Yekta Şirin / Metin Yazarı
Douglas Kellner’in, “Sinema Savaşları”nda da belirttiği gibi “Çağdaş Hollywood sineması, temsillerin birbiriyle mücadelesi olarak ve mevcut toplumsal mücadelelerin yeniden üretildiği, dönemin siyasi söylemlerinin tahvil edildiği bir mücadele alanı olarak okunabilir.” Elbette ABD’deki siyasi, ekonomik ve kültürel gelişmeler sinemayı da etkilemektedir. Siyaset, sinemada iyi ve kötü temsillerini; ekonomi, prodüksiyonların teknolojik altyapısını; kültür ise estetiği etkilemiş, Hollywood ABD’nin emperyal politikasının sonucu olarak ‘evrensel’ bir norm haline gelmiştir. Siyaset ile sanat arasındaki bu bağ farklı tepkilere neden olmaktadır. Çarpışma, Parazit, Nomadland gibi filmlerin akademi ödülü alması, Michael Moore’un ifşaları, Spike Lee ve Jim Jarmusch gibi yönetmenler buna örnek olarak gösterilebilir.
Güney Koreli yönetmenler ise Hollywood karşısında başka bir sinemanın mümkün olabildiğini göstermektedirler. Bong Joon-ho, Kim Ki-duk, Lee Chang-dong, Park Chan-wook gibi isimler dikkat çekmektedirler. Bu yönetmenler kadar tanınmayan ancak onlar kadar önemli, yer yer daha özgün olmayı başaran bir diğer Güney Koreli yönetmen ise Hong Sang-soo’dur.
ASIL HİKAYE RUTİNDE SAKLI
Yaşamda tesadüflerin belirleyiciliği dendiğinde akla ilk gelen Kieslowski olsa da, tesadüfler Sang-soo sinemasınında da geniş yer bulmaktadır. Kişisel tercih gibi duran kararların oluşmasında tesadüfün etkisini anlatırken, olayların farklı olasılıklarla nasıl değişebileceğini gösterir. Örneğin Right Now, Wrong Then’de yönetmeni canlandıran oyuncunun, ressam kadınla kurduğu iletişimin iki ayrı versiyonunu perdeye taşır. Bazen bir yerde alınan karar ya da dile gelen bir söz insanın kaderine dönüşebilmektedir. Hotel by The River’da öleceğini düşünen adam çocuklarıyla görüşmek isterken hiç hesapta olmayan bir şey gerçekleşir ve tesadüfen karşılaştığı iki kadın onun farklı duygular yaşamasına neden olur. Yönetmen tesadüfleri göstererek insanın yapıp etmelerinin her zaman belli bir rasyonaliteyle oluşmadığını anlatmaktadır. Bu nedenle filmlerinde karakterleri yargılamaktan uzak durur. Özellikle ilk bakışta ahlaki bir sorun olarak göze çarpan unsurların perde arkasını da göstererek izleyiciyi ‘anlayışlı’ olmaya davet eder. Oki’s Movie’de kadının genç ve yaşlı arkadaşlıkları arasındaki gidip gelmesinde olduğu gibi... Kadının bu davranışı bir yandan sadakatsizlik gibi değerlendirililecek olmasına rağmen Sang-soo, kadının neden bu şekilde davrandığını da gözler önüne serer. Hepimizin Sevgilisi’nde de Amerika’da eğitim görmek isteyen Sunhi, profesörden tavsiye mektubu isterken diğer yandan erkek arkadaşı ve onun arkadaşıyla da değişik bir sürecin içine girer. Yönetmen için kararların altında yatan psikososyal gerekçeler daha önemlidir. Asıl hikayenin rutinde saklı olduğuna dikkat çeker. Görülmeyen sebeplere odaklanır.
