Bir kültür odağı: İstanbul kütüphaneleri

Raflarındaki kitaplar kütüphane ziyaretçilerinin ellerinde dolaşıma girdikçe, bu mekânlar kültür odağı olma işlevini sürdürebilir. Nicelik açısından ortaya konan kitap rakamları ancak ilgilileriyle en verimli şekilde buluştukça nitelik bağlamında bir Everest ortaya çıkarabilir. Bu sebeple kütüphanecilere büyük iş düşüyor.

İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM

Rabia Albayrak Değirmenci / Editör, Yüksek Lisans Öğrencisi

Sabah erkenden ayaklanıp, ikindiye kadar soluksuz bir şekilde yeni yayın projelerimiz üzerine çalıştım. En son telif devir sözleşmeleri havalarda uçuşuyordu ve ben ekrana kilitlenmiş bir halde, yayın editörlüğünü yaptığım kurumun 10 yılını anlatmasını planladığımız bir kitap için içerik çatısını oluşturacak materyalleri sıralıyordum.

Bir ara mecburi mola verdim çünkü sanıyorum önceki gün anlamadan soğuk almışım. Sol kürek kemiğimden boynuma kadar tutulmuş vaziyette, salondaki koltuğa uzandım. Eşimi arayıp, akşama eve dönerken bir kas gevşetici alıp getirmesini rica ettim. Derken ekranımda, başlamasına iki saat kalmış bir program hatırlatması belirdi: Kültür Odağı Olarak İstanbul Kütüphaneleri.

KİTAPSEVERLERİ BULUŞTURAN AÇIK OTURUM

Fatih Belediyesi tarafından Fatih Edebiyat Günleri kapsamında Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nde düzenlenen açık oturumu yönetecek kişi yayıncılık dünyasına ilk girdiğim zamanlardan tanıdığım Halil Ağabey (Solak) olunca, boyun tutulmasını unutup “Acaba yetişir miyim?” telaşına kapıldım. Derken kendimi Üsküdar metrosunda buldum. Bulgurlu’da başlayan yolculuktan Sirkeci’ye kadarki serüvende gökyüzü hariç her şey vardı. Karşı koltukta asık suratlı –belki de ay sonunu denkleştirmeyi düşünen- bir adam, beyaz kulaklığından Gazapizm&Melike Şahin’in yeni çıkardığı düetini neredeyse konserde gibi duyabildiğim ayakta dikilen bir genç, bu metroda ne işi olduğunu çözemeyen ve muhtemelen kendini ilk durakta dışarı atacak olan köşeye pısmış bir sarman… Bir şair bu manzarayı görse bence adını ‘Mezopotamya Vagonu’ koyacağı bir şiir yazardı. Neyse ki ben şair değildim ve serserice menzilime varmalıydım.

Gülhane’den tramvaya binecekken daha önce fark etmediğim bir ebedi istirahatgâh keşfettim: Hasan Ünsi Efendi Türbesi ve tekke haziresi. Aklıma İhsan Oktay Anar’ın Suskunlar’ı düştü. “Bu civarda bir Neva görüp, uğruna kendine musallat olabilecek hayaletlerle bile savaşacak bir Davud var mı?” acaba diye sağa sola bakındım. Neyse ki ben roman yazarı değildim ve serserice menzilime varmalıydım.

Oradan ver elini Sahaflar Çarşısı. İbrahim Müteferrika’nın heykelini karşıma alıp azıcık dertleştim. Kâğıt fiyatlarından, yeni baskı tekniklerinden filan söz ettik. Uzun zamandır aradığım iki kitabı Beşir Kitabevi’nde buldum. Tam Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nin önünde eski dostlardan Zeynep’e rastladım. Onu orada göreceğimi bilsem şiir kitabını yanımda getirir imzalatırdım. Zeynep’i elinde sigarası ve kulaklığıyla, eski anılarda bıraktığım gibi bulmak kalbimi eritti. Tıpkı Halil Ağabey gibi Zeynep ile de tanışıklığımız aynı yerden geliyordu.

Birkaç adım sonra kütüphanenin fuaye alanında kendime bir çay ısmarladım. Meğer bugün eski dostlarla hasbihal günüymüş. Sohbet bahane, tanıdık simalar şahaneydi doğrusu. Ömer Hakan Özalp, Selahattin Öztürk, Ruyan Soydan, Turgay Anar… Hem yağmuru hem sohbetiyle bereketli bir İstanbul günü oluyordu. Ayaküstü sohbetler yerini, sandalye yerleşimine bıraktı. Kitapseverler, karşılarında konuşmacı olarak İSAM Kütüphanesi Müdürü Mustafa Birol Ülker, Sahaflar Birliği Derneği Başkanı Emin Nedret İşli ve Beyazıt Devlet Kütüphanesi Müdürü (Atatürk Kitaplığı eski Müdürü) Ramazan Minder’i buldular. İsimlerden anlaşılacağı üzere bir sohbet şöleni bizleri bekliyordu.

