Numan Aka - Yazar
Türk ırkçısı Batı ile yan yana hizalanmayı bir hayat felsefesi olarak benimsediğinden, nasıl ki 1940’larda Batı’dan ilhamla azılı bir Yahudi karşıtı idiyse bugün de yine Batı’daki eğilime bakarak Siyonist İsrail’in yanında hizalanmaktadır. O zamanlar faşistti, bugünse liberal veya liberter.
KILAVUZ BATI
Irkçılık Avrupa’da doğmuş ve gelişmiştir. Aydınlanma ile birlikte kendi aklını ve hevesini fikir, siyaset ve ahlakın tek kılavuzu olarak belirleyen modern Batı, 18. yüzyıl sonları ile başlayıp İkinci Dünya Savaşı’na kadar süren süreçte hem yaşadığı hem de gasp edip sömürdüğü coğrafyalarda ırka dayalı hiyerarşiyi uzunca bir süre eğitimin ve siyasetin merkezi yapmıştır. Kendisini insanlığın ve uygarlığın öncüsü ilan ederken diğer millet ve uygarlıkları aşağı olarak sınıflandırmıştır. Böylelikle, bugün bile utanmadan övündüğü üzere dünyayı ve kaynaklarını istediği gibi sömürebilmiş, işgal ettiği toprakların asıl sahiplerine istediği insanlık dışı zulmü reva görebilmiştir.
Batı ne zaman ki; Franco, Mussolini ve Hitler gibi ırkçı liderler bizzat Batı hanelerini hedef alıp Avrupa’yı kasıp kavurmuştur işte o vakit nerede yanlış yaptığını düşünmeye başlamıştır.
SOSYAL DARWİNİZM
Batı, sömürgeci ve yayılmacı amaçlarını bilimi kullanarak meşrulaştırdı. Bu amaçla sözde bilimsel antropolojik araştırma verileri kullanılarak dünya milletleri çeşitli ırk kategorileri altında tasnife tabi tutuldu. Bu tasnif içinde biz de sarı ırk kategorisindeydik.
Irkçılığın bilimsellik, pozitivizm ve ilericilik ile dünyaya yasılması tesadüfi değildir. Dünya ve insan algısı dışsal, gerçeği gözlemlenebilir bir düzlemden ibaret gören bir anlayışın insan dâhil canlıları da eşya gibi sınıflandırmaya meyilli oluşu ve varlık âlemindeki gerçek değerini yok sayışı yani manevi boyutu inkâr edişi bu sonucu doğurmuştur.
Darwin’in biyolojik evrim alanındaki çalışmalarından sonra ortaya çıkan “Sosyal Darwinizm” bu sözde bilimsel savruluşun önemli göstergelerinden biridir. Evrim kuramının toplumsal alana uygulanmasıdır. Bireysel organizmalar arasındaki rekabetin, çevreye en uygun olanın ayakta kalmasını sağlayacak şekilde ilerlemesi gibi; gruplar, ırklar veya milletler arasındaki rekabetin de toplumlarda sosyal evrime neden olduğu varsayılır. Özellikle faşizm ve nasyonal sosyalizm, ideolojik örgülerini sağlamlaştırmak için bu kuramdan çokça faydalanmıştır. Amaç, üstün birey ve ırkları desteklemek ve zayıf olanları ortadan kaldırmaktır.
TÜRKÇÜLÜK VE BATICILIK BİR POTADA ERİTİLDİ
Cumhuriyetimizin ilk elitlerine göre devrimin temelini oluşturan milliyetçilik, ilhamını İslam’dan değil Batı’dan almalıydı. Bu sayede gücü kalmamış temeller (İslam) üzerine kurulu yapımız değişecek ve Doğulu millet sınıfından kurtulacaktık.
