İslam’da tarikat ve cemaatler üzerine bir değerlendirme

Yeni Şafak Haber Merkezi
Gündem

Yrd. Doç. Dr. Hamdi KIZILER - Karabük Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

İslam tarihi ve düşüncesi içinde de birçok farklı dinî, sosyal, ideolojik, kültürel yapılar doğmuş ve varlıklarını sürdürmüştür. Bunların bir kısmı dinin temel kaynakları olan Kur'an ve Sünnete bağlı kalarak varlıklarını devam ettirirken bir kısmı da asli kaynaklardan uzaklaştıkları için yok olup bitmiştir. İslam dünyasının pek çok yerinde var olduğunu bildiğimiz tarikat ve cemaat gibi oluşumlar, Anadolu'nun Müslümanlaşmasıyla beraber bu topraklar üzerinde de hep var olmuştur.

Şüphesiz insan unsurunu içinde barındıran her türlü yapı veya oluşumların olumlu yönlerinin yanı sıra olumsuz yönlerinin de bulunabileceği bir hakikattir. Buradan hareketle yaklaşık on dört asırdır İslam düşünce tarihi boyunca ortaya çıkan mezhep, ekol, düşünce, fırka, tarikat, cemaat gibi dinî, siyasi, sosyal vs oluşumların varlığı göz önüne alındığında, zararlarından ziyade faydalarının olduğu inkar edilemez bir gerçektir. Hz. Peygamber'den sonra dinin temel esasları çerçevesine bağlı ortaya çıkan söz konusu oluşumlar, günümüze kadar gelerek İslam'ın sahih geleneğini oluşturmuştur. Buradan hareketle İslam kültür ve medeniyetinin Kur'an, Sünnet ve Sahih Gelenek vasıtasıyla meydana geldiğini söylemek mümkündür.

İslam düşüncesi içinde yer alan ve yukarıda zikredilen oluşumları olumlu ve yararlı görmek, içinden doğdukları dinin temel esaslarına bağlı kalma şartına dayalıdır. Aksi halde adı ne olursa olsun, mezhep, ekol, tarikat veya cemaat, eğer Kur'an, Sünnet ve Sahih Geleneğe aykırı söz ve davranış içeriyorsa, İslam ile bağdaşmaz.

FETÖ'NÜN GERÇEK YÜZÜ

Üzerinde yaşadığımız Anadolu topraklarında doğan söz konusu oluşumlardan FETÖ, kendisini dinî bir cemaat olarak iddia etmiş olmasına rağmen, devletine ve milletine menfur bir darbe hareketine kalkışmıştır. Esasen dinî bir yapı görüntüsünde iken, son birkaç yıldır ülkenin siyasi yapısıyla son derece gizli ve planlı şekilde mücadele edip güç peşinde koştuğu ve nihayetinde devlet erkini ele geçirmeye yönelik siyasi, askeri, hukuki, ekonomik bir yapılanma içinde olduğu anlaşılmıştır. Böylece dinî bir cemaat olmadığı, dini ve inananların saf duygularını kullandığı, İslam'ın temel esaslarına aykırı faaliyet yürüttüğü, hukuka aykırı terör eylemlerinde bulunan bir örgüt olduğu ayan beyan ortaya çıkmıştır. Artık masum bir cemaat değil, bir terör örgütü olduğu kesinleşmiş, din ile alakası kalmamıştır.

Ancak 15 Temmuz'dan beri bu terör örgütü üzerinden neredeyse hiçbir ayırım gözetmeksizin bütün cemaatler kötülenmektedir. Oysa “Batıl, makîsun aleyh olamaz.” ilkesi gereği, kötü olan bir şey, başkası için örnek olamaz. Genellemeci ve toptancı bir anlayışla bütün dinî yapılar kötülenmekte ve tarih boyunca yaptıkları güzel işler görülmemektedir.

Üstelik FETÖ örgütü sanki bir tarikatmış gibi işin içine tarikatlar da dâhil edilmiş ve kötülenmiştir. Oysa FETÖ, asla bir tarikat değildir. Zira pek çok yönden mesela bir silsileye sahip olmayışı gibi yapısal ve fonksiyonel açıdan tarikatlardan farklıdır. Ancak bütün bunlara rağmen bilen, bilmeyen, herkes yazarken veya söze başlarken âdeta ağız alışkanlığı ile “cemaatler ve tarikatlar” demektedir. Sanki İslam'ın ilk dönemlerinden günümüze kadar ortaya çıkan her türlü dinî, sosyal, kültürel vs cemaatler ile tarikatların hepsi kötü, din dışı, sapık, sapkın gibi değerlendirilmektedir. Oysa bu durum, insan ve eşyanın tabiatına aykırı olduğu gibi bizatihi İslam'ın temel anlayışına, bilime ve hakikate de terstir.

CEMAAT VE TARİKATLARA İLİŞKİN GENELLEMEDEN UZAK DURMALI

İşin bir başka boyutu da din konusunda en üst seviyede eğitim almış İlahiyat ve Diyanet alanının etkin insanları da cemaat ve tarikat arasındaki farkları göz önüne almadan aynı kategoride değerlendirerek ele almıştır. Hatta toplumun diğer kesimleri gibi genellemeci ve toptancı bir yaklaşımla bütün cemaat ve tarikatları kötülemiştir.Bu duygu ve düşüncelerle İslam'ın cemaat ve tarikat anlayışıyla ilgili bazı mülahazaları şöyle sıralamak mümkündür:

*İslam, cemaat dinidir. (Allah'ın birlik ve beraberliğe çağırması: “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun.” Âl-i İmrân, 104; “Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun.” (Tevbe, 119); “Namazı kılın, zekâtı verin. Rükû edenlerle birlikte siz de rükû edin.” (Bakara, 43))

*Aile, dinin önemsediği ve övdüğü ilk küçük kurumdur. Aile aynı zamanda bir cemaattir. Dinin ilk temel eğitimi buradan başlar ve topluma yayılır.

