HATİCE YILDIRIM NAÇ / ARAŞTIRMACI-EĞİTİMCİ
K-pop kendi içinde 90’lardan bugüne kadar gelişerek büyüyen bir dünya. Üyelerin seçilmesinden ve yaşamlarının zorluğundan, bazılarının Warner Bros markası olmalarına kadar yaşananlar yani K-pop tarihi bir çok yerde bolca aktarıldığı için ben, bize bakan yönüyle ilgili bazı paylaşımlarda bulunmak istiyorum.
K-pop havuzunda toplanan gençlerin çoğu ailesiyle bağ kuramayan duygusal yönden mahrum kalmış ya da kendinde eksik kalan bir parçayı o zeminde bulan kişiler. Yıllardır bu gençleri dinlemeye ve anlamaya gayret ediyorum. Kızım da gruplara dahil olunca haliyle oradan da takip eder oldum. Evimize gelenler ve kalanlar oldu, oluyor.
Acizane bu işin kaçırılan bir yönünü aktarmak istiyorum. Bu gençlerin, genel kabul gören ifadelerle “düşüncesiz” yahut “dalmış gitmiş” kişiler olduklarını düşünmüyorum. Aile içi istismardan, şiddete; iletişimsizlikten, konformist yaşamın içindeki tutarsızlıklara ve yoksulluğun getirdiği olumsuzluklara kadar bir çok talihsiz koşullar içindeler. Kendilerini bu zorluklara rağmen hayata nasıl adapte edeceklerini düşünürken, tutundukları dallardan birisi de K-pop. Kendilerini, belki de yaşamı tüm eksiklikleriyle sevmelerini öğütleyen şarkılar ve paylaşımlar içinde belirli bir potaya akıyorlar. Orada buldukları en gerçek şey grup üyelerinin hayatlarının da türlü türlü zorluklar içermesi. Yaşadıkları zorlukları, acıları tüm detaylarıyla sızdırmalarını bir nevi duygusal vampirlik girişimi olarak düşünebilirsiniz. Çünkü hikayeleri çoğu zaman o acıların derinliği kadar içli bir bağ kurma eylemine dönüşüyor. Kurulan bağlar kimileri için bağımlılığa kimileri içinse dengeli bir sosyal iletişim hattına dönüşüyor. Bu sebeple k-pop hayran gruplarını tek bir nitelemeye hapsetmek gerçekçi olmaz. Ama akımın üst tanımını tek bir çatıda, kitle yönetim programı olarak ifade edebiliriz.
Akım açısından bakıldığında, kitle yönetim sürecinden elde edilen getirilerin en somutu ekonomiktir. Sıklıkla elimizden kayıp gidiyor diyerek yakındığımız bu gençlerin, Hristiyanlığın yayılmacı politikasına hizmet eden ya da neo-paganizmin gün be gün kitlenin hayatın da yer bulması kısmı ile çok ilgilendiklerini düşünmüyorum. Bu tür akımlar uyanık olan herkes tarafından kendi iklimine çekilebilir durumda aslında. Örneğin siz de böyle bir gruba üye olabilir, oradan görüştüklerinizle çok olumlu şeyler yapabilirsiniz. Tebliğ de yapabilirsiniz. Çevre ve doğayı koruma farkındalığı oluşturabilir, üniversiteye hazırlık dersleri de verebilirsiniz. Kısaca K-pop her çeşit görüşe bir nevi açık network alanı sunuyor. Bununla beraber K-pop; gösterileri, grup üyelerinin hikayeleri, albümleri, giyim tarzları, üretilen oyuncaklar, youtube içerikleri gibi aklımıza gelemeyecek kadar geniş bir ticari ağ ile sürecini ekonomik olarak en üst seviyede yönetiyor. Velhasıl gençlerin kayıp gitmesi meselesi onlardan çok bizim meselemiz olarak ortada duruyor.
KİMLER K-POP GRUPLARINA KATILIYOR?
Her gencin hikayesi ayrı bir dünya tabii ki ama kendi adıma birebir dinlediğim ya da şahit olduğum hikayelerden bir kaçını aktararak örneklendirmeye ve bu konunun neden bizim meselemiz olduğunu anlatmaya çalışacağım.
Bir öğrencimin ders vermeye gittiği evdeki çocuklarla ilgili benimle istişarede bulunurken aktardığı mesele kısaca şöyle; ebeveyni çalışan iki çocuk, onlara kendilerini göstermek adına her ne yaparsa yapsınlar, anne ve babadan ne bir tebrik/takdir ne de öfke/eleştiri adına hiçbir tepki görmüyorlar. Ebeveyn sadece işine odaklanmış ve çocukların yapıp ettikleri karşısında duyarsız. Çocuk bu sırada K-pop ortamına katılıyor, oradakilerle tanışıyor ve akabinde mesajlaşma uygulamasında, dertlerini paylaştıkları ve kendilerini moral cümleleri ile karşılayan insanlarla tanışıyor ve onlarla bir sevgi bağı kuruyor. Yani çocuk ailenin kendisine olan uzaklığına, onlardan uzaklaşarak cevap veriyor. Konuyu bana aktaran öğrencim durumun farkına varınca aileyle durumu paylaşıyor. Annenin verdiği yanıt: “Büyüğüyle ilgilendik de ne oldu!”
