M. Mücahit Küçükyılmaz
7 Haziran seçimleri sonrası ortaya çıkan siyasal tablo, AK Parti ve Türkiye'nin çözüm sürecini yeniden ele alması ve belki de nihayete erdirmesini gerektiriyor. 2005 Diyarbakır konuşması ile işareti verilen, 2009 Demokratik Açılım ve Milli Birlik Projesi başlıklarıyla planlı ve kurumsal nitelik kazanan Kürt sorununu çözmeye dönük girişimler, Erdoğan'ın bizzat kendi inisiyatif ve cesaretiyle hayata geçirildi. O günlerden bugüne çözümün karşısında statükocu Kemalist elit, beyaz Türkler, Gülen Grubu, ulusalcı cephe sert bir şekilde direndi. AK Parti ise siyasi geleceğine mâl olma pahasına sürecin arkasında durdu, üstelik geleneksel devlet refleksini çözüm süreci lehine dönüştürmeyi başardı.
AK PARTİ ÇÖZÜMÜ SAHİPLENMESİNİN BEDELİNİ ÖDEDİ
Bütün bunları yaparken AK Parti'nin söylemi “Türkiye kazanacaksa kaybetmeye hazırız” şeklindeydi. Ancak durum, özellikle 7 Haziran'da ortaya çıkan tablodan sonra biraz değişmiş görünüyor. Sürecin farklı aşamalarında AK Parti'ye karşı çıkan, onu ihanet ve bölücülükle itham eden, ince emniyet ve medya operasyonlarıyla çözüm sürecinin altını oyanlar, son seçimlerde Kürt hareketini, Erdoğan ve AK Parti'yi durduracak yegâne güç olarak kullandı. HDP'nin doğu ve güneydoğu bölgelerinde AK Parti ve diğer partileri neredeyse silmesi Türkiye'nin bölgeler arası bütünlüğü açısından hassas bir manzara doğurdu. 12 yıldır ülkenin her coğrafyasından dengeli oy alabilen iktidar partisinin doğu ve güneydoğuda güç kaybetmesi onun çözüm sürecinin ve ülkenin bütünlüğünün aynı anda teminatı olma niteliğini de zora soktu. Batıda çözüm sürecinden memnun olmayan Türk milliyetçisi seçmen MHP'ye yönelirken, ülkenin doğusunda ise sürecin devamını arzulayan Kürt seçmen HDP'ye oy verdi. Burada iktidar partisinin aday tercihleri, söylemi, seçim politikası, HDP'nin barajı aşma motivasyonu, Kobani faktörü, MHP'nin bileşik kaplar teorisi uyarınca HDP karşısında yükselişi vs elbette belli ölçüde etkili oldu, ancak sonuçta AK Parti batıda çözüm sürecinin temel aktörü olduğu gerekçesiyle zaafa uğrarken, doğuda HDP aynı gerekçeyle oy patlaması gerçekleştirdi. Ayrıca Kürtler, din ve vatan bağından ziyade milliyet ve etnik köken bağını vurgulamış oldular.
AK Parti bir anlamda çözümü yoğun biçimde sahiplenmesinin bedelini sandıkta ödedi, zira bu süreçte onun temsil ettiği devlet hep sabır ve olgunluk gösteren, muhatabını incitmemek için özenli davranan taraf oldu. HDP, Kandil, diaspora ve İmralı'dan oluşan Kürt blok ise her şeyden önce değişken ve çok başlı oluşlarından kaynaklanan bir muhatap sorununu yaşattılar ve muhatabın anonimleşmesini süreçte avantaja çevirdiler. Yeri geldi HDP'nin söyleyemediğini Kandil dedi, yeri geldi İmralı'nın hermenötik metodolojisine muhtaç söylemini HDP ve Kandil kendince yorumladı. Sonuçta kamuoyu, devletin gösterdiği itina ve dikkati Kürt bloktan göremediği gibi, sürekli olarak AK Parti'yi Türk seçmenler nezdinde zora sokmayı amaçlayan şımarık, sorumsuz ve sonu gelmez taviz talepleriyle ülkenin demografisini kendi lehlerinde ve çözümdeki muhatapları olan AK Parti aleyhinde kullanmayı seçtiler. Kendileri silahtan güç alarak seçimi gölgeleyenlerin, bir yandan rakip gördüklerini ortadan kaldırıp, diğer yandan “Hüda-Parlılar silahlanıyor” yaygarası koparması da bizim paralellerden iyi bildiğimiz Yahudi hem döver hem ağlar mantığının dışa vurumu oldu. Neredeyse devletin silahsızlanmasını isteyecek kadar antimilitarist olan Kürt hareketi, bütün gücünü dağdaki silahlı militandan alarak yaman bir çelişkinin içine düştü. Zira silahı denklemden çektiği anda dengesini kaybedip düşmekten korkuyor.
KÜRT SORUNUNUN ULUSLARARASI PROJE BOYUTU
Kürt sorununda artık AK Parti ve devlet üzerine düşeni yapmıştır, bu saatten sonra meselenin Şark sorunuyla bağlantılı geleneksel boyutu, yani uluslararası proje boyutu öne çıkmıştır. Kobani'de yaptığı bütün insani yardım ve iyi niyet çabasına rağmen Türkiye'yi hedef haline getiren, Tel Abyad'da PKK ve Esed çıkarlarına hizmet eden PYD-ABD koalisyonunun bombardımanıyla yaşanan dramı AK Parti'ye karşı bir kol bükme faaliyetine dönüştüren aktörlerle açılım ve çözüm süreci yürütmek, hele hele buradan millî birlik çıkartmak imkânsızdır. Tam tersine Kürt sorununun Türkiye karşıtı uluslararası proje boyutunu güçlendiren, millî birlik ve bütünlüğü tehlikeye atan bir durum söz konusudur.
Şu haliyle çözüm süreci devletin yükümlülüklerini yerine getirdiği, topun Kürt hareketinde olduğu dengesiz bir görünüm arz ediyor. Öcalan'ın tecrit koşulları filan diyerek çıkartılan gürültü bu dengesizliği örtbas etmek bir yana, iyice açığa çıkarıyor. Burada dengeyi sağlayacak olan PKK'nın koşulsuz silah bırakması ve dağdan inmesidir. Ama lütfen dikkat: Seçimlerde olduğu gibi dağdan silahla inmek değil!
Türkiye'de devletin icraat ve söylemleri açısından Kürt sorunu nihayete ermiştir. Bundan sonra beklenen, Kürt tarafının silahsız ve yerli hale gelmesidir.
Artık Kürt sorunu yoktur; fakat böyle giderse bir Türk sorunu çıkabilir!