Faust’un fısıldamaları: Batı aydınlanma düşüncesi

Ne var ki, Şeytan o’na sinsice fısıldayarak: “Ey Âdem!” dedi, “Sana sonsuzluk ağacını ve hiç çökmeyecek bir hükümranlığın yolunu göstereyim mi?” Tâ-Hâ, 120

İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım.

Dr. Ayhan Sarı / Araştırmacı, Türkiye Araştırmaları Vakfı

İnsanın en büyük varoluşsal sancısı ölümlü oluşundan kaynaklanır. İyi veya kötü, yaşam bir an gelecek ve bitecektir. Dostoyevski’nin “Anılar, iyi yahut kötü fark etmez, mutlaka acı verir.” sözü insanın ölüm karşısındaki bu çaresizliğini anlatır. Çünkü iyi ya da kötü bütün anılar geçmişe, bir daha geri gelmeyecek zamana, azalan ömür sermayesine ve giderek yaklaşan ölüme işaret eder. İnsanın ölümü aşmasının, zamana karşı kazanmasının ve sonsuza uzanabilmesinin tek bir yolu vardır: Tüm yaratılışın, ölümün ve hayatın, zamanın sahibine, alemlerin Rabbi Allah’a kul olması…

RUHUNU SATIŞA ÇIKARTMA ÇAĞI

Batının yükselişi, aydınlanma düşüncesi bu gerçeğin yok sayılmasıyla başlar. Şeytan Batılı insana ölümü unutturur ve fani dünyayı teklif ederek karşılığında ebedi yaşamı alır elinden. Aklın yüceltilmesi, bireyin kutsallaştırması esasında şeytanın, Batılıların tabiriyle Faust’un fısıldamalarının sonucudur. İnsana yaratılışını, fıtratını, dünyaya gönderilme nedenini ve daha da önemlisi ölümlü olduğunu unutturur. Sinsi ve insanı iyi tanıyan şeytan insanın en büyük zayıflığına, nefsine (ego) oynar.

Şeytan, Goethe’nin Faust romanında muazzam bir biçimde yansıttığı üzere insana hiçbir zaman doğrudan emir vermez, bir şeyi yapmasını buyurmaz. Sağdan yaklaşır, sureti haktan görünür. İyiliğini istediğini, zaten bunun onun hakkı olduğunu söyler ve birtakım önerilerde bulunur. Tavsiyelerine uyup uymamak “tamamen’’ insanın inisiyatifindedir.

Karanlık çağdan çıkma çabasında olan Batılı insana da fısıldar şeytan. Çoktan yozlaşmış, yolunu kaybetmiş, Allah’ın kelamını dünya nimetlerine değişmiş bir dini bahane olarak sunar. Aklını kullanmasını, sadece kendisine güvenmesini ve bencil davranmasını tavsiye eder. Böyle başlar sözde akıl, aslında bencillik ve çıkar çağı. Dünyanın yok olmaya mahkum maddi nimetleri karşılığında tüm insanlığını, ruhunu satışa çıkartma çağı…

İNSAN ZAYIF KARNINDAN VURULDU

Batı aydınlanma düşüncesinin şeytanın bir ürünü, insanı ayartması olduğunun izleri, pozitivizm akımında, ürettiği düşüncenin temellerinde sürülebilir. Pozitivist ontolojinin temel iddiası insandan bağımsız bir gerçeklik olduğudur. Bu gerçeklik tıpkı doğa yasalarına benzer ve objektiftir, yani insandan bağımsız, değiştirilemez bir gerçek vardır. İnsanın görevi bu yasaları keşfetmektir. Keşfeder, anlamlandırır ve bu gerçekliğe uyum sağlar. Örneğin, o gerçeklik gücün tek geçer akçe olduğunu, ahlak ve etik değerlerin bir karşılığı olmadığını ve hayatta kalabilmek için nasıl olduğu fark etmeksizin (ahlaka uygun veya değil) mutlaka güçlü olunması gerektiğini buyuruyorsa insan da bu gerçekliğe göre pozisyon alır. Pozitivist epistemolojinin de birincil görevi objektif gerçekleri açığa çıkartacak nedensel ilişkilerin deneye ve gözleme dayanarak açığa çıkarılmasıdır.

