Evanjelizm, Brunson ve Mike Pence etkisi

Trump’tan ziyade özellikle Pence’in seçilmesi, ABD ve –sayıları az da olsa- Avrupa başta olmak üzere bütün dünyadaki Protestanlar-Evanjeliklerde bir umut olarak görülmüş, muhafazakâr, teo-politik ve apokaliptik taleplerini, Pence üzerinden gerçekleştirmeye çalışacakları anlaşılmıştır. Nitekim Kudüs kararı ve -sembolik gibi dursa da- Rahip Brunson bahane edilerek Türkiye’ye yönelik geleneksel müttefiki-stratejik ortağı Türkiye ile ilişkileri kriz noktasına getirecek yaptırım tehdidi, bu Evanjelik etkinin Pence üzerinden tezahürüdür.

Yeni Şafak
Gündem

Prof. Dr. Özcan Hıdır - İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi

Trump’ın ve özellikle de “koyu bir Evanjelik” olan Pence’in seçilmesinde alabildiğine etkileri olan ve sayıları 100 milyon civarında olduğu bilinen ABD’deki Evanjelikler ve Amerikan siyasetine “teo-politik” etkileri konusu bugünlerde alabildiğine gündemde. Terör örgütleri FETÖ ve PKK adına suç işlediği ve casusluk yaptığı suçlamasıyla 2016’dan bu yana tutuklu yargılanan ve geçtiğimiz günlerde tutukluluğu sağlık sorunları sebebiyle ev hapsine çevrilen “Evanjelik-misyoner-oryantalist” Rahip Craig Brunson olayı ise Evanjeliklere olan Türkiye’deki bu ilgiyi haklı olarak üst seviyelere çekti. ABD yönetimin en son açıkladığı Adalet ve İçişleri bakanlarımıza yönelik yaptırım kararıyla birlikte, Brunson bağlamında Evanjelikler konusu bir diplomatik krize de yol açtı ve son yıllarda zaten “hastalıklı” bir seyir izleyen ABD-Türkiye ilişkilerini adeta komaya-yoğun bakıma soktu.

Brunson olayıyla alakalı belki de göz önünde tutulması gereken husus, ABD adına Türkiye’de önemli hizmetlerde bulunmuş Brunson’ın işinde-gücünde sade bir “evanjelik rahip” olmanın ötesinde misyonerliğin de ötesinde misyonlara sahip olmasıdır. Dolayısıyla ABD yönetiminin verdiği diplomasinin sınırlarının ötesine geçen açıklama ve kararlar, Brunson olayının ne sadece teolojik ne de politik olmadığı “teo-politik” bir arka plana sahip olduğunun, ABD yönetiminin (özellikle de Pence’in) blok halinde oy aldıkları Evanjeliklerin istekleri doğrultusunda bu konuda adım attıklarının göstergesi olsa gerektir. Bu yönde benzer bir teo-politik evanjelik etkiyi biz, ABD’nin Tel Aviv’deki Büyükelçilik binasının Kudüs’e taşınması kararında da görmüştük.

Bütün bunlara rağmen, burada şu hususu öncelikle vurgulamak gerekir ki, Türk-Amerikan ilişkilerinin bu noktaya gelmesinde “Brunson” olayı, kanaatimce sembolik bir değerdedir. Amerika Rahip Brunson olayını bahane ederek bir taşla iki kuş vurma peşindedir. Bir yandan Kasım ayındaki ara seçimlerde blok halinde oylarını aldığı Evanjelikleri tatmin etme ve yeniden oylarını domine etme, diğer yandan da son yıllarda adeta “çizgiyi aştığını-sınırların dışına çıktığını” düşündüğü Sn. Cumhurbaşkanımızın liderliğindeki Türkiye’nin “pro-aktif”, “aksiyoner”, “alternatifleri (Rusya-Çin-BRICS) gözetip onlarla ekonomi-politik işbirliği yapma gayretindeki tutumunu Brunson üzerinden cezalandırma amacı gütmektedir.

11 EYLÜL ETKİSİ

Konunun bütün bu boyutlarının da tartışıldığı güncel yönleri tabiatıyla medyada tartışıldı, tartışılacak. Biz burada esasen meselenin güncel boyutuyla sıkıca bağlantılı olan bir başka yönüne, yani Evanjelizm’in Batı’da (ABD-Avrupa) aşırı sağ ve İslam karşıtlığının yüksel(til)mesine olan etkisini irdelemek istiyoruz. Bunu yaparken de Evanjelikler, aşırı sağ ve islamofob-İslam karşıtlarının temel bazı karakteristikleri üzerinden değerlendirmeler yapacağız. Esasen şunu başlangıç olarak ifade edebiliriz ki, ABD’de bazı kesimlerce “radikal-fundamentalistler”, “Amerikan Talibanı”, “Hıristiyan siyonistler” gibi nitelemelerle de anılan Evanjelikler, aslında özellikle 11 Eylül 2001 sonrasında sürekli yükselişte olan Avrupa-ABD’deki “aşırılık-radikallik”, “aşırı sağ”, “Hıristiyan aşırı sağı” olgusu ile birlikte de ele alınmalıdır.