ÖĞRENCİLER VE ARAŞTIRMACILAR DA DEMİRBAŞ

Birol Ülker, konuşmasında belli başlı İstanbul kütüphanelerinden ve buralarda bulunan kitap sayılarından bahsetti. En az kitaplar kadar kütüphanelerin demirbaşı olan öğrencileri ve araştırmacıları da andı. Özellikle öğrencilerin ders çalışma mekânı ihtiyacını karşılayan kütüphanelerin sayıca yetersiz olduğunu belirterek yerel yönetimlere sayıyı arttırma çağrısında bulundu.

Raflarındaki kitaplar kütüphane ziyaretçilerinin ellerinde dolaşıma girdikçe, bu mekânlar kültür odağı olma işlevini sürdürebilir. Nicelik açısından ortaya konan kitap rakamları ancak ilgilileriyle en verimli şekilde buluştukça nitelik bağlamında bir Everest ortaya çıkarabilir. Bu sebeple kütüphanecilere büyük iş düşüyor. Tam da bu noktada yine Ülker’den, kütüphane idarecilerinin kapalı kapılar arkasında durmamalarını, odalarının ve birikimlerinin kapılarını, talep edenlere ardına kadar açmaları gerektiği gerçekliğini dinledik. İSAM’a yolu düşenler, kendisinin bu hususta ne kadar kıymetli bir hassasiyet gösterdiğini pek ala bilirler. Bu yüzden Mustafa Birol Bey’in hem dediğini hem de yaptığını yapmakta hiçbir beis yok.

Hazır İSAM’dan bahsetmişken buraya bir parantez açmak isterim. Mehmet Niyazi Özdemir’den Mehmet Genç’e kadar birçok kallavi isim İSAM’ın müdavimleri arasındaydı. Onlarla sohbet etme imkânı veren bu güzide mekân; kitapları, çalışma masaları, ucuza tavşankanı çayları ve mevsimine göre yeşil ile kahverenginin hemen her tonunu görebileceğiniz bahçesiyle olduğu kadar, gönül dünyamızı sulayan nazik dimağlarıyla da amme hizmeti işlevine sahipti. Bu uzun parantezi her iki Mehmet Hoca’mın da ruhlarına bir Fatiha ile kapatıyorum.

SAHAFLAR KÜTÜPHANECİLERİN NESİ OLUR?

40 yılı aşkın süredir değerli kitapları alıp satan Nedret İşli, kütüphaneci ile sahaf arasında sıkı bir ilişki olması gerektiğini dile getirdi. Dışarıda kalan önemli malzemelerin ya da eksik koleksiyonların sahaflar aracılığıyla kontrollü bir şekilde kütüphanelere kazandırılabileceğinin altını çizdi. Bu bağlamdaki ilk devrimsel işin de bir diğer konuşmacı Ramazan Minder Beyefendi aracılığıyla başladığını belirtti. Ramazan Bey’in, Atatürk Kitaplığı’nın başındayken sahafları sürece dâhil ederek elde ettiği başarı bugün, etkisini devlet kurumlarına sirayet ettirerek hala sürdürüyor. Böylece sahaflar, önemli eserleri kütüphanelere kazandırmak konusunda geçmişe göre sorun yaşamıyorlar.

İşli, bir röportajında “Sahaf dediğin ayaklı kütüphane gibi olmalı” demişti. Bir nevi hafız-ı kütüp olarak verdikleri hizmetten, kütüphanelerin payına her daim iyi kitaplar düşsün temennisinde bulundum içimden.

GENÇLERİN YENİ BULUŞMA ADRESİ

Kütüphane yönetimi konusundaki tecrübelerini aktarmak üzere sözü alan ev sahibi Ramazan Minder, 1995’te başladığı kütüphanecilik serüvenini, bugünkü geldiği nokta itibarıyla detaylandırdı. Önceleri İstanbul Büyükşehir Belediyesi bünyesinde açılmaya başlanan kütüphanelerin zamanla ilçe belediyeleri aracılığıyla çoğaldığını belirten Minder, kütüphaneleri kullanan ziyaretçilerin talep ve ihtiyaçlarına göre bu alanda olumlu adımların atıldığından bahsetti. Hatta bu talepler o kadar çoğalmış ki belediyeler artık kütüphaneleri hafta sonu kapatmaya korkar olmuşlar. Nitekim ‘Uyumayan Kütüphane’ mottosuyla 7/24 açık kütüphane uygulamasını ilk kez kendisi Taksim’deki Atatürk Kitaplığı’nda başlatmış. Pandemi araya girene kadar da bu başarılı uygulamanın örneklerini çeşitli kütüphanelerde zaman zaman yaşayıp gördük.

Sahaflar, yazarlar, yayıncılar ve okurları kütüphanecilerin paydaşı olarak değerlendiren Minder, son zamanlarda kütüphanelerin bir sosyalleşme mekânı olarak da kullanılmaya başlandığını dile getirdi. Buraların cazibe merkezi haline gelmesiyle, gençlerin de artık kütüphaneleri yeni buluşma adresleri arasına aldıklarının altını çizdi.