Pozitivizm bu temel önerileri ile günümüze kadar Batıda hâkim paradigma olmuş ve Batı aydınlanma düşüncesini şekillendirmiştir. Batı aydınlanma düşüncesinin şeytanın fısıldamasının, Batı insanını ayartmasının bir sonucu olduğunun kanıtları da insanın biricikliğine, çeşitliliğe vurgu yapan İnterpretivizm’in değil de Pozitivist yaklaşımının ontoloji ve epistemolojisinin hakim olmasından anlaşılabilir aslında. Eğer insan, aklı her şeye yeter ve özgün bir bireyse çeşitliliğin, birden çok gerçekliğin, sübjektifliğin olması gerekirdi. Şeytan sözde akıl çağında bir taraftan insana müstesna bir varlık, dünya üzerindeki en büyük kuvvet olduğunu ve bireysel çabalarıyla aklının her şeye kadir olacağını fısıldarken diğer taraftan da onu, insandan bağımsız bir gerçekliğin var olduğuna, pozitivizme ikna etti. Şeytanın en büyük başarısı da, insanı gerçeği (aslında kendi dayattığı) kendi aklıyla keşfettiğine inandırmasıydı.

Oysa şeytan insanın nefsini (egosunu) kullanarak, insanı zayıf karnından vurdu. İnsana evrensel yasalar diyerek kendi şeytani düzenini benimsetti. İnsana aklını ilah edindiğini zannettirirken aslında kendi şeytani düzenini ilahlaştırdı. Ebedi mutluluk karşılığında canını ve malını Allah’a satması gereken insana onu helake sürükleyecek bir anlaşmaya razı etti. İnsanın aç gözlülüğü, sınır tanımaz bozgunculuğu ve bencilliğine karşılık dünyanın geçici nimetlerini serdi önüne.

YARATILIŞ GAYESİ TERS DÜZ OLDU

Şeytan böylece insanın dünyaya gönderilme amacını unutturdu. Yaratılış gayesini ters düz etti. Kısa ömrünü ahirete azık toplamakla, sonsuza hazırlanmakla gerçekleştirmek mecburiyetinde olan insanı dünyayla oyaladı. Dünyanın geçici, yok olması kaçınılmaz nimetlerinin karşılığında maneviyatını, ahlakını ve kutsal olan tüm değerlerini aldı elinden. Dünyanın hazlarına, geçici zevklerine bağımlı hale gelen insan bir şeylerin ters gittiğini anladığı, ölümün yaklaştığını hissettiğinde artık çok geç olmuştu. Bir kere maddenin, heva ve hevesinin kölesi olmuş, özgürlüğü, benliği ve iradesi elinden alınmış, şeytanın oyuncağı haline gelmişti.

Bizi, Doğunun insanlarını Batıya özendirerek, onları taklit etmemiz teşvik edilerek beklenen de aslında şeytana, onun kurduğu düzene tabi olmamızı sağlamak. Şeytanın aldatmasına kanarak, kandırılarak tek sermayemizi, ömrümüzü, sınırlı zamanı şeytanın yok olmaya mahkûm, geçici dünya hazları karşılığında rehine vermek. Kısa, geçici dünya hayatının karşılığında ebedi hayatı, bitmeyecek bir mutluluğu takas etmek. Sonrasında kalan ömrünü ölüm korkusuyla, yaşamın elbet bir gün biteceği acı gerçeğiyle daimî bir huzursuzluk içerisinde geçirmek…

Allah’ın size lütfu ve merhameti olmasaydı, pek azınız hariç, muhakkak şeytana uyardınız.

Nisa, 83

Modern Batıyı eleştirirken yukarıdaki ayeti ve dolayısıyla şeytanın ne kadar çetin bir düşman olduğunu bir an olsun aklımızdan çıkartmamak gerekir. İnsanın şeytanla baş başa kaldığı bir müsabakada galip gelmesi mümkün değil. Mesele Batıyı kınamaktan ziyade, onların düştüğü hataya düşmemek. Batının surette, dünyevi anlamda yükselişi, manen, ebedi olanda ise çökmesinin ilk adımı kuşkusuz Allah ile olan bağlarını koparmalarıdır. Allahtan uzaklaşan, yalnız kalan insan, şeytan için kolay bir yem haline gelmiştir. Bireyselliği teşvik eden, aklı kutsallaştıran şeytanın asıl ve tek amacı insanı yüce Yaratanın yardımından uzaklaştırmak, sürüden ayırıp tek başına bırakarak kolay bir av olmasını sağlamaktır.