EVANJELİZM’İN YÜKSELİŞİ VE İSLAMOFOBİ

Soğuk Savaş’ın bitimi sonrasında “İslâm Batı’nın düşmanıdır” söylemi paralelinde alabildiğine öne çıkmaya başlayan aşırı sağ dalga, 11 Eylül sonrası dönemde nispeten farklı versiyonlarıyla ve büyük oranda islamofobik-İslâm-Müslüman karşıtı söylem-eylem ve tutumlar şeklinde ABD, Avrupa-Batı’da alabildiğine artış göstermiştir ki, bu dalga bazı araştırmalarda “yeni sağ” olarak da nitelenir. Tabiatıyla bu artışta ABD’de büyük oranda Evanjeliklerin –ve tabii olarak bunlar işbirliği içindeki siyonist-ortodoks Yahudi lobisi- başat rol oynadığı “fundamentalist Hıristiyan gruplar alabildiğine öne çıkıyor. Son yıllarda ise bu yükselişin alabildiğine ivme kazandığı ise, ampirik olsun teorik olsun, hemen pek çok araştırma ve raporda tespit edilen bir husustur. Popülist akım, parti ve söylemlerin de alabildiğine öne çıktığı aşırı sağcı anlayış, neredeyse blok halinde İslamofobik Evanjeliklerin oyunu alarak başkan seçilen Trump’ın Amerika’da başkan seçilmesiyle zirveye ulaşmıştır. Aslında Trump’tan ziyade, “beyaz, milliyetçi, koyu bir Evanjelik” olan yardımcısı Pence’in, Evanjeliklerin isteklerini politikaya yansıtacak adımların atılmasını sağlayacağını kişi olarak görüldüğü aşikâr. Dolayısıyla Trump’tan ziyade özellikle Pence’in seçilmesi, ABD ve –sayıları az da olsa- Avrupa başta olmak üzere bütün dünyadaki Protestanlar-Evanjeliklerde bir umut olarak görülmüş, muhafazakâr, teo-politik ve apokaliptik taleplerini, Pence üzerinden gerçekleştirmeye çalışacakları anlaşılmıştır. Nitekim Kudüs kararı ve –sembolik gibi dursa da- Rahip Brunson bahane edilerek Türkiye’ye yönelik geleneksel müttefiki-stratejik ortağı Türkiye ile ilişkileri kriz noktasına getirecek yaptırım tehdidi, bu Evanjelik etkinin Pence üzerinden tezahürüdür.

MÜSLÜMANLAR İZOLASYONA İTİLİYOR

Öte yandan, paradoks gibi dursa da, Evanjelik-fundamentalist Hıristiyan kökenden beslenen aşırı sağdaki bu durum, aynı zamanda Avrupa-Batı’daki Müslümanlar arasında radikalleşmeyi ve DAEŞ gibi terör örgütlerine katılımı da besleyici-tetikleyici en önemli faktörlerden biri olmuştur. Bu anlamda aşırı sağ söylem-eylem ve tutumlarla Müslümanlar arasındaki aşırılık-radikalleşme arasında bir korelasyon ve adeta “kısır döngü” vardır ki, bunun doğal yansıması olarak da İslâm ve Müslüman karşıtı aşırı sağ grup veya partilerin desteğini-oylarını arttırması durumu meydana gelmektedir. Aşırı sağ partilerin alabildiğine marjinal olup neredeyse hiç olmadığı bazı ülkelerde bile bu partilerin rölatif olarak önemli oy oranlarına ulaşması bunu gösterir. Bu ise biri, bir kısım Müslümanların radikalleşip terör eylemlerine yönelebilmesi olarak “görünür”; diğeri de “online radikalleşme” diye de nitelenen sosyal olarak pek görünmeyen bir aşırılaşma-radikalleşmeyi ve neticede radikal bir anlayış-ideolojiye sahip olmayı beraberinde getirebilmektedir ki, tabiatıyla bu olgu, yazımızın boyutlarını aşan başka önemli bir yöndür. Bu meyanda aşırı sağın “zenefobik-islamofobik, ırkçı-kültürel ırkçı” tutumları ve sosyal medya propagandaları yoluyla da Müslümanlara yönelik söylemleri, Müslümanların topluma katılımını (entegrasyon-partisipasyon) engelleyici bir fonksiyon da icra etmekte ve neticede Müslümanlar izolasyona kayabilmektedir. Bir çeşit sıkışmışlık hali olan bu durumda bir kısım Müslümanlar arasında başka bazı motivasyonların da etkisiyle radikalleşme kolaylaşmaktadır. Bu ise Evanjelikler ve diğer Hıristiyan radikal gruplarca bahane edilmekte ve İslamofobi-İslam karşıtlığına malzeme yapılmaktadır.

Tabiatıyla, ülkeden ülkeye bazı açılardan farklılıklar gösterse de, bu yükselişte dinî, tarihî, sosyolojik/sosyo-kültürel, ekonomik ve siyasî –mesela politik memnuniyetsizlikler gibi- pek çok temel dinamik rol oynuyor. “Konjonktürel” ve “protest” olmaktan ziyade artık “ABD-Avrupa-Batı’nın yeni normali” haline gelen, siyonist Hıristiyan-Evanjelik tezahürleri ile de öne çıkan aşırı sağ anlayış ve bu anlayışların yön verdiği parti ve kurumların temel bazı karakteristiklerini irdelemek önem arzeder.