Cismi ve mânâsıyla insan

Mânâ arayışı, ne çok düşünmekle ne de çok sormakla olur. İnsanın ruhu sadece Rabbine kullukla bazı şifrelere ulaşabilir. Bu şifreler ruhu tatmine götürürken; kişiye özel olmayıp bütün insanlar için ulaşılabilirdir. Kim, kalbî bir imanla Rabbine dua, yakarış ve ibadet ederse Rabbi ona kendi sevgisini bahşeder. Böylece cisimde tatmin olamayan insanın, ruhunu ve kalbini tatminde aykırı yollara sapmasına da gerek kalmaz.

İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM

Ahsen İlhan

Yazar – Sanat Tarihçisi

Cismi ve mânâsıyla insan, yaratılmışların en şereflisi… Cenab-ı Hak, insanı ve ona lazım gelen âlemi iç içe yaratmış. Maddeden nebata, arzdan arşa, cisimden mânâya, ne varsa hepsi lütfuyla… Varlığı hiçbir şeye ihtiyaç duymayan Yüce Mevla, ‘OL’ dediği her şeyin kendisine muhtaç olduğu yegâne kudret… Yarattıkları, yaradılışta ve devamında, O’na muhtaç. İnsana bahşedilmiş dünyevî ve uhrevî bütün duyumlar; ancak O’ndan gelecek izinle âlemde bir harekete kavuşabiliyor. Nasıl ki insanın cismi var olmakla bitmiyor da var oluşa nitelik ve kabiliyet lazım geliyorsa; aklın, kalbin ve beş duyu organıyla kavranamayan gerçeklerin de ruh ile keşfedilmesi, O’ndan gelecek bir sezişten başkası olamaz.

RABB’İN SEÇKİN ŞAHASERİ

Bütün yaratılmışlarla ortak ve onlardan ayrı bir donanımdır insan. Hayvanî duyumlarda diğer her canlıya benzer; fakat insanî, aklî ve kalbî menzillerde farkını ortaya koyar. Rabbin seçkin şaheseri ‘insan’, akıl ve ruh kabiliyetiyle, âlemde hem cisim hem mânâ olarak var olur. Bu ikisinin ağırlığınca yaşadığı ömür değer kazanır, ahiret yurdunda da bu kıstasta bir mekâna sevk olur.

https://image.piri.net/resim/imagecrop/2022/07/10/05/30/resized_bbe43-9d138d75dusuncegunlugu9temmuz2022.jpg

Cisim; beden ve ona uyumla hizmet eden diğer tüm canlı-cansız varlıklardır. Bir çakıl taşından gök cisimlerine kadar; arzın tepelerinden, su kütlelerinden güneş sistemine kadar; rüzgârla savrulan su buharından yağmur yüklü bulutlara ve onları tutan toz zerrelerine kadar; insanın cismine hitap eder. İşte buraya kadar olan kısım insanı, üstün kılındığı diğer varlıklardan ayırmaz. Bütün duyu organları, bedenî kabiliyetler ve parçası olduğumuz âlem, insanı yaşatmak üzere Rabbin merhametidir. Güneş’in, Ay’ın, bulutların, atmosferin, toprağın ve bitkilerin faydalarındandır ki; insanın ve diğer canlıların yeme-içme ve yaşamı sürdürme ihtiyacına, Rabbin emriyle hizmet eder.

Sonra insan, bedenî varlığın ve ona hizmet eden bütün maddelerin dışında bir yokluk hisseder. Bu hissediş bile başlı başına şerefli mahlûk oluşuna delildir. Bir kurbağa da yemek-içmek ve kâinatın döngüsünden faydalanarak yaşamı sürdürmek güdüsünü taşırken; hiçbir kurbağa bunların yetersiz olduğu bir mânâ arayışına düşmez. Tıpkı bir gergedan gibi… Çünkü gergedanların da toplanıp “Bu âlemde niye varız?” sualinde kafa patlattığı görülmemiştir. Öyle ki; bir domates fidesi, suya, gün ışığına ve topraktaki minerallere ihtiyaç duymaktayken; anlamca bir yokluğun sanıcısını çekmemiştir. Biz biliriz ki; her canlı Rabbini zikreder. Fakat bu hiçbir surette insanın Rabbine olan özlemi ve kulluk aşkıyla eş değer değildir. Yıldızlar ve ağaçlar da Rabbine secde eder; fakat bunu ruhanî bir bilinçle ve insana has bir itaatle yapamazlar. Öyleyse insan; bedenle ifa ettiği ama akıl, ruh ve kalp ile anlamını sezdiği ibadetlerde ancak cisimden ayrılabilir ve diğer tüm canlılardan şerefli olma sıfatına nail olabilir. Aksi hâlde, salih amelleri yerine getirmemekle, cismini kötü amellere teslim edecek ve böylece asgarî müştereklerde buluştuğu hayvandan bile aşağı bir dereceye ulaşacaktır. Çünkü insanı hayvandan ayıran ve üstün tutan akıl, Rabbini bilmediği bir vasatta, hayvandan aşağı dereceye ulaşabilecek kadar kötücül olabilir.

