Brüksel’de kurucu değerlerin sonuna mı gelindi?

Bu yazı kaleme alınırken, 7 Ekim Cumartesi gününden itibaren Filistin’de yaşanan çatışmalarda ikinci hafta tamamlandı İlk günden ve ilk saatlerden itibaren bölge aktörleri ne olduğunu anlamaya çalışarak ateşkes çabasına girerken tüm dünyanın gözü kulağı iki önemli aktördeydi: Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği.

Arşiv.

Doç. Dr. Şuay Nilhan Açıkalın / Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Öğretim Üyesi

Bu yazı kaleme alınırken, 7 Ekim Cumartesi gününden itibaren Filistin’de yaşanan çatışmalarda ikinci hafta tamamlandı İlk günden ve ilk saatlerden itibaren bölge aktörleri ne olduğunu anlamaya çalışarak ateşkes çabasına girerken tüm dünyanın gözü kulağı iki önemli aktördeydi: Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği.

ABD beklendiği gibi ilk dakikalardan itibaren amasız, fakatsız İsrail’in yanında olduğunu dile getirdi. Hatta ilk günden itibaren 8 milyar dolarlık yardım paketi başta olmak üzere birçok adımı hızlıca attığına şahitlik ettik. Üstelik yardımların yetersiz hayal kırıklığı yaratan bu politikasıyla, kendi içindeki siyasi çatlağı daha da derinleştirdi.

DEĞERSEL İFLAS YAŞANDI

AB politikalarını demin altını çizdiğim strateji ve insani değer yoksunluğu açısından iki boyutta ele almadan önce, Brüksel’in izlediği politikaları bir zaman çizgisinde kısaca anımsatmak gerekir:

10 Ekim 2023: Filistin’e insani yardımı kesme girişimi.

13 Ekim 2023: Komisyon Başkanı Ursula Von der Leyen’in Tel Aviv Ziyareti.

16 Ekim 2023: Filistin’e insanı yardımın artırılması.

17 Ekim 2023: Konsey Başkanı Charles Michelle’in üye ülkelerle sanal zirve toplantısı.

20 Ekim 2023: ABD-AB Zirvesi .

Kronolojik olarak bakıldığında ve süreçlerin arka planı değerlendirildiğinde Brüksel’in Filistin konusunda politik, diplomatik ve değersel iflasıyla karşılaşıyoruz.

İlk olarak 10 Ekim günü Brüksel tarafından, Hamas’ın İsrail’e saldırısından sonra Filistin’e yönelik yardımlarla ilgili akılları karıştıran, çelişkili açıklamalar yapıldı. Önce AB Komisyonu Üyesi Oliver Varhelyi, dijital platformda, Hamas’ın İsrail’e saldırıları gerekçesiyle Filistinlilere yönelik toplam 691 milyon avroluk tüm kalkınma yardımlarını dondurma kararı aldıklarını açıkladı. Bunun arkasından, AB Komisyonunun insani yardımlardan sorumlu üyesi Janez Lenarcic, yine “AB’nin, ihtiyaç sahibi Filistinlilere insani yardımları gerek duyulduğu sürece devam edecek” açıklamasında bulundu. Tüm bu açıklamaların yaşandığı süreçte AB ülkelerinden birbiriyle çelişkili açıklamalar gelmeye başladı. Başta İspanya olmak üzere bazı üye ülkeler yardımların durdurulmasına karşı çıkarken Avusturya ve Almanya ise kendilerinin yaptığı yardımları durdurma veya gözden geçirme kararı aldı. Dolayısıyla AB daha çatışmaların ilk gününde 1.1 milyon Filistinlinin güneye göçe zorlandığı günlerde kendisinin kurucu değerlerini adeta yok sayarak insani yardımları kesmeyi açıkça dile getirdi.

KÜRESEL AKTÖR OLMANIN ÇOK GERİSİNDE

Hemen bu noktada AB’nin Ukrayna’da savaşın başladığı günden itibaren insani yardımlar konusunda tam tersi bir tutum sergilediğini; her anlamda Ukrayna ve Ukraynalılara kapılarını açtığını ve mali destek programını da hemen ivedilikle hayata geçirdiğini hatırlatmak ve vurgulamak gerekir. Bu bağlamda Brüksel, hemen her fırsatta ve koşulda birçok kez dile getirdiği AB’nin kurucu değerlerini Filistin konusunda hiçe sayarak kendi hanesine ve tarihe bir utanç olarak yazdırmıştır.

İnsani yardım konusundaki bu çelişkili ifadelerin yarattığı iç tartışmalar sürerken AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in 13 Ekim tarihinde Tel Aviv’e gerçekleştirdiği ziyaret ve orada yaptığı açıklamalar AB açısından iki boyutlu bir krizi gözler önüne sermiştir. En belirgini hiç şüphesiz yıllardır tartışılan “AB küresel bir aktör olabilir mi?” sorusunu yeniden akıllara getirmiştir. Brüksel’in son yıllardaki bölgesel ve küresel krizlere yönelik çelişen politik, ekonomik ve sosyal refleks yoksunluğu, yetersizliği ve koordinasyonsuzluğu ile stratejik körlüğü bu krizde de açıkça bir kez daha görülmüştür. AB’nin atanmış yöneticileri bölgede bir itidal çağrısı yapmak veya ateşkes için diplomasi yürütmek yerine İsrail’in insanlık onurunu ayaklar altına alan eylemlerine açık bir destek vermişlerdir. Diğer bir deyişle, AB küresel aktör olmanın çok çok gerisinde kalmakla beraber aynı zamanda rasyonel bir aktör tutumu bile sergileyememiştir.

İÇ REKABET GÜN YÜZÜNE ÇIKTI

Öte yandan, Gazze’de insanlık dramı yaşanırken AB üst yönetiminin içerisindeki siyasi rekabet de bir kez daha gün yüzüne çıkmıştır. Komisyon başkanı Ursula von der Leyen’in ziyaretine tepki olarak AB ülkeleri arasında kimi temsilen gittiği konusunda büyük bir tartışma başlamıştı ki hemen arkasından Konsey Başkanı Charles Michelle’in sanal toplantı yapması ikisinin uzun süredir devam eden rekabetini yeniden gözler önüne sermiştir. Bu rekabet ve çelişkili politikalar içerisinde bir isme değinmeden geçmek mümkün değil. O da Yüksek Temsilci Joseph Borrel. Borrel, sosyal medya üzerinden yaptığı açıklamada “Gazze’deki el-Ehli Baptist Hastanesi’nden gelen haberler, günlerdir gözlerimizin önünde gerçekleşen trajediye korku ekledi. Bir kez daha masum siviller en yüksek bedeli ödedi” ifadelerini kullanarak faillerin hesap vermesi gerektiğini dile getiren ilk AB’li isim oldu.

Sonuç olarak, iki haftayı aşkın süredir devam eden çatışmalarda İsrail’in insan hakları ihlallerini görmezden gelen Avrupa Birliği, bu krizde belki yakın dönemde görmediğimiz kadar değersel bir iflas yaşamıştır. Bununla beraber kendi içindeki siyasi kırılganlıklar diplomatik bir başarısızlığında temel sebebini oluşturmuştur. Tüm bunların ötesinde tarih AB’yi bir kez daha bölgesel ve küresel krizlere yönelik çelişen politik, ekonomik ve sosyal refleks yoksunluğu, yetersizliği, koordinasyonsuzluğu ve stratejik körlüğü ile hatırlayacaktır.

DÜŞÜNCE GÜNLÜĞÜ
İsrail’in HASBARA tuzağı