Doğu illerimizin birinde bulunan bir başka öğrencim ise şunu aktardı: İzlediği filmlerin ve dinlediği müziklerin ondaki olumlu etkisiyle, şehre öğrenci olarak yerleşen Korelilerle yakınlaşıyor. Onları çok sempatik buluyor ve yemeklerini merak ediyor. Birkaç ay ara ara görüşmeler devam ediyor. Bu arada bir seminerimizde gençlere Korelilerin bir kısmının ülkemizdeki misyonerlik çalışmalarını, Papa’nın Kore ziyaretinin arka planını ve bunun etkilerini anlatmışım. Kendi ifadesiyle kızımızın aklında bu bilgiler bir kenarda duruyormuş. Zaman geçtikçe muhabbetleri artınca öğrencimi yemeğe davet ediyorlar. Orada “sana İsa’yı anlatmak istiyoruz” şeklinde bir sohbet başlatıyorlar. O zaman niyetlerini anlıyor ve kalkmak istiyor. Bunun üzerine Koreli kız birden ağlamaya başlıyor ve “Ben yeterince iyi biri olamadığım için sana İsa’yı anlatamadım, benim suçum yoksa sen İsa’yı dinlemek isterdin” şeklinde duygusal ve bir o kadar karşısındakini yücelten cümleler kurmaya başlıyor. Öğrencim ise oradan ayrılıyor ve bir daha görüşmek istemediğini açıkça ifade ediyor. Daha sonra telefonla irtibata geçip bir süre daha öğrencimin peşini bırakmıyorlar. Nihayetinde aramalar da noktalanıyor.
K-pop fan grubundaki iki genç üniversite sınavına giriyor. Tercih yapacakları zaman gruptan da destek istiyorlar. Gruptaki yaşça onlardan büyük olanlar çevrimiçi görüntülü toplantı programları üzerinden meslek tanıtımları yaparak, onlara uygun olabilecek bölümler hakkında uzun uzun bilgilendirmelerde bulunuyorlar. Bu gençlerin aileleri, öğretmenleri ya da çevrelerinde bu konuda bilgi sahibi kimseler yok mudur? Var tabii ki ama aradıkları desteği fan grubundaki kişilerden tam istedikleri gibi alabildiklerini gördükleri için onların önerileri doğrultusunda tercihlerini yapıyorlar.
Güven merkezli bir bağlanma kurabilmenin arkasında iletişim kurdukları kişilerin samimi yaklaşımları oldukça etkin. Bu gruplarda yine grup üyelerinin, hayatının bir döneminde depresyona girmiş ve kurtulamamış yahut travma sonrası intihara meyilli gençlerle karşılaştıklarında bazı tedbirler aldıkları görülüyor. Emniyet’e bildirdikleri gibi kendileri de bu gençleri ikna etmeye çalışıyorlar. Dönem dönem duygu tatmini için intihar söylemini kullanan gençler var. Bu gençler okula gittiklerinde çoğu zaman başkaları tarafından fark edilmiyor.
K-pop üyelerinin doğum günlerinde her sene toplumsal meselelerle ilgili ciddi bağışlar toplanıyor. En son yaşanan orman yangınları sonrası üyelerden birinin doğum gününde onun adına bir orman ağaçlandırıldı. Bu kampanyalar için açılan etiketler yurt dışından da destek bulduğu için ciddi boyutlu kampanyalara da dönüşebiliyor. Çocuk hastalıkları, yoksulluk gibi konularda düzenlenen olumlu kampanyalar da fanlara bir bütünün parçası olduklarını hissettiriyor.
Görüldüğü üzere bu örnekler birbirinden çok alakasız. Aile, arkadaş, akraba sevgisine aç ilgi bekleyen de, her şeyi tam olsa bile anlaşılmadığını düşünen ve belki de küçük birkaç dokunuşla rotasını iyiye güzele çevirecek olan da, sırf Kore sempatisi besleyip yolu kesişen de, içi kan ağlarken çevresine belli etmemek için dışarıya güler yüzlü görünen de kendinden kaçan da ya da sosyal sorumluluk almak ve popülist güçlü bir gruba dahil olmak isteyen gençler de bu sürecin örneklerinden bazıları… Dolu dolu, pırıl pırıl bir çok genç de, hala biz onlarla doğru bir yerde buluşamadığımız için, karşılarına çıkan özel bağ kurmuş olduğu bu samimi! ortamı değerlendiriyor.
Şu an ülkemizde her görüşten kesimin kurduğu ve imkanları da güzel olan sayısız gençlik girişimi, çalışması ve ortamı var. Muhtemelen o kapılardan giren gençlerin kat be kat fazlası bu K-pop ortamlarında kendine çok daha rahat bir alan açıyor.