MÂNÂYI ARAMAYAN, DÜNYA ZEVKLERİNDE KAYBOLUR

Cismi besleyen yeme-içme, şehvet ve diğer tüm lüzumlar, insanın kendine bir fayda vermekte; yaşamayı, çoğalmayı sağlamakta, insanı böylece anlam olarak yüceltecek kabiliyetleri de var etmektedir. Beden, ibadeti yerine getirmek için gerekliyse; bedeni besleyen, büyüten ve neslin devamını sağlayan duyumlar da gereklidir. Ama bütün bunlar, insan ancak Rabbine ibadet edebilsin diye vardır. Yaradan yeri insanın ayaklarına sermiştir, hayvanları ve cansız cisimleri onun hizmetine bahşetmiştir, toprağı ve gök sistemini, yaşanabilir bir âlemde insana lütfetmiştir. Tüm bunlar insanın cismini besler, insan o cisimle mânâsını arar.

Mânâ arayışı, ne çok düşünmekle ne de çok sormakla olur. İnsanın ruhu sadece Rabbine kullukla bazı şifrelere ulaşabilir. Bu şifreler ruhu tatmine götürürken; kişiye özel olmayıp bütün insanlar için ulaşılabilirdir. Kim, kalbî bir imanla Rabbine dua, yakarış ve ibadet ederse Rabbi ona kendi sevgisini bahşeder. Böylece cisimde tatmin olamayan insanın, ruhunu ve kalbini tatminde aykırı yollara sapmasına da gerek kalmaz. Nice insan vardır ki aradığının ne olduğunu bilmediğinden, dünya zevklerinde bir anlam arar. Bulamadıkça anlamı kaybeder ve böylece aklını uyuşturacak dünyevî zararların peşinde ömrünü heba eder. Çünkü herkesin içinde o koca boşluklar; ancak O’na ibadetle dolar. İbadetle dolmayan, maddenin peşi sıra heba olur.

KALBİN SEZGİSİ AKLA EŞLİK EDERSE İLAHİ HUZURA ERİLİR

Şerefli varlığın incisi akıl; aklın hazinesi bilgi... Fakat ancak kalbin ve ruhun sezgisi akla eşlik ederse varılan bilgi, ilahî huzur olarak akseder. Aksi takdirde erişilen bilgi bir yönüyle fayda verse de; kişinin anlam arayışını tatmin edemez. Açlık çeken ruhu, hayvanî tatminlerle beslemek olanaksız. İşte bu yüzdendir ki bu açlığı doyurma yolunda insan, yetersiz ve zararlı sapaklara uğrar. Bundan kaçmak iradenin işi olmayıp; ancak Rabbine kulluk ve ibadetle mümkündür. İnsan, sadece cismini ve hayvanî duygularını tatmin etmekle varlığını sindiremez. Bu sadece madde olarak var olmaktır ki; hem diğer canlılar hem de bütün cansız varlıklar madde olarak zaten vardır. Ama insanı seçkin kılan akıl ve ruh, Rabbiyle irtibat dışında, cisimde doyuma eremez. Ve ibadet dışında hiçbir şey, insanı cisimden ve maddeden ayıramaz. Şifre her insanın yazılımı için aynıdır. Cisme lazım olan bütün rızıklardan faydalanırken (su, gıda, oksijen vb.), ruhun ihtiyaç duyduğu şifreleri de sisteme girmek gerek. Bedenî ihtiyaçlar gibi ruhun gıdası da sırlı değil, aşikârdır. İslâm’ın beş şartından başlar zikre, duaya, tövbeye, hayra ve ne kadar Rabbin emrettiği âmel varsa hepsine kadar devam eder bu besinler. İnsan cismini beslerken; ruhun gıdası olan amelleri icra ederse; bu âlemde boşa yaşamamış olacak, var oluşunun anlamını sezecek ve Rabbin rahmet ve merhametiyle ahiretine eli boş gitmeyecektir, İnşallah!