Halil İbrahim İzgi
Cemal Kaşıkçı hadisesinin gerekçeleri, gerçekleşme biçimi ve sonrasındaki gelişmeler tam anlamıyla bir medya satrancıydı ve unutmamak lazım, maç bitmiş değil. Öncelikli olarak Cemal Kaşıkçı başka bir nedenle değil, gazeteci olduğu için hedef alındı. Düşüncelerini yazılarıyla, ekran konukluklarıyla ve medya yöneticiliği ile dile getiren bir figürdü. Gücü, şiddetle arasına koyduğu mesafe ile doğru orantılıydı ve bu sayede hatırı sayılır bir şöhrete kavuşmuştu. Kaşıkçı’yı hedef alan kişiler ve arkalarındaki güçler bu güçlü sesin susturulmasıyla ajandalarına daha rahat ulaşabileceklerini hesap ettiler.
Kaşıkçı’nın kaybolmasının ilk anından itibaren Türk Arap Medya Derneği bir meslekdaş refleksi ortaya koyarak gazeteci kimliğiyle dünya kamuoyuna bir çağrı yaptı. Bir avuç gazetecinin gerçekleri talep eden cılız sesi bir anda dünyada yankı buldu dünyanın en büyük haber odası kaşıkçı için kuruldu. Kaşıkçı’nın katline ilişkin Türk yetkililerin görüşleri Reuters aracılığı ile iletildi ve daha sonra da benzer kanallar tercih edildi. Bunu Türkiye’deki gazetecilik için utanç verici görenler varsa da aynı görüşte değilim. Meselenin boyutları Türkiye’nin sınırlarını çoktan aşıyordu ve aydınlatılması gereken hedef kitle çok daha genişti. Bunun için de sadece haber üretimi değil onun dağıtılma gücü de hesaba katılmalıydı. Ayrıca Yeni Şafak ve Sabah gazetelerinin bu süreçte önemli haberlere imza atarak dünya basınında alıntılandığını da hesaba katmamız gerekir.
TÜRKİYE’NİN STRATEJİK YAKLAŞIMI
Kaşıkçı olayı her güç odağının meseleleri kendi yönünden ve stratejik olarak değerlendirilmesi gerektiğinin açık işareti. Buzdağının görünen kısmı Türkiye’deydi ve kontrolsüz bir medya yönetimi tüm sürece zarar verebilirdi. Devlet erkinin veya kamu iletişim yönetiminin temel hareket noktası paydaşları mümkün mertebe çoğaltarak meseleyi dünyaya mal etmekti. Bundan başarılı olunduğunu söyleyebilirim. Türkiye, yorumdan uzak sadece kriminal gelişmelerle ilgili bilgi aktarmayı tercih etti. Elde edilen bilgilerin sükunet içinde ve belirli teyit mekanizmalarının ardından paylaşılması stratejik bir aklın varlığına işaret ediyor. Kendi sınırları içinde gerçekleşen menfur bir olaya karşı tepki vermekle kendini varsayımlar üzerinden belirli angajmanlara sokmak farklı şeylerdir. Türkiye bu süreçte medya stratejisiyle hüküm veren değil hüküm verilmesi için bulguları, delilleri ortaya koyan bir rol üstlendi. Bunu uluslararası medya kurumlarıyla servis etmek de hem ölçeğin büyümesi hem de üçüncül kaynaklardan alınan bilgilerin manipüle edilmesi riskini ortadan kaldırdı. Suudi Arabistan kolay lokma olarak hesap ettiği Türk basını yerine karşısında küresel bir medya koalisyonu bulmuş oldu. Elbette arzumuz Türkiye’deki basın kuruluşlarının tüm dünyaya olan biteni anlatması ama bu haber odaları açısından gayet mümkün olsa da medya dağıtım kanalları açısından yakın zamanda mümkün görünmüyor. Dolayısı ile değerlendirme yapmamız gereken temel nokta, haberi hangi kaynaktan aldığımız değil, servis edilen verilen berraklığı olmalı. Bu pencereden baktığımızda Türkiye tüm aktörleriyle başarılı bir kamu diplomasisi yürütmüştür.
SUUD’UN PARALI ASKERLERİ DAĞILDI
Suudi Arabistan’ın bazılarını satın alarak bazılarını ise “kiralayarak” oluşturduğu Avrupa ve Amerikalı müttefikler Kaşıkçı’nın dostlarının oluşturduğu blok karşısında dağıldı. Türkiye’ye karşı mesafeli yayınlarıyla dikkat çeken önde gelen Amerikalı gazeteler herhangi bir şüpheye yer bırakmaksızın Türkiye’nin bulgularını paylaştılar. Suudi Arabistan, iletişim mevzilerini teker teker terk etmek zorunda kaldı. Hatırlayalım: öncelikli tez Kaşıkçı’nın konsolosluğu terk ettiği ve nerede olduğunun bilinmediği yönündeydi. Sonraki tez konsolosluk binasında Kaşıkçı’nın olmadığı şeklinde değişti. Daha sonra Kaşıkçı’nın arbede esnasında öldüğü kabul edilmek zorunda kaldı. Türkiye ise ortaya koyduğu bulgulardan hiçbirinden geri adım atmış değil. Aksine Suudi Arabistan’ın iddialarının hemen ardından gerçekler delilleriyle servis ediliyor. Muhammed bin Selman’ın medya danışmanın bu gürültüde işten kovulması ortaya koyulan kamu diplomasisi argümanlarının Türkiye adına ne denli başarılı olduğunu gösteriyor. Bunun yanı sıra Suudi yönetimi içinden bazı figürlerin tuttukları lobi firmalarının birer ikişer anlaşmalarını feshetmeleri, Muhammed bin Selman’ın büyük umutlar bağladığı Çöl Davosu’nun başlamadan bitmesi bu medya savaşının farklı muharebe alanlarındaki yansımalarını gösteriyor.
ÖNEMLİ OLAN MAÇI KAZANMAK
Türkiye’nin ortaya koyduğu çabaların tesadüfi veya “gelişine” olduğunu söyleyenler olduğu gibi gelişmeleri yabancı basından öğrenmekten hicap duyduğunu ifade edenler de var. Her iki görüşün sahiplerinin haklı gerekçelerinin olduğunu biliyorum. Suriye insani krizi ve 15 Temmuz FETÖ darbe sürecinin dünyaya anlatılmasındaki etkisizliğimizi düşününce kısmen hak da veriyorum. Ama Cumhurbaşkanlığı İletişim Ofisi’nin bu süreçte temel stratejiyi ve uygulamayı icra ettiğine inanıyorum. Yabancı basından öğrenme konusuna gelince: Bir iletişim çalışmasının kıymeti stratejik amaçlarına ulaşıp ulaşmamasıyla ilgilenir. Bir futbol maçında golü sevdiğimiz bir oyuncunun atmasından çok takımın kazanıp kazanmamasına bakarız. Burada maç bitmiş olmasa da iletişim çabalarımızla önde görünüyoruz. Dileğimiz kendi basın kuruluşlarımızı böylesi süreçlerde golleri atarken görmek. Ama bu takımın kazanmaya yakın olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Altyapıya önem verirsek kendi değerlerimizin de neler başarabileceğini gösteriyor.
Kaşıkçı’nın acı kaybı hepimizi üzdü. Ama ölümü dünya üzerindeki insanların, milletlerin birbirini daha iyi anlamasına vesile oldu. PR marifetiyle dünyayı kandırmaya çalışan sahtekarların da ipliklerini pazara çıkardı. Bir medya savaşının çıkan kısmını özetlemeye çalıştım.