Bu menfur fiil, devlet adına, devlet iradesiyle, devlet eliyle ve emir komuta düzeninde işleniyor. Öldürenler eğitimsiz, cahil, çaresiz kimseler değil. Kiralık katil de değiller. Olayın faili bir devlet!

Rahmetli Kaşıkçı, silahlı örgüt üyesi ve bir gerilla değil. Suudi devletinin düşmanı olmadığı gibi ayrılıkçılığı ve silahlı mücadeleyi de savunmuyor. Sadece hükümet politikalarına karşı ve bu düşüncelerini medyada paylaşan bir aydın. İtibarlı bir gazetenin kayıtlı çalışanı. Bir devlet kendi emriyle, kendi eliyle, kendini temsil eden bir kurumda, mesai saatlerinde evlilik işlemleri için müracaat eden kendi vatandaşını boğazlıyor. Eğer, Türkiye bunun üzerine gitmese ve Prens Selman destekçisi ABD’nin insan hakları söylem hegemonyası zora düşmeyecek olsa olay çoktan kapatılmıştı. Bu durum, ABD’nin uluslararası ilişkilerdeki barbar yüzü bir kenara, Suudi Arabistan devletinin meşruiyetini ortadan kaldırıyor. Onu yönetenleri terörist ve devletlerini de terör devletine indiriyor. Siyaset bilimi literatüründeki ve uluslararası hukuktaki yorumu bu.

Max Weber’e atıfla, kaziye haline geldiği üzere, bir ülke sınırları içinde güç tekeline sahip devleti herhangi bir çeteden, terör örgütünden ve mafya grubundan ayıran şey hukuktur. Hukuk devleti keyfilik ve cebriliğin zıddıdır. Yani, iktidarın hukuktan kaynaklanması, hukuka dayanması, hukukun iktidar sahiplerini de bağlaması, politikacıların hukuk karşısında hesap vermesi, hukukun herkese eşit uygulanması, duruma ve kişilere göre farklı yorumlanmaması demektir. Bu tanımlamanın literatürdeki adı biçimsel hukuk devletidir. Hukuk devleti, modern devletin meşru şartı olmayı sürdürmektedir. Günümüzde, hukukun kaynağı ve anayasal hükümlerin demokrasiyle münasebeti gibi daha ileri konular konuşuluyor. Jürgen Habermas bu güncel tartışmanın simge isimlerinden biridir.

Habermas’a göre, modern demokrasi aslında demokratik değildir. Halkın halk tarafından ve halk için yönetimi bütünüyle lafta kalmıştır. Halkın oydaşmasına ve reddetmesine açık olmayan anayasal hükümlere sahip bir demokrasi aslında laik teokrasiden (veya laik meşrutiyetten) farkı bulunmamaktadır. Bu bağlamda, Habermas devleti meşrulaştıran hukuktur diyen Weber’e “peki! hukuku meşrulaştıran nedir” diye sorar.

ANAKRONİK BİR SORUN

Habermas, hukuk devletini, modern Batı’nın siyasi tarihi içinden bakarak acımasız bir şekilde eleştirir. Hukukun üstünlüğü söylemini yerle bir eden onun eleştirileri, Batı’ya ve onunla ilgili her şeye mesafeli yaklaşan bizlere hep hoş gelmiştir. Batı dışı toplumlar için bunun metodik bir hata, bir anakronik sorun ve zamansız bir tartışma olduğunu Kaşıkçı cinayetiyle anladık. Aynı metodolojik hata, modernist hegemonyanın kasıp kavurduğu geçen yüzyılda, öteki kutupta yapılmıştı. Rousseau ve Kant gibi pür modernistleri okuyup bizden adam olmaz deyip medeniyetimize, kültürümüze ve kimliğimize hep kahretmişlerdi. Bu, Doğu ile Batı arasında kutuplara savrulma haliydi. Her iki yaklaşım da hatalıydı. Dün ifratla kendimize kötülük ettik, bugün ise tefritle Batı’ya kahrediyoruz. Bu sorun Batı’nın değil, Batı medeniyetiyle hesaplaşan Doğu’nun, bizim, kendimizin sorunu.

HUKUK DEVLETİ TARTIŞMASI

Bir yanda, biçimsel hukuk devletinin tekâmülünü ifade eden, hukukun üstünlüğünü savunanlar var. Bunu savunanlar, anakronik yaklaşım sapkınlığı yüzünden, milletin üstüne tank süren, uçakla bomba atan zorba darbecilere karşı silahsız, sopasız bir şekilde vücutlarını siper eden bu kahraman milletin sivil itaatsizlik ve demokrasi eylemlerini “ama”lı cümlelerle değersizleştirdiler. Diğer yanda öngörülebilir, eşit uygulanan, onu uygulayanları da bağlayan, sınırlayan biçimsel hukuk devletine de burun kıvıran güce tapıcı Schmitçiler var. Bunlara göre hukuk boştur; aslolan güçtür, güçlü olmaktır. Hukuku güçlü olanlar koyar, uygular ve yorumlar. Dolayısıyla haklı olmak için güçlü olmak gerekir. Ama Kaşıkçı cinayetiyle hukuksuz devletin olamayacağını, hukuk devleti olmadan yapılan adalet ve demokrasi tartışmalarının boş bir tartışmadan ibaret olduğunu idrak ettik. Yani, kral sülalesine de uygulanan, prensleri de bağlayan, iktidarı kullananları sınırlayan, lastik gibi her yöne çekilip sündürülmeyen hukuka sahip hukuk devletine ihtiyaç var. Hukuk devleti yoksa, Suudi örneğinde olduğu üzere, kaynağı kutsal kitap da olsa önemi yok. İnsan olmadan, Müslüman; Müslüman olmadan dindar olunamayacağını FETÖ ve DAEŞ melanetinden sonra öğrendik. Kaşıkçı cinayetiyle ise hukuk olmadan devletin, hukuk devleti olmadan adaletin olamayacağını öğreniyoruz.