Evladı çalınan annelerin sessiz çığlığı

Bu eylemi sadece Diyarbakır’daki annelerin sırtına yüklemek, vicdana, adalete, insafa sığar mı? Ateş hep düştüğü yeri mi yakmalı? Bu sesi yüksek, umudu canlı tutmak sadece annelere mi düşmeli? Ya özgürlük sevdalıları, sivil toplum örgütleri, film yapımcıları, aktivistler, insan/çocuk hakları savunucuları? Bir kısmı barbarlara göre pozisyon almış olabilirler. Ya diğerleri?

Haber Merkezi
İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım

Prof. Dr. Kudret Bülbül

Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi

Costantino Kavafis, ünlü “Barbarları Beklerken” şiirindebir şehir aydınlarının, yargıçlarının, yöneticilerinin, şehre saldırmaya hazırlanan barbarları beklerken, kendilerini barbarlara hazır hale getirişini konu edinir.

Türkiye’deki özellikle sol, Marksist, Kürtçü kesimlerin PKK sempatisi bana hep bu şiiri hatırlatır. Belirli kesimler adeta barbarların gelişine hazırlanırken, cesur bir Kürt kadını bütün tılsımı bozdu. 8 çocuk annesi Hacire Ana, oğlu Fırat’ın PKK tarafından Kandil’de infazından sonra, kaybolan ikinci oğlu için, Ağustos sıcağında HDP Diyarbakır teşkilatı önünde oturma eylemi başlattı. “Edi bese” diyerek başlattığı eylem PKK sempatizanlarının bütün çarpıtmalarına rağmen, yoğun kamuoyu desteği aldı ve Hacire Ana oğlu Mehmet’ine kavuştu. Bize de barbarların gelişine hazırlanan kesimlerin, barbarların gelmeyeceğini/gelemeyeceğini görmelerinin, üzerlerinde yarattığı gerginliği gözlemlemek kaldı.

FAİLİ VE OLAYI AÇIK ETMEK

Hacire Ana’nın açtığı çığır, HDP’nin Diyarbakır Teşkilatı’nın önünde bugün 50’den fazla ailenin katılımıyla sürüyor.

Öncelikle tanımlamayı doğru yapmak gerekir. “#DiyarbakırAnneleri” ifadesi çok masum kalıyor. Her şehirde olabilecek sıradan bir anneler dayanışmasını çağrıştırıyor. Yaşanan olguyu doğru betimlemediği gibi, ifade esasen gerçeği gölgeliyor. Bu nedenle #EvladıÇalınanAnneler ifadesi, faili de olayı da daha fazla açık ediyor. Kaldı ki ailelerin hepsi Diyarbakır’dan değil. Türkiye’nin pek çok şehrinden gelmişler. Yurtdışından da katılım var mı bilemiyorum ama Diyarbakır’daki anneler aslında Türkiye anneleri.

#EvladıÇalınanAnneler’in oturma eylemine başlamasıyla, annelerin acılarına değil, barbarların gelişine daha fazla duyarlı olan kesimler garip bir söyleme sarıldılar. Eylemler güvenlik kurumlarının önünde yapılmalıymış. Nedense bu kesimler, Cumartesi Anneleri’ne destek verirken aynı argüman akıllarına gelmemişti.

Oysa analar-babalar faillerin farkında. Güneydoğu’da yaşayanlar, benzer yöntemlerle kaçırılan/kandırılan birçok çocuğun daha önce geri alındığını biliyorlar. Dağa/Kandil’e aracı olan HDP’lilere, çocukların iade edilmediği takdirde, benzerinin kendi çocuklarına yapılacağı tehdidi kısmen zaten başarılı olmuş. Güçlü aileler, aşiretler çocuklarını geri alabilmiş. Acıyı yaşayanlar sorunun da çözümün de kaynağını biliyorlar. Bu nedenle HDP önünde oturulmasına karşı çıkmak, bölge dışında yaşayanların cehaleti değilse, faili gizleme çabasından başka bir şey değildir.