*İslam; iman, ibadet ve ahlak olmak üzere üç temel unsuru ihtiva eder. İman ve ibadetin yanında ahlakın içselleştirilmesi, birey ve toplum hayatına yansıtılması ve eğitimi, tasavvuf ilminin doğmasına sebep olmuştur. Ahlakî eğitim/irşad, manevî bir ihtiyaç ise -ki öyledir- insan ve toplum, bu ihtiyacını dinî veya dinî olmayan, meşru veya gayr-i meşru yollarla bir şekilde karşılama gereği duyar. Buradan hareketle manevî eğitimi için rehberi olmayan birey yoktur. Zira her birey farkında olarak veya olmayarak birilerini kendine “Rol Model” (önder, lider, guru, şeyh) alır. Başka bir ifadeyle, değişik isim ve biçimlerle rehberi olmayan yoktur. Bugün insanların ve özellikle gençlerin etkilenip örnek aldıkları bir mürşid, yaşam koçu, yazar, şarkıcı, siyasetçi, hoca vs mutlaka vardır.

*Bütün ilahî dinlerde olduğu gibi İslam'ın da zahiri/görünür şeklî ibadetlerinin yanında (şeriat), açıktan görünmeyen içsel, derunî, manevî (mistik) bir yönü de vardır. (İhsan, zühd, takva, huşu gibi). Tasavvuf, işte dinin bu yönünden hareketle, Kur'an ve Sünnete bağlı olarak onun daha iyi, daha fazla, daha güzel yaşanmasıdır. Yani tasavvuf, asla Kur'an ve Sünnet dışında bir anlayışla doğmamıştır.

*Tasavvuf, zamanla dinin bu manevî, içsel, derunî yönünü yaşayarak tecrübe etmiş, zevk verdiğini görmüş, kendisine olan ilginin fazlalığını disipline etmek amacıyla Tarikat denilen kurumun doğmasına vesile olmuştur. Her tarikat, bireysel olarak bir kişinin dini yaşantıdan aldığı zevk ve tecrübeye göre biçimlenmiş anlayış veya yorumdur. Ancak bu, asla şeriatın dışında olmamıştır.

*İslam'ın ana hedefi insandır. İnsan maddî ve manevî yönü olan bir varlıktır. İslam'ın amacı sadece insanın maddî yönünü ele alıp ona bilgi yüklemek değildir. Yani İslam'ın insanla ilgisi salt bilgiden ibaret veya İslam, sadece şekil (şeriat) değildir. Bunun yanında İslam, insanın manevî, içsel yönünü yani onun kalbini yüceltmek ve olgunluğa ulaştırmayı da hedefler. İşte insanın bu yönü, ahlakî eğitim, nefis terbiyesi ve ruhun safileştirilmesiyle mümkündür. Tasavvufun hedefi de budur.

*Selçuklu ve Osmanlının kuruluşunda sufiler ön ayak olmuştur. Devlet yöneticileri de sufilere hep ilgi ve alaka göstermiştir. (Şeyh Edebali-Osman Gazi, Fatih Sultan Mehmet-Akşemseddin gibi). Buna karşın onlar, siyasete bulaşmamak için azami gayret göstermiştir. Eğer günümüzde siyasetle olan ilişkisini bu anlayışla değerlendiremeyen cemaat ve tarikat varsa, taşıdıkları misyon gereği kendilerini gözden geçirmeleri gerekir.

*Tarih boyunca İslam'ın sahih geleneğinin dışında ortaya çıkmış oluşum ve hareketler de olmuştur. Ancak bunlar insanlara belli ölçüde zihinsel, ruhsal ve toplumsal zarar vermekle beraber pek uzun ömürlü de olmamıştır. Ayrıca bu tür oluşumlar belli bir zaman sonra mutlaka yok olmuştur. (Haricîler, Haşhaşîler, FETÖ gibi). Eğer tarikatlar gerçekten sapık/sapkın oluşumlar ise o zaman mutlaka bir gün yok olacaklardır.

*Günümüzde yaşadığımız bu menfur olaydan yola çıkarak din kisvesi altındaki eli kanlı bir cemaat bahane edilerek birileri tarikat/cemaat üzerinden sanki tasavvuf din dışıymış gibi bir algıyla insanlara İslam nefreti aşılamaktadır. Özellikle medya marifetiyle insanların zihnine tarikat ve cemaatleri dinin beslediği, dinin kötü yapı ve oluşumlar ürettiği, dolayısıyla dine mesafeli durmak gerektiği algısı verilmek istenmektedir. Bunun bir sonraki adımı da dinin insan hayatından çıkarılıp seküler bir anlayışın yerleşmesi olacağı anlaşılmaktadır.

*Bundan dolayı cemaat ve tarikatlara yapılan genellemeci ve toptan saldırılar, esasen İslam kültür ve medeniyetine yapılmış sayılır. Buna sessiz kalmak, makul bir Müslüman tavrı değildir.

*Malazgirt'te, İstanbul'un fethinde, Çanakkale'de ve nihayet 15 Temmuz'da hiçbir dünyevî kaygı ve düşünce taşımadan kutsalı, vatanı ve milleti için bedenlerini topa, tanka ve mermiye siper edenlerin beslendiği ana kaynak, Kur'an, Sünnet ve bu ikisinden doğan İrfan denilen manevî, derunî, içsel anlayıştır.