Anadolu, ona sığınmış pek çok milletten insana yurt olduğu için düşünülen, Fransız usulü anayasal Türklüktü. Türkiye vatandaşlık esasına dayalı milliyetçiliğin hâkim olduğu bir ülke olacaktı. Osmanlı’nın son demlerinde ortaya çıkan “Jön Türkler”den farklı olarak İslam’ı toplumun birleştirici bir unsuru olarak görmeyi bırakmışlardı.
Yüzyıllar süren bir imparatorluğun ve medeniyetin bakiyesi olan Cumhuriyet’in yeni yönetici sınıfını hayli rahatsız eden Batı’nın ırk tasnifine karşı da bir hamle gerekmekteydi. Cumhuriyet elitlerinin ilham kaynağı bizzat savaştıkları Batı olduğundan düşünce olarak çok uzağa gidemediler. Yapılan çalışmalar da ideal olarak görülen Batı’ya öykünmekten öteye geçemedi bu yüzden.
Afet İnan ve Şevket Aziz Kansu’nun öncülüğünde, bilimselliği su götürür çeşitli antropolojik araştırma ve çalışmalarla Batı’da geliştirilen ve Türkleri ikinci sınıf sayan bu sınıflamalar reddedildi. Türklerin de “beyaz ırk” kategorisine dâhil oldukları ispat edilmeye çalışıldı. Hatta daha ileri gidilip medeniyet oluşturan en eski insan topluluklarının menşeinin Türkler olduğu iddiası ortaya atıldı.
FAŞİSTLERE SELAM DURULDU
Uzun süren bir yenilgiler zincirinin ardından verilen İstiklal Savaşı ve ardından temiz bir sayfa açma arzusu, zamanın baskın ideolojilerinin gölgesinde sonu pek düşünülmemiş fikirlerin cirit attığı bir ortam doğurmuştu. Cumhuriyet ideologlarından ve eski başbakanlardan Recep Peker 1931 yılında bu sorunu şöyle aktarıyor:
“Bizim aramızda yaşayan, politik ve sosyal bağlarla Türk milletine ait olan tüm vatandaşlarımızı biz kendi insanlarımız olarak düşünürüz. Aralarında Kürtçülük, Çerkezlik ve hatta Lazlık gibi fikirler ve duygular yerleşmiş olsa bile, onlar bize aittir. Mevcut yanlış anlayışlar mutlakıyet yönetimlerin ve uzun tarihsel baskıların ürünüdür. En içten çabalarımızla bunları ortadan kaldırmayı görev sayıyoruz.”
Althusser, “devletin baskı aygıtlarının zor kullanarak işlediğini, ideolojik aygıtların ise rıza üretimine yönelik olduğunu” söyler. Atatürkçülük etrafında geliştirilen vatandaşlık esaslı, çok ırklı Türk ulusu fikri bu şekilde rıza gösterilen bir karşılık buldu millette. Fakat Batı’da geliştirilen ten rengi ve kafatası şekli gibi ölçümlere dayalı ırkçı sınıflamaların bilimsel kabul edilip izinden gidilmesi neticesinde özellikle 1940’lara doğru, manşetlerden Hitler ve Mussolini’ye selam gönderilen bir safhaya geçti ulusçuluğumuz.
GEÇMİŞ HASTALIKLARIN TAŞIYICISI
Geçmiş hastalıkların taşıyıcısı olarak bugünün Türk ırkçısı, ırkçılığın hemen hemen tüm arazlarına sahip olduğu halde ırkçı olduğunu kabul etmez. Batıcı laik karakterinin, öykünmeci ve dostane yaklaşımının ırkçılığını kendiliğinden sildiğini varsayar. Tek arzusu, Batı’nın kurguladığı insan hiyerarşisinde altta kalmamak veya en azından Batılı beyaza yakın bir basamakta konuşlanmaktır. Türk ırkçısına göre İsrail, Batı ailesinin bir parçası olarak bunu başarmıştır ve bu imrenilesidir. Bu sebepledir ki; alt sınıf olduğunu varsaydığı hasımlarına karşı ırkçı tavır almaktan çekinmez.