HER AİLENİN HİKAYESİ BİR ACI, DRAM

Diyarbakır’da annelerin oturma eylemi başladığından beri, benim de adeta kalbimin bir parçası oradaydı.

Katledilmeyi göze alarak evlatlarının peşine düşen annelerin yanında olamamak, onlara bir selam verememek, “onurlu direnişinizin yanındayız” diyememek, içten içe rahatsız ediyordu. Acının, gözyaşının dili, dini, rengi, ırkı olabilir mi? Annelerin acılarına, dertlerine, gözyaşlarına, umutlarına ortak olmalıydık.

Sabah saatlerinde biraraya geldik annelerle. Dikkatimi ilk çeken, sadece annelerin değil, babaların da orada olduğuydu. İlk onlarla görüştüm. “Erkekler ağlamaz” denir. Ama yıllardır yürekleri evlat hasretiyle yanan babaların, gözyaşlarının çağlayan gibi yüreklerine aktığını hissedebilmek için baba olmak gerekmiyordu. Acının, hasretin, özlemin, çaresizliğin benizlerini çepe çevre sardığı babaların yürekleri adeta harman yeri gibiydi.

İstanbul’dan geldiğini söyleyen, belki de derdinden oldukça zayıf görünen bir baba sözü alıyor. 14 yaşındaki canparesi Tuncay’ın kandırılmasını/kaçırılmasını anlatıyor. Henüz 14 yaşında… Tuncay’ının hayallerinden bahsediyor. Oğlunun İstanbul HDP teşkilatı tarafından kaçırıldığını, önce ilaç içirildiğini, sonra Suriye’ye ve Kandil’e götürüldüğünü söylüyor.

Çocuklarımızı gözümüzde canlandırarak, evladı 14 yaşında dağa götürülmüş bir babanın durumunu, dramını idrakinize bırakıyorum…

Sonra Erzurumlu bir annemiz başlıyor: Ben diyor, “beş yıl boyunca evde tek başıma her gün her gece ağladım da ne elde ettim?” diye soruyor. Acıları birleştirmek, hep birlikte tepki vermek gerek diyor. Tek başlarına değil, acıları ortaklaştırmak, birbirlerinin dertlerini dinlemek kendilerini daha az çaresiz hissettiriyor.

Sonra bir başka ana giriyor söze. Onun da ceylanı, kızı Ceylan 17 yaşında çalınıyor. Balıkesir Üniversitesi’ni kazanmış. “Balıkesir’e okumaya gidecekti” diyor. Hayallerinden bahsediyor. Ceylan’ını bir görse dünyaları bağışlayacak adeta. Annenin gözlerindeki mahzunluk, derinlik, umut ve umutsuzluk arasındaki enginlik kolay kolay hafızamdan silinir mi bilemiyorum..

Görüştüklerim arasında PKK tarafından kaçırılan az sayıda polis ve asker aileleri de vardı. Onlarınki ayrı bir dram..

Anneler/babalar acılarını anlatmak için öylesine istekli ki.. Her anlatışta yavrularına kavuşma umutları tazeleniyor adeta. Bir baba ağlamadan derdini anlatmak için kendini zor tutarken (gözyaşlarının içine aktığını hissediyorum. Erkeklerin kaderi bu), “Çocuklarımıza kavuşabilecek miyiz?” diye soruyor bir anne; endişeli, ürkek, özlem dolu ve yaşlı gözlerle…

Annelerin umutlarını taze tutmak gerek. Bu hepimize düşüyor. Çocuklarına kavuşmaları inşallah sağlanır. Ama kendilerinin, devrimci/korkusuz cesaretlerinin değerinin kendilerine hissettirilmesinin önemli olduğunu düşünüyorum.

NE YAPMALI? NASIL YAPMALI?