GENÇLERE TEK TEK ULAŞMAMIZ ŞART!
Uzun süredir K-pop üzerinden yapılan paylaşımları okumaya çalışıyorum. Edindiğim genel kanaat K-pop ülkemizdeki gençleri ele geçirdi ve çocuklar öyle oldu şöyle oldu tarzında birtakım yakınmalar. Halbuki sızlanmak yerine kafa yorulması gereken asıl konu; Bu ülkede şu kadar gençlik çalışması varken neyi eksik yaptık ki, gençlerimiz burada değil de o ortamlarda bulunuyorlar? K-pop akımına kendini kaptıran gençleri yerden yere vurmadan önce “Biz neyi yanlış yapıyoruz?” “Aileler olarak neyi yanlış ya da eksik yapıyoruz?” “Büyük bütçelere sahip gençlik çalışmaları yürütenler olarak gençlerin dünyasında neredeyiz, onların neyi oluyoruz?” gibi soruları sormak zorundayız.
Velhasıl K-pop nedir ne değildir, onu yapmış bunu etmiş şeklinde şikayet edip durmak yerine bir adım öteye geçip zihnimizi “kendi çocuklarımızla neyi yapmıyoruz” noktasında yormalıyız. Bu yazımla aslında bu yönde bir yönlendirme yapmak niyetindeyim ve bu sebeple tecrübelerim üzerinden birkaç tavsiye notu paylaşmak istiyorum.
Aklı başında gençlik çalışması yapan kişiler ve kurumlar K-pop akımındaki gruplar gibi oluşumların aralarına katılmalı/karışmalı ve oradaki gençlerle tanışıp onları güzele ve iyiye yönlendirmeliler. Sosyal medya yönetimi üzerine doğru stratejiler geliştirmeli, her bir gence tek tek ulaşıp farkındalık oluşturabilmeliler. Gençler de nihayetinde tek tek ulaşıp tanıştılar bu K-pop gruplarındaki bir çok katılımcıya. Yani bir sabah uyanıp da kendilerini o mecralarda bulmadılar. Biz kendi yürüttüğümüz çabalar sonucunda gençlerimizden bu anlamda olumlu dönüşler yakaladık.
Bunun yanısıra sivil toplum kuruluşları da bugünkü hiyerarşik yapıdan çıkmalılar. Sosyal medyayı kullanırken, gençlik çalışmaları yürüttüklerini akıllarından çıkarmamalılar. Günlük rapor paylaşımı yapmak, bir sosyal medya gençlik çalışması değildir. Birilerinin tanıdığıysanız bazı kurumlara rahatça girildiğini en iyi gençler biliyor. Maddi gücü olmayan, ağzı laf yapamayan, yetkili isimlerin “ilgilenin su çocukla” demediği gençler maalesef kurumların kapısından bir form doldurup eli boş dönüyor. Kurumlardaki kast sistemi gençlerin rahatça çay çorba muhabbeti yapacağı ferahlıkta değil.
Bu hatalardan kurtulamadık maalesef. Gençlerimizi dinleyemedik. İslami camiada 90’lar dönemi anlat anlat bitmez. Ben o dönemde hikayenin tam içindeydim. Milli Gençlik Vakıfları vardı. Yeni de örtünmüşüm. Üstelik kimseyi de tanımıyordum. Ama kapıdan girdiğimizde bize gülümseyerek “Hoş geldin” diyen birileri hep olurdu. Sonra biz de aynı şekilde devam ettik hayatımıza ve bir çok görüşten gençle ilişkimiz hala bu haliyle devam ediyor. İnsanı insan olarak görerek, duygusal bir yönü olduğunu unutmadan nezaketle gönülden yapılan çalışmalar yok mu bugün? Elbette var ve çok şükür çok uçlara savrulan gençlere dahi kucak açabiliyorlar. Ya da Teknofest gibi gençlerin coşkuyla içinde olmak istediği ortamlar tabii ki var ve iyi ki varlar. Ama ne yazık ki sayıları çok az.
K-pop, neo-pagan yayılmacılığın yalnızca bir yüzü bunu artık fark etmek durumundayız. Milli Eğitim Bakanlığı ve PDRciler gönüldaşlık grupları gibi daha aktif olmalı, bu konuda zayıf kaldık. Zengin ailelerin ruhsal olarak yoksulluk çeken çocuklarıyla, yoksul ailelerin yaslanacak omuz arayan çocukları bu ve benzeri ortamlarda buluşuyor. Değersizlik, yalnızlık ve karamsarlık hissi gençlerin ruh ikizi olmuş durumda adeta. Sızlanmayı ve şikayet etmeyi bırakıp daha fazla vakit kaybetmeden, kendi gençlik çalışmalarımızı gençlerin birinci tercihi olarak konumlandırmamız, gençlerimize biz BURADAYIZ dememiz gerekiyor.