Rami’de büyük bir şehir kütüphanesi kuruluyor. Aralığın sonuna doğru müteahhit tarafından bakanlığa teslimi yapılacakmış. Böylece Beyazıt Devlet Kütüphanesi yoluna süreli yayınlar kütüphanesi olarak devam edecek. Çeşitli depolarda bulunan milyonlarca kitap ise Rami’de kategorize edilerek kitapseverlerin ve araştırmacıların hizmetine sunulacak. Ne diyelim? 2023 Türkiye’nin olduğu kadar kitapların da yüzyılı olacağa benziyor.

YASAKLI YAYINLARIN AKIBETİ

Konuşmacılardan sonra söz, sorusu olanlara geçti. Ben de aklıma takılan birkaç soruyu “İsteyen cevap verebilir” notuyla sordum. Bu yazıda es geçmek istemediğim sorumu ve cevabını ilgilisiyle paylaşmak isterim: Kütüphaneleri bir kültür odağı çerçevesinde konuşacaksak, yasaklı kitaplar meselesinin de burada kendine yer bulması gerekiyor. Kütüphaneler yasaklı kitaplara bir yer ayırabilecek mi?

Tabii sorunun arka planında benim bazı ilgi alanlarım ve şahsi meraklarım yatıyordu. Türkiye Cumhuriyeti’nin özellikle ilk yıllarında yasaklanmış süreli ve süresiz yayınlara bir araştırmacı olarak ulaşmayı istemek beni bu soruya yönlendirmişti. Her kütüphanenin kendi mevzuatına göre işlem yapabildiği cevabını aldım.

Yasaklı kitapların en azından derleme müdürlüklerinde saklanması gerektiği vurgulandı. Bir derleme müdürlüğü idarecisi aramızda olmadığından o kısım biraz havada kaldı. Neyse ki bazı sahaflarda, bunların bulunabileceği bilgisi de paylaşıldı. Nadir kitapların fiyatları malum. Bu durumda iş yine yasaklı kitaplar üzerine araştırma yapmak isteyenlerin, devlet güvencesiyle ücretsiz bir biçimde bunlara ulaşmasını beklemeye kaldı.

Kütüphaneler, içindeki kitaplarla sunduğu imkânlar kadar kurmaca eserlerde ana mekân olmakla da ünlüler aslında. Aklıma ilk, dünyaca ünlü İtalyan yazar Umberto Eco’nun Gülün Adı kitabı geldi. 1980’de yayımlanan polisiye roman, 1327 İtalya’sında geçiyor.

Ödüllü kitapta yazarın, Sacra di San Michele Manastırı’ndan esinlendiği söyleniyor. Kurguya göre öldürülen rahibin ardından başlatılan cinayet soruşturması, yerini başka cinayetler zincirine bırakıyor. İlk cinayetin işlendiği mekân ise Manastır Kütüphanesi. Kitap kopyalamakla görevli Otrantolu rahip Adelmo, esrarengiz bir biçimde ölünce, eski bir sorguç rahip olan William, meseleyi aydınlatmak için çırağı Dom Adso ile delil toplamaya çalışıyor.

Manastırda sorgulama için serbestçe dolaşabilen bu ikili, cinayet mahalli olan kütüphanede araştırmalarını rahatça yapamıyorlar. Çünkü okuma salonu dışındaki alanlara girişleri yasak. Kütüphane, “Aedificium” denilen olağan dışı büyüklükte, manastırın diğer yapılarından eski bir bina. Tasarımının sırrına bir tek kütüphaneci vakıf ve sır, her daim sadece kendisinden sonraki kütüphaneciye aktarılıyor.

Bazı yasaklı kitapların varlığından bu kütüphanede de bahsetmek mümkün. Sorguç William, yasağı delip kütüphanenin sırlı odalarında, saklanan kitaplarla boğuşarak Orta çağ Avrupa’sını ve felsefesini okurla ustalıkla buluşturuyor. Kütüphanenin gizemini ve cinayet soruşturmasının sonunu merak edenlere Gülün Adı’nı şiddetle öneririm.

KİTAP DOSTU BELEDİYELER

Beyazıt Devlet Kütüphanesi Müdürü Ramazan Minder, konuşmasında İBB ve ilçe belediyelerinin 2021 yılı verilerinden hazırlanan bilgi notunu izleyicilerle paylaştı. Buna göre şu an İstanbul’da 230 kütüphane var. Ayrıca Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı 55 kütüphane var. Toplam sayı 285.

Bazı belediyeler bu konularda öne çıkıyor: Fatih Belediyesi, Zeytinburnu Belediyesi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi hem kütüphane sayıları ve mimarileri açısından hem de sandalye ve okuyucu kapasitesi açısından diğerlerinden olumlu manada ayrışıyor. Üzücü olansa bazı belediyelerin hiçbir kütüphane açmamış olması. Maltepe Belediyesi, Şişli Belediyesi, Beşiktaş Belediyesi ve Silivri Belediyesi maalesef kütüphane konusunda sınıfta kalanlar arasında.