BİZE VERİLEN VAAT HALA GEÇERLİ

Şeytan, yüzyıllardır maddi üstünlüğü Batıya kaptıran bizlere de benzer tekliflerle geliyor. Dünyanın geçici nimetleri karşılığında ruhumuzu satın alma derdinde. Her ne kadar bir kısmımız maddeye tamah ederek maneviyatından feragat etse de, Batıya özenerek inancından vazgeçse de şeytan henüz istediği zaferi elde edebilmiş değil. Lakin uzun bir süredir savunmada kalmak, kaybeden tarafta olmak özgüvenimizi zedeledi. İnancımızı sarstı. Neyin üstün, neyin alçak, neyin kalıcı, neyin geçici, neyin doğru, neyin yanlış olduğuna dair bilgimizi, zihinlerimizi bulandırdı. Bu nedenle, Batının sahte dünya algısının, şeytana köle olmuş medeniyetinin ve kısa bir faydalanma karşılığında ebedi olandan vazgeçen akılsızlığının karşısına çıkıp doğru olanı haykırmalı ve başta kendimiz olmak üzere tüm insanlığa hatırlatmalıyız.

Allah bizlere rahmetinin bir eseri olarak son Peygamberini (s.a.s) ve hidayet rehberini, Kur’an-ı Kerim’i gönderdi. Dinini tamama erdirdi, kusursuz olarak bize ulaştırdı ve diğer tüm dinlere üstün kıldı. Hak geldi, batıl yok oldu. İnanabildiğimiz, Kur’an-ı Kerim’i, onu bize ulaştıran ve en güzel bir biçimde hayata uygulayan Peygamber Efendimizin (s.a.s) öğretilerini takip edebildiğimiz ve Müslüman olarak yaşayabildiğimiz müddetçe şüphesiz en üstün olanlar bizler olacağız. Dünyada kısa bir süreliğine, bir insan hayatını düşündüğümüzde belki en fazla 100 sene sürecek bir yaşam için sonsuzu feda etme akılsızlığına düşmeyeceğiz.

İnkârcıların refah içinde diyar diyar dolaşması, sakın seni aldatmasın! Azıcık bir menfaattir o. Sonra onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü varış yeridir!

Ali İmran, 196-197

Ya Batının izlediği yolu takip edecek, şeytana kanıp batılla birlikte yok olacak, ebedi felakete sürükleneceğiz ya da hakka tabi olup kaçınılmaz sonumuza, ölüme en güzel bir şekilde hazırlanıp Allah’a kul olarak sonsuza uzanacağız.

Önümüzde engin bir dünya var ve kalplerimizde, Peygamberin (s.a.s) sahabelerinin kalplerini yakan o ateşin kıvılcımları parlıyor. Sağımdaki kardeşlerim ve solumdaki kardeşlerim, kendilerinden beklenenin gerisinde kaldıklarının farkındalar ve asırlar içinde kalplerinin daraldığının da; ama yine de bize verilen vaat hala geçerli…

Muhammed Esed – Mekke’ye Giden Yol

Biz hakkın geldiğini, batılın yok ve hala kaybetmeye mahkûm olduğunu, Allah’ın bize rahmetinin bir eseri olarak ne büyük bir mucize gönderdiğini ve yaratılışın en değerli parçası olma fırsatını sunduğunu unutmuş olabiliriz. Fakat Allah’ın vaadi hala geçerli. 1400 sene önce ne kadar geçerliyse, bugün de o kadar geçerli. Bu din hala tüm dinlere üstün olarak gönderilmiş din. İnandığımız Peygamber (s.a.s) hala son Peygamber. Kur’an-ı Kerim hala insanın tüm dertlerine şifa olmaya, yolunu aydınlatmaya, ve ona rehberlik etmeye kadir. Bütün mesele bu gerçeğin farkına varmak, hatırlamak ve elimizdeki değerin, nurun kıymetini idrak edip o nurun yardımıyla şeytanla ve dostlarıyla yılmadan, sabırla mücadele etmek.