Bir asır sonra Sultan Abdülhamid’i anlamak!

1876’da devletin inkırazını önleyerek 32 sene 7 ay 27 gün süreyle yıkılmakta olan koca çınara can üflemiş olan Abdulhamid Han, siyasi dehası ve dirayetiyle cumhuriyete giden yolun taşlarını döşemiş, emperyalizmin “canlı vücut üzerinde operasyon yapmasına” müsaade etmemiştir. Bugün Arap ve İslam alemi, varlığını büyük ölçüde onun saltanatı boyunca izlediği şerefli siyasete borçludur.

Yeni Şafak

OP. DR. FARUK ÖZKIRIŞ - ESKİŞEHİR DEVLET HASTANESİ K.B.B HASTALIKLARI UZMANI

Müslümanlara ne oldu, ne yaptılar bize? Hani biz, Alemlerin Rabbine iman etmiştik ve bütün müminler kardeştik! Efendimiz, Müslüman’ı nasıl tarif ediyorlardı: “müminler bir bedenin uzuvları gibidir, bir uzuv rahatsız olsa bütün beden ızdırap çeker”.Alem-i İslam param parça, her köşesi kan ve gözyaşları ile sulanıyor. Bir yandan Müslüman, Müslüman’ı ne acıdır ki İslam adına öldürürken, diğer yandan Ehl-i küfür, Müslüman kanına susamış, mabedlerimize saldırıyor, Ümmet olarak kılımız kıpırdamıyor. Türkiye dışında ses veren ne bir ülke ne de bir lider var. İslam’ın izzet ve şerefi, ayaklar altında iffetler payimal, iki milyar nüfusu ile İslam aleminin gıkı çıkmıyor neredeyse. Bu hal üzere yaşamaya daha ne kadar devam edecek, huzur-u mahşerde nasıl çıkacağız Allah ve Resul’unun önüne? İslam ve iman kardeşliğini bırakalı bir asrı geçti neredeyse. Son büyük sultanı tahttan indirdiğimiz gün, aynı zamanda İslam kardeşliğinin ruhunu da kaybettiğimiz gündür. Son 3 asırlık tarihimizde bu milletin medeniyet davasına ve Din-i Mübin-i İslam’a büyük hizmetleri dokunmuş, devleti yıkmaya yönelik her türlü melun girişimleri âkim kılmış büyük bir devlet adamı, millet sevdalısı Sultan II. Abdülhamid Han’dan bahsediyorum. EMPERYALİZM TAŞERONLARI Bu büyük Sultan ile bizi davalı hale getirdiler. Millet ve ümmet için büyük çileler çekmiş bu dava adamına, hayatı boyunca ve ölümünden sonra da demediğimizi bırakmadık. Ermeni isyanlarını bastırdığı için kızıl sultan mı denmedi, kurduğu istihbarat ağı ile emperyal devletlerin çanına ot tıkayan ve devleti ayakta tutmanın ancak aleyhindeki faaliyetlerin tespiti ile mümkün olacağı açık olan istihbarat teşkilatını bahane ederek istibdat yönetimi kuran müstebid mi denmedi. Emperyalizmin bu topraklardaki taşeronları ve işbirlikçileri tarafından ne iftiralar atılmadı ki bu büyük hükümdara. Abdülhamid’i alçakça bir darbe ile saltanattan indirip kendi saltanatlarını kuran İttihat ve Terakki on yılda koskoca bir devleti batırmış, Birinci Cihan harbinin son yılında devlet tükenmiştir. Enver ve Talat Paşa’lar, son çare olarak Abdülhamid Han’a başvururlar, “Var mıdır bir kurtuluş çaresi?’’ derler. “O çareyi sizler katlettiniz” der. Bırakınız İttihat ve Terakkiyi, Nurs menşeili âlim ve milli şâir bile anlayabilmiş mi idi Türk- İslam müdâfii bu adamı? 10 Şubat 1918 Pazar günü hakka yürüyen Türk tarihinin mümtaz şahsiyetlerinden olan Abdülhamid Han’ın kıymeti anlaşılmış ama koca bir devlette elden gitmişti. Biz millet olarak din-ü devlet felsefesine, millete hizmet edenleri mükafatlandırmak ve değerini anlamak için ölümünü bekliyoruz genelde. 31 MART VAKASI Nitekim hayatı Abdulhamid Han’a saldırmakla geçmiş Rıza Tevfik, sonradan Cumhuriyet döneminde kaleme aldığı “Abdülhamid Han’ın ruhaniyetinden istimdad” isimli şiirinde bu hakikati çok veciz ifade etmiş ve “Ben bu şiiri Türk milletine hakaret kasdıyla değil, tamamıyla aksi olarak, Türk milletini ölüme götüren bir zümreyi teşhir ve Abdülhamid Han’a edilen iftiraları tespit gayesiyle yazdım. 31 Mart vakasını tertiplediği isnadı altında tahtından alaşağı edilen büyük hükümdar, bu isnatla, sade iftiraların değil, tertiplerin de en hainine hedef tutulmuştur. 31 Mart’ı tertipleyen İttihatçılar ve bu işe memur edilenler arasında bizzat ben varım. 31 Mart’ı kışkırtma ve körükleme işini Selim Sırrı ile Rıza Tevfik idare etti. Hasta yatağımdan söylediğim bu sözlere tarih kulak kabartsın.” demiştir. Şiirin hepsini buraya alma imkanı yok ama bir kısmını almadan geçemeyeceğim;