ŞEHİRLİ İNSANIN HİKAYESİ
Bunu bazen geriye dönüp farklı olasılıkları göstererek yapar bazense aynı film içinde tekrarlara başvurur. İzleyici sahneyi önceden izlediği hissine kapılarak, deja vu yaşar. The Day He Arrives’de restoran sahibi kadının her defasında konuklarına aynı şeyi sorması ‘acaba film geriye mi sardı’ endişesi yaratır. Bazen Nobody’s Daughter Haewon’da olduğu gibi her şeyin aslında bir rüya olduğu, karakterin rüyadan uyanmasıyla anlaşılır. Müphemlik olgusu, en az tesadüfler kadar yönetmenin vurgularındandır. Kimileri için bu bir eleştiri konusu olabilir. Ancak bu durum tam da yönetmenin özgün yönünü gösterir. Tekrarlarla sunduğu şeyin ne kadar sıradan ve basit olduğunu anlatmakta ısrar eder. Örneğin Virgin Stripped Bare by Her Bachelors’da da bu tekrarlar geniş yer bulur. Gündelik yaşamın içindeki rutinlerin nasıl sonuçlara yol açabildiğini yer yer ironik bir şekilde perdeye taşır. Bunu sade bir anlatımla başarır. Filmler genel itibarıyla yüksek bütçeli değildir. The Day After filminde dört kişi etrafında yaşanan olaylar anlatılır. Filmin tamamında ise yalnız altı kişi görünür.
Filmlerdeki karakterlerin büyük bir kısmı sinemayla ilgilidir. Kumsaldaki Kadın’da başrol oyuncusu senaryosunu tamamlamaya çalışan biridir. Diğer filmlerde ressam, yayıncı, şair, besteci, akademisyen, öğrenci, yazar, sanatçı gibi entellektüel karakterlere de rastlanılır. Şehirli ve eğitimli insanların hikayelerini anlatmayı tercih eder.
SADELİK VE DİYALOG ÖN PLANDA
Hong Sang-soo sinemasının en belirgin özelliklerinden birisi de diyaloglardır. Karakterler Japon yönetmen Ozu’nun filmlerini hatırlatırcasına masa başında oturup yemek yerken sohbet ederler. Burada kişisel sorunlar da konuşulur, kadın–erkek ilişkileri de... Felsefi diyaloglar da yer alır. Aforizmalar dikkat çekicidir. Oyuncuların doğaçlama konuştukları hissini uyandıracak kadar her şey sıradan görünür. Toplumdaki farklı bakış açılarını perdeye yansıtır. Farklılıkların ya da zaafların büyük bir sorun olmadığını, yargılanmaması gerektiğini betimler. Her zaman ikinci bir ihtimalin varlığına işaret etmesinin sebebi de budur. Konuşmalar her zaman ciddiyetle ele alınmadığı gibi eğlenceli bir şekilde de gerçekleşir. Bazen uzun bazense kısa tutulur. Ama film içinde sık sık tekrarlanır. Orta sınıftan gelen eğitimli insanların öncelikleri arasında romantik ilişkiler gelir. Fakat bu konuda başarılı olamamakta, ilişkileri uzun süre sürdürememektedirler. Bedensel hazlar aşkın önündedir. Pişmanlıklar ve hayal kırıklıkları kişileri kırılgan ve dolayısıyla da mutsuz kılmaktadır. Sang-soo sineması, insanın her şeyi kontrol ettiği ya da tercihlerini kendi iradesiyle gerçekleştirdiği fikrinin bir yanılsama olduğunu gösterir. Bunun iki nedeni olabilir, birincisi toplumsallığın birey üzerindeki etkisi. İkincisi yönetmenin tesadüfü ısrarla vurgulamasının altında yatan, kişinin yaşadıklarının sadece kendisiyle ilgili olmayıp, başka yaşamların da etkisiyle şekillendiğidir.
Otuza yakın film çeken yönetmenin mekan tercihleri de dikkat çekicidir. Konuşmalar mütevazı evlerde, restoranlarda, cafelerde ya da otellerde yapılır. Oyuncular bazen parkta, sahilde, doğada yürürler... Hollywoodvari bir hareketliliğin hiç görülmediği bu yapımlarda pahalı arabalara, yüksek binalara, lüks yaşamlara, şık kıyafetlere, abartıya rastlanılmaz. Olaydan çok diyalog ön plandadır. Yakın plan çekimler de onun üslubunun parçasıdır.
Kendine has tarzıyla auteur olarak anılmayı hak eden Sang-soo, gündelik yaşamı en doğal haliyle ve tüm paradokslarıyla, estetik bir duyarlılıkla perdeye taşımaya devam ediyor. Sıradan hikayeleri basit şekilde anlatan yönetmenin tarzı kimileri için yüzeysel görülebilir fakat bunu kabul etmek zor, çünkü Sang-soo’nun açık anlatımın altında derin bir duyarlılık ve anlam dünyası yatmaktadır. Zaten onu farklı kılan da kapalı olanı anlaşılır kılmasıdır.