Darbeye karşı milli duruş 27 Nisan’da şekillendi

Gündem

TARIK ŞEBİK

15 TEMMUZ DERNEĞİ BAŞKANI

Türkiye Cumhuriyeti’nin 27 Mayıs 1960’da başlayan darbeler tarihi bugüne kadar birbirinden farklı yöntemler, aktörler ve araçlar gördü. Şüphesiz bunların en ilginç olanlarından birisi 27 Nisan 2007’de kayıtlara geçen e-muhtıra idi. 28 Şubat’ta post-modern darbe kelimesiyle tanışan Türkiye, 27 Nisan’da gücünü askeri vesayetten yöntemini ise teknolojiden alan bu girişimle bir kez daha karanlık günlerin hayaletiyle baş başa kaldı. Genelkurmay Başkanlığı’nın web sitesinde yayınlanan bildiriye giden süreç oldukça karmaşık ve çetindi. Bildiri sonrası iktidarda olan AK Parti lideri ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın duruşu ise darbeler tarihimiz açısından bir ilkti. Gücünü milletten alan hükümetin vesayetçi odaklara karşı kararlı duruşu, 15 Temmuz gecesi meydanlarda direnen milletimiz ve siyasetçilerimiz için belki de en önemli referans noktalardan birisi oldu.

2002 yılı Türkiye için pek çok açıdan yeni bir dönemin başladığı tarihti. O güne kadar 28 Şubat darbesini iliklerine kadar yaşayan muhafazakar-mütedeyyin kesim tüm denklemlerin dışında bırakıldı. Tekerrür etmeye doymayan tarihimiz ise sistemin dışına itilen bu kesimin yeniden AK Parti aracılığıyla iktidara gelişiyle vesayetçilere en açık mesajı verdi. Ancak toplumun tüm kesimlerini kucaklayan bir dil ve felsefe ile tek başına iktidar olan AK Parti’nin bu yolculuğu hiç de kolay olmadı. Recep Tayyip Erdoğan’ın 2012’de “Manşetlerle çarpışarak bugünlere geldik” cümlesi boşuna değildi. Başta basın yayın organları olmak üzere, STK’lar, siyasi partiler ve en önemlisi Ordu, AK Parti’nin beklenmedik zaferini tam olarak sindiremedi. 28 Şubat’ın vesayet odakları “siyasi islamın” sözcüsü olarak gördükleri AK Parti’ye karşı sürekli bir saldırı halindeydi. İşte 27 Nisan e-muhtırasına giden süreç böyle şekillendi.

28 ŞUBAT’IN HAYALETİ

AK Parti iktidara geldiğinde önünde birikmiş pek çok sorun ve vesayet alışkanlığı mevcuttu. Kolları sıvayan iktidar Avrupa Birliği reform sürecini hızlandıran adımları atarak, meşhur 1 Mart Tezkeresi’ne giden süreçte inisiyatif alıp ABD ile görüşmeleri kendi iradesiyle yönlendirerek, KKTC’nde Annan Planı ile çözüm arayışlarına girerek geleneksel kodların dışına çıktı. Bütün bu dönüşümler ile o güne kadar siyasetin merkezinde yer almaya alışmış Ordu, iktidarın belirlediği alana çekiliyor ve olması gerektiği yerde konumlandırılıyordu. Bir nevi genç ve dinamik bir kadro yılların alışkanlıklarına sahip “haşmetlilere” kışlalarının yolunu gösteriyordu. Alıştıkları gücü kaybetmeye başlayan Genelkurmay, bu süreçten memnun değildi.

Bu temel siyasi değişiklilerin yanında ısıtılıp ısıtılıp ülkenin önüne sürülen laiklik tartışmaları, Deniz Kuvvetleri Eski Komutanı Özden Örnek’in günlükleriyle ortaya çıkan darbe teşebbüsleri, 2002-2007 yılları arasında yaşanan faili meçhul cinayetler 27 Nisan’a giden yolun taşlarını döşedi. 2006’da Cumhuriyet Gazetesi’nin bombalanması, Danıştay ve Rahip Santoro cinayetleri, 2007’de Hrant Dink cinayeti gibi toplumun sinir uçlarına değen olaylar ülkede bir kaos ortamının oluşturulmak istendiğinin açık delilleriydi. 2007’de Türkiye’de bir darbe beklendiğine dair görüşler basında paylaşılmaya başlandı. Tüm bu kaos ortamı Atatürkçü Düşünce Derneği’nin laik kesimi “Cumhuriyet’e sahip çık” sloganıyla meydanlara çağırması ile zirveye taşındı. Cumhuriyet Mitinglerine katılanlar için bin yıl süreceği iddia edilen 28 Şubat’ın hayaleti “umut” sözcüğünün karşılığı olmaya başlamıştı.

HUKUK ELİYLE KAOS PLANI

Gerilimin tırmandığı o dönemin güncel siyasi ayağında ise asıl mesele 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in görev süresinin bitmesiydi. Çoğunluğu elinde tutan AK Parti’nin Abdullah Gül’ü 11. Cumhurbaşkanı adayı olarak göstermesi Kemalist vesayetçiler açısından kabul edilemez görüldü. Gül’ün başörtülü eşiyle Köşk’e çıkacak olması fikri laiklerin korkulu rüyası haline geldi.