Tarihler ismini andığı zamanSana hak verecek ey koca Sultan! Bizdik utanmadan iftira atan Asrın en siyâsi padişahına.

Padişah hem zalim hem deli dedik,Îhtilale kıyam etmeli dedik, Şeytan ne dediyse biz belî dedik, Çalıştık fitnenin intibahına!…

Divane sen değil, meğer bizmişizBir çürük ipliğe hülya dizmişiz, Sade deli değil, edepsizmişiz, Tükürdük atalar kıblegâhına!

“Selahaddin olma” şuuruCumhuriyetin temellerinde onun harcı vardır. Başlattığı büyük eğitim hamleleri ile Cumhuriyeti kuran kadroların yetiştiği okullar onun eseridir. Demiryollarının, kız ve erkek mekteplerinin, tıbbiyelerin, mülkiyelerin kapıları üzerindeki tuğralarda onun ismi vardır. 1876’da devletin inkırazını önleyerek 32 sene 7 ay 27 gün süreyle yıkılmakta olan koca çınara can üflemiş olan Abdulhamid Han, siyasi dehası ve dirayetiyle cumhuriyete giden yolun taşlarını döşemiş, emperyalizmin “canlı vücut üzerinde operasyon yapmasına” müsaade etmemiştir. Bugün Arap ve İslam alemi, varlığını büyük ölçüde onun saltanatı boyunca izlediği şerefli siyasete borçludur. Filistin topraklarından vereceği bir parça karşılığında belki de devletini ve saltanatını bekleyen kaçınılmaz sona mani olacak bütün teklifleri elinin tersi ile itmiş, ümmete mukabil kendi saltanatının devamını sağlayacak bir alçaklığa asla tenezzül etmemişti. Bu itibarla, ümmet bilincini tekrar tesis edebilmek ve ümmet olarak ayağa kalkabilmemiz için Abdulhamid’i ve onun ümmet anlayışını keşfetmeye ihtiyacımız vardır. Ümmetin paramparça edildiği, her birinin bir diğerine düşman kılındığı İslam aleminin mevcut konjonktüründe, bu parçalanmışlığı ortadan kaldıracak tek çare, bütün ırkî mülahazaların terk edilerek Allah’ımızın ilan ettiği “muhakkak ki müminler kardeştir” düsturuna sıkıca sarılmak ve ümmetin her bir ferdinin “Selahaddin” olma şuuruyla kenetlenerek haçlı zihniyetine at oynatacak alan bırakmamaktır. Batı Dünyası, Hristiyan ümmetçiliğini bilinçaltından hiçbir zaman çıkarmadı. 1918’de Kudüs’e girdiğinde ‘işte şu anda haçlı seferleri bitti’ diyen işgal orduları komutanı Allenby ile İslam dünyasına karşı yeni bir haçlı savaşı başlattığını açıkça ilan eden ve “Haçlı Savaşı” ifadesini kullanan Bush arasında Batı ümmetçiliği anlamında bir fark var mıdır? Birinci Cihan harbinde müttefikimiz olan Almanya ve Avusturya’nın kiliselerinde, düşman Allenby ve İngiliz ordularının Kudüs’e girişinin günlerce çanlar çalınarak kutlanması, Batının Hristiyan ümmetçiliğini anlamamız için herhangi bir izaha gerek bırakmamaktadır. İSLAM ÜMMET ŞUURU Sovyetler Birliğinin dağılması ve Batı için tehdit olmaktan çıkması ile Batı dünyası bin yıldan beri haçlı seferleri ile yaptığı gibi yüzünü yine İslam coğrafyasına çevirmiş, gerek Margaret Thatcher gibi siyasetçiler gerekse