Ercan Yıldırım - Yazar
Dünyanın gidişatını takip etmek için aktüel siyasetten çok reel ekonomiye bakmak gerekir! Klasik sınıf teorilerine hiç girmeden söylemeliyiz ki bugün aktif dünya sistemi, kapitalist iktisadi düzen, genel uluslararası siyaseti de yerel ülke siyasetlerini de belirlemeyi hala sorunsuz becerebiliyor.
Donald Trump'ın ABD Başkanı seçilmesi ABD statükosunun Hillary Clinton lehine koyduğu ağırlığın çöktüğüne yoruldu. “Şahin Clinton” karşısında orta sınıfın umudu Trump'ın gelmesi yerleşik düzene sistem içi muhalefet şeklinde izah edildi. Öyle ki Trump sisteme kin duyan, kapitalizmden nefret eden, bölüşümden payını alamayan kitlelerin umudu olarak bile sunuldu. Halbuki Trump kapitalizmle de ABD emperyalizmiyle de sorunu bulunmadığı gibi aksayan mekanizmaların tamiri için önemli bir figür olarak ortaya çıktı.
Kapitalizm kendini yenileyebilme yeteneği sayesinde bugünlere kadar gelebildi. Krizler, sıcak çatışmalar, spekülasyonlarla sürekli tazelenen kapitalizm, kitleleri bilhassa da sistemden payını alamayan fakir, alt, alt - orta gelir grubu, lümpen, çoğu zaman orta sınıfı parayı göstermeden, umut vererek, kavramları yücelterek, duygu simsarlığı yaparak yine sistem içinde tutmayı başardı. Trump'ın oynadığı kitle tam da bu “kapitalizmin içinde kapitalizm arayanlara” dayanır.
NEOLİBERALİZM, KULTURKAMPF, İMPARATORLUK
Trump'ın başkanlığını neoliberal statükonun yeniden organize olmasıyla açıklamak gerek. Neoliberalizm kitleleri domine edebilme yeteneği yüksek, kültürel kalıpları kullanabilmede son derece başarılı. Neoliberaller milliyetçilik ile dindarlığı ontoloji haline sunmayı başardıkları oranda şirket kârlarını zirveye çıkarabildiler. Trump zaten ekonomik vaatlerle değil kültürel tezlerle başkan olabildi.
Clinton'ın siyasal şahinliği bile sıradan Amerikan yurttaşını karşılamaya yetmedi. Bu açıdan Trump tam manasıyla neoliberalizmin daha güçlü, dirayetli, kapsayıcı, küresel kuşatıcılık öngören vasfını tamir etmeye aday isimlerden. Finans kapital ile üretici güçlerin karşı karşıya gelmesi, küreselleşen kapitalist işletmelerin ulus devletlerle girdiği sürtüşmelerin hepsi neoliberal kalıpların baskın güç olma mücadelesinden öte mana taşımıyor.
Trump'ın tüm kariyeri, zenginliği tam manasıyla neoliberalizme, finans kapitale dayanır; emlak kralı Trump'ın “kabadayı milliyetçiliği”, lümpen kitlelerle birlikte gerileyen orta sınıfları da tesiri altına aldı.
Trumpvari neoliberallik, Ronald Reagan ve Margaret Thatcher muhafazakarlığını yeni boyutlara taşıyacak, içe kapanmacı bir saldırganlıkla belki de Hillary Clinton'dan daha şahin politikaların önünü açacak.
Trump'ın Amerikası ırkçılığın yükselişini değil ulusçuluğun yükselişini anlatır. Amerikan ırkı diye bir kategori yok; göçmen karşıtlığı, Meksikalı düşmanlığı, İslamofobi, Hispanik rahatsızlıklar konjonktüreldir; eğer bir kuzey - güney kavgası başlar Klu Klux Klan elinde yağlı urganlarla dolaşırsa dünya gerçekten ırkçı dalgalanmaları yaşayabilir. Irkçılık bu açıdan paradigma kırılmasıdır. Trump'ı ırkçılıkla izah etmeye çalışan bizim aydınımızın da Türkiye'deki konjonktürü esas alarak milliyet yoğun gündemden hınç almaya çalıştığını ayrıca belirtmek gerekir.
Emlak zengini Trump, ABD kapitalizminin prototipi olduğu için ulusçuluğun zirvesidir elbette. Türkiye'nin kadim beka kaygısının merkez ülkelerde de hissedilir oluşu kuşkusuz içe kapanmacı politikaları beraberinde getirebileceği gibi finans kapitalizminin, şirket zorbalığının, gezgin sermaye anlayışının batılı halklara korkuyla, kaygıyla hissettirilmesi de bu süreçte öne çıkıyor. Üst – orta düzey gelirlere sahip halkları ekonomiye katma, sisteme yeniden entegre etme ancak kültürle, siyasal kaygılarla açıkçası Spartaküslerle, Hanniballarla mümkün olabilir.
Neoliberalizm kulturkampf ile etkinliğini sürdürüyor.