Gezi Parkı’nda kesildiği iddia edilen birkaç ağaç yüzünden, ülkede ve yurtdışında neler yapıldığını, nasıl bir gerçek dışı külliyat üretildiğini hepimiz biliyoruz. Bugünlerde, Türkiye’nin yakın tarihinde en meşru, en sivil en etik, en demokratik, başkalarına hiç zarar vermeyen, en haklı, PKK ve HDP’yi en fazla çaresiz bırakan eylemlerden biri gerçekleştiriliyor.

Bu eylemi sadece Diyarbakır’daki annelerin sırtına yüklemek, vicdana, adalete, insafa sığar mı? Ateş hep düştüğü yeri mi yakmalı? Bu sesi yüksek, umudu canlı tutmak sadece annelere mi düşmeli? Ya özgürlük sevdalıları, sivil toplum örgütleri, film yapımcıları, aktivistler, insan/çocuk hakları savunucuları? Bir kısmı barbarlara göre pozisyon almış olabilirler. Ya diğerleri?

Bana göre öncelikle bu eylemler Türkiye sathına yayılmalı. Her ilde haftanın belirli günü/günleri, vicdan, onur, ilke, etik sahibi bütün insanlar, anneler, kadınlar, gençler HDP il binasının önünde oturma eylemi gerçekleştirmeli.

İkinci olarak yurtdışında PKK/HDP’ye müzahir kuruluşların önünde haftanın belirli günü/günleri aynı şeyi yapmalı. Hangi dilden, dinden, ırktan, renkten olursa olsun, tüm dünyadan insanların #EvladıÇalınanAnneler’le dayanışmasına imkân sağlanmalı.

Bu eylemler PKK ve HDP’ye dair Türkiye’de ve yurtdışında farkındalık oluşmasına kesin katkıda bulunur. Ama hepimizin arzusuna rağmen HDP’nin terörden ayrışmasına, özgürleşmesine, demokratikleşmesine katkı sağlar mı? Emin değilim.

Bunun için öncelikle Türkiye’de sol, Marksist, Kürtçü kesimlerin HDP’nin teröre destek vermesine açık tavır alması gerekir. Maalesef böyle bir durum yok. Ablasını PKK’nın Marmara Oteli saldırısında kaybeden Birgün gazetesi yazarı Cüneyt Cebenoyan, Kübra Par’a verdiği söyleşide şöyle diyordu: “Mahallem PKK’ya değer veriyor. Mahallenizde bir katil var. O katil sizin ablanızı öldürmüş. Çevrede dolaşıyor ve herkes ona saygı gösteriyor”.

Keza uluslararası kesimler de HDP’nin teröre desteğine açık tepki koymalı. Bu da beyhude bir beklenti gibi. Daha yeni İspanya’da, Katalan yöneticiler, isyana teşvikten 13 yılla cezalandırıldı. HDP’liler ise Batı’da özgürlük savaşçısı olarak selamlanıyor. Yine bugünlerde Alman Anayasa Mahkemesi, Alman aşırı sağcı parti NDP Başkanı’nın konaklama talebini reddeden hotel sahibinin tutumunu haklı buldu. Ama aynı Almanya HDP’nin şiddete destek vermesine “özgürlük” diyebiliyor.

Manzara böyle olsa da, HDP Türkiye gibi açık, demokratik bir sistemde oy alıyorsa, HDP’nin terörle arasına mesafe koyması için en büyük baskıyı Türkiye toplumundan beklemeli. Türkiye’deki her kesimden demokrat, çoğulcu, özgürlükçü insanlar seslerini daha fazla yükseltmeli. Dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde bırakın HDP’yi, HDP’den çok daha azına bile müsaade edilmese de, HDP belki yasal olarak kapatılmamalı. Ama çocukları, vatan evlatlarını kandıran/çalan bir mekanizmanın aracı olmaması için üzerindeki demokratik baskı sonuna kadar artırılmalı. Gerekirse bu mesajı alması için HDP’yi millet (oy vermeyerek) kapatmalı…