Huntington gibi akademisyenlerce “medeniyetler çatışması” denilerek İslam, yeni tehdit unsuru olarak kabul edilmiş ve bu olgunun altını dolduracak planlar yapılmaya başlanmıştı. Aslında Yeni Dünya Düzeni, Büyük Ortadoğu Projesi gibi söylemler bu planların hayata geçirilmesine matuf olup İslam coğrafyasında Batı ve emperyal çıkarlar için her zaman sıkıntı oluşturabilme potansiyeline sahip “İslam ümmet şuuru”nun tamamen yok edilmesidir. Bu amaç güdülerek Amerika, Irak’tan çekilirken ülke yönetimini Sünnilerden almış ülkenin kuzeyini Kürtlere, geri kalanını Şiilere bırakmış ve onlarla ittifak yapmıştır. Aynı oyun bugün Suriye’de oynanmakta, bu coğrafyanın kadim halkları birbirlerine düşürülmektedir. Ümmet şuuru büyük yara almış, ırk ve mezhep farklılıkları kaşınarak İslam toplumları birbirinden koparılmış, masum ve mazlumların çığlıkları arş-ı alayı tutmuştur. İslam tarihine baktığınızda bu topraklarda izzet ve şeref, ümmet şuuru ayağa kalktığında, zillet ise ümmet şuuru ayaklar altına alındığında alınlara kazınmıştır. Yaklaşık bir asırdır Alem-i İslam’a zillet hakim olmuş, bu süre zarfında ümmet şuuru terk edilmiş, Müslümanlar adeta fırkalara dönmüş olan cemaat kalıplarına mahkum edilerek kolay yönetilir hale getirilmiş ve pare pare edilmişlerdir. İşte bu zamanda, Müslümanları, tekrar ümmet olabilme şuur ve idraki ile buluşturacak tecdid hareketlerine ihtiyaç vardır. Ümmet sancağı, bu topraklarda Abdulhamid Han’ın hal edilmesi ile düşürülmüş ise yine bu topraklarda büyük Sultanı anlayarak kaldırılacaktır. MAZLUMLARIN HAMİSİ Meselenin asrımıza bakan yüzüne gelecek olursak, günümüzde ümmeti tevhid edecek yegane muharrik güç ve ülke Türkiye’dir. Alem-i İslam’da buna muktedir ve potansiyeli olan ikinci bir devlette, millette yoktur. Türkiye, son 10 yıldır devlete hakim olan zihniyet ve kadroları ile bu misyona, Allah’ın takdiri ve milli iradenin tecellisi ile adım adım ilerlemektedir. İşte vâzedilen kutlu yürüyüş budur. Ve son söz bu ülkeyi idare eden ateşten gömlek giymiş zevata sizler bu ümmetin kabul edilmiş asırlık dualarısınız. Bu duaları ve ümitleri zayii etme hak ve selahiyyetine sahip değilsiniz. Bu nedenle altınızdaki kadroları çok iyi kontrol etmeli, adam kayıranlara, yanlış yapanlara, adaletten ayrılanlara, milletin değerlerinden inançlarından sapanlara, haram lokma yiyenlere ya da tüyü bitmemiş yetimin hakkı olan Beytü-l Mal’a el uzatanlara karşı en şedit şekilde muamele etmeli ve asla müsamaha göstermemelisiniz Size düşen, bu asil milletin ve ümmetin bir evladı olduğunuzu bir an bile aklınızdan çıkartmadan ecdadınız gibi vakûr, âdil, dürüst ve bütün dünyada mazlumların hâmisi, velisi olma yolunda son nefesinize kadar gayret göstermek ve bu halde emaneti sahibine teslim etmektir.