Enteresan olan çevre ülkelerde finans kapitalin klan devletlere varacak bölünme ve parçalanmaları desteklemesine rağmen merkezdekiler kulturkampf ile bütünlüğünü korumanın çabasını gösteriyor. Küreselleşme sürecinde “kapitalist beylikler”in ulus devletlere yapıp ettikleri, halkları tanımadan, bölüşüm, adalet, gelir dağılımındaki çarpıklığı hiç umursamadan modern paryalar icat etme çabası sadece ulus devletlerin vatandaşını gözetme endişesine değil aynı zamanda özerk sermaye adacıklarının kapitalist bütünlüğü ve geleceği bozma ihtimali yeni tedbirlerin alınmasını getiriyor.
PARYALAR ARASI KAVGA
Petrolcülere, emlakçılara, silah endüstrisine, muhafazakarlığa sırtını yaslayan Trump'tan beklenen bu “kapitalist beylikleri”, özerk sermaye adacıkları, dar elit yöneticiler vasıtasıyla oluşan muhalif dalgayı yeni kapitalist hedeflere kanalize etmek gibi görünüyor.
Sadece sermaye temerküzüne dayanan modern dönemde değil dünya varolduğundan bu yana gelir adaletsizliği, fakirlik, düşkünlük temel sorunlardandır. ABD gibi ülkelerde bu rakam fazla olsa bile kapitalist imkanların çokluğu belli bir standardı geliştirmiştir.
Esasında güçlü bir orta sınıfa dayalı ABD'de bu kesimler İslamofobi, göçmenler, artı bölüşümcüler nedeniyle rahatsız!
Sorun sadece “kapitalist beylikler”in genişlemesi, yönetici elit kadrosunun giderek daralması değil, paryaların kendilerine ayrılan ekonomik, kamusal alana yeni paryaların girmesini engelleme çabalarına dayanıyor.
Trump, “kapitalist beylikler”in aralarındaki meselelerden ziyade “paryalar arası mücadele”de ara bulucu, yeni yol açıcı ve seleksiyonu kuralları içinde gerçekleştiren kişi olarak da tahayyül ediliyor.
Trump'ın vaatleri arasında alt gelir gruplarını zenginleştirme, adaletli dağıtım ve bölüşüm, yeni kariyer imkanları bulunmuyor ki; tam tersine emekçilerin vergisini artırıp, zenginlerin vergi dilimlerini düşürmekten bahseden bir başkanla karşı karşıyayız.
İktisadi olarak alt-orta grupları genişletme yeni iş imkanlarına dayalı sözler vermiyor tam tersine “ABD'yi yeniden büyük yapmak”tan bahsediyor Trump... Yani yeni Guantanamolar, yeni sömürgeler, yeni eşitsizlikler...
Hele bizim bölgemizde Kudüs'ün ebedi başkent olmasını isteyen Trump ile hangi meseleler çözülebilir? YPG, PYD, PKK'yı iyi kabul eden, Kırım'ı Rusya'nın gören, Sisi'yle devam etmeyi düşünen Trump, neoconların kaldığı yerden işleri devralacağının açık belgesidir.
Trump tam manasıyla WASP'ın temsilcisi olarak güçlü Amerika için yurttaşları arasında yeni bir birlikteliği sağlamak, 11 Eylül ile kurulan korku imparatorluğunun daha sıkı, daha düzenli, daha disiplinli halkını inşa etmek amacıyla seçildi. Amerikan halkı kendilerine has muhafazakarlıkları ve milliyetçilikleriyle hala 3G'yi önemsiyor: God, Guns, Guys... Tanrı, Silahlar ve Erkekler... Eşcinselliğe, feminizme, kürtaja, komünizme, ahlaksızlığa kendince karşı duran Amerikan halkı bu tezleri öne çıkaran bir dünya imparatorluğu için Trump'ı yeterli gördü.
'KAPİTALİST BEYLİKLER' İÇİN MÜCADELE
Donald Trump'ın başkanlığa gelmesinin ardından çok farklı kesimlerden umutvar tepkiler geldi. Irkçılık, kadın karşıtı söylemleri, İslamofobi ve en önemlisi lümpenvari üslubu korkuları, kaygıları artırdı.
Bazı gedikli sosyalistler, her krizden umut devşiren komünistler, Clinton'ı ezdiği için İslamcılar Trump'a sempatiyle yaklaştı. Hatta batının bittiğini, düzenin değişeceğini, kapitalizmin sorun çözme yeteneğini tükettiğini, kapitalizmden nefret eden kitlelerin alan bulacağını, uygarlığın krize girdiğini, orta sınıf rahatsızların, küçük etniklerin, göçmenlerin merkeze saldıracağını düşünenler çıktı.
İyiden iyiye Trump'ı medeniyeti yıkmaya yürüyen Hannibal gibi tahayyül edenler, kölelerin içinden sıyrılan Spartaküs gibi düşünenler ultra marjinal yorumlar yaptılar.
Belki de bunların hepsi doğruydu, haklıydı, Trump prototipi üzerinden Spartaküsler, Hanniballar çıkabilirdi. Ama modern dünyada barbarların, vahşilerin, beyaz yakalıların, muhaliflerin de bütünüyle yıkmak istedikleri sistem içinde kariyer elde etmeye çalıştıkları gözlerden kaçırılıyor.
Spartaküs ve köleler, Hannibal ve barbarlar bu çağda yeni bozuk düzeni kaldırmak için değil, adaletsizliği üreten “kapitalist beylikler”in başına geçmek için mücadele veriyor. Paryalar, en azından kendi özerk küçük kazançlarını, başka paryalara kaptırmamak için Tanrıya, silaha ve şiddete yol veriyor.