Darbe fikrinin sürekli tepkiye yol açtığını gören vesayetçiler hukuk üzerinden bir oyunu sahneye koydu. Eski Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu tarihe “367 garabeti” olarak geçen tezi ortaya attı. Buna göre Mecliste 354 milletvekili olan AK Parti’nin tek başına adayını seçtiremeyeceği hesapları yapıldı. Muhalefetin de desteğini alan vesayet odakları asıl girişimi 27 Nisan 2007’de gece yarısı yaptı. Genelkurmay Başkanlığı’nın web sitesine yüklenen bildiri ile ordu, siyasete bir kez daha müdahaleye yeltendi.

ERDOĞAN’DAN E-MUHTIRAYA KARŞI KARARLI DURUŞ

Bildiride sözde laik hassasiyetlerden bahsedilip Kutlu Doğum faaliyetleri sırasında ortaya çıkan başörtülü kızların görüntüleri eleştiriliyor, dini duyguların istismar edildiğinden dem vuruluyor, nihayetinde laf siyasete direkt müdahale anlamına gelecek Cumhurbaşkanlığı seçimine getiriliyordu. E-muhtıra “Özetle, Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Atatürk’ün, “Ne mutlu Türküm diyene!” anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır” ötekileştirmesiyle bitiyor ve TSK’nın müdahalelerine devam edeceğine “kesin inancıyla” bakılıyordu.

28 Şubat’ın vesayetçileri yeniden sahneye çıkmıştı. O güne kadar siyaseti istedikleri gibi dizayn edenler AK Parti’nin bu bildiriyi sineye çekeceğini düşündü. Ancak bu sefer karşılarında farklı bir siyasi aktör ve duruş vardı. Başbakan Erdoğan ile kurmayları hemen toplandı ve ertesi gün bir basın açıklaması yapıldı.

Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek, Başbakanlığa bağlı bir kurum olan Genelkurmay Başkanlığı’nın herhangi bir konuda hükümete karşı bir ifade kullanamayacağını hatırlatarak, hükümetin bu vesayet girişimine boyun eğmeyeceğini kararlı bir şekilde ortaya koydu.

Ne yazık ki yakın tarihte yaşanan onca deneyime rağmen meşru siyasetin yanında yer alması gereken muhalefet partileri, bazı STK’lar ve gazeteciler Genelkurmay’ın bildirisini insaflı buldu! CHP ise Anayasa Mahkemesi’ne giderek TBMM’de yapılan ilk oturumun iptalini istedi. Süreç 22 Temmuz seçimlerinde AK Parti’nin yüzde 47 oy çoğunluğunu alması ve sonrasında MHP’nin de desteğiyle Abdullah Gül’ün 11. Cumhurbaşkanı seçilmesiyle sona erdi.

15 TEMMUZ RUHU REHBERİMİZ OLMALI

27 Nisan e-muhtırası şekil ve içerik bakımından farklı olsa da kayıtlara bir darbe teşebbüsü olarak geçti. Başbakan Erdoğan yönetimindeki AK Parti’nin bu girişime karşı sergilediği kararlı duruş ise o güne kadar yaptığı yanına kar kalan vesayetçiler açısından yeni bir dönemin başlangıcı oldu. 15 Temmuz 2016’da yaşanan hain darbe girişiminde bu ülkede darbe parantezi hükümet ve milletin el ele vermesiyle kapandı. FETÖ’cü hainlerin başta Hrant Dink cinayeti olmak üzere 2007’ye giden süreçte yaşanan kaos ortamıyla bağlantıları zaman içinde gün yüzüne çıkmaya başladı.

İster e- muhtıra, ister post-modern darbe, isterse tankların sokaklara çıkarıldığı darbeler olsun; ister radyodan anons edilen bildiriler, ister televizyonlardan açıklanan muhtıralar isterse web sitesine yüklenen vesayet metinleri olsun; bu ülkenin vatandaşları siyaseti yalnızca kendi iradeleriyle şekillendireceklerini bazen sandıklarda bazen de meydanlarda açık ve net bir şekilde ilan etti. Darbenin büyüğünün, küçüğünün, az ya da çok önemlisinin olmadığı, feraset sahibi olan bu milletin kodlarında vardı. Öyle ki; milletimiz 15 Temmuz gecesi coşkun bir nehir gibi meydanlara akarak, tanklara, toplara, mermilere kafa tutarak tüm vesayetçilere “yönteminiz ne olursa olsun bundan sonra söz bizde” dedi.

İşte bu yüzden yakın tarihimizde yaşadığımız bu önemli dönemeçleri her seferinde ısrarla hatırlamalı, hatırlatmalı ve ülkemize göz diken tüm iç ve dış mihrakların yapabileceklerini göz önünde tutarak 15 Temmuz ruhuyla hep birlikte geleceğimizi inşa etmeliyiz. O gece canını veren 251 şehidimiz, 2 bin 500’den fazla gazimiz ve meydanlara çıkan aziz milletimizin bize yüklediği bu tarihi misyonu sürdürmek ve vesayetin bu topraklarda bir daha alan bulmaması için çalışmak hepimizin temel görevi.