Batı’nın İslam takıntısı ve yerli taşeronlar

Darbe girişiminin başarısızlığının kesinleşmesiyle ABD medyası, adeta teröristbaşı Gülen’i kurtarma amaçlı bir imaj çalışmasına girişti. CNN International Gülen’le röportaj yapmaktan çekinmedi

Yeni Şafak Haber Merkezi

Burak Başkan - Sheffield Üniversitesi

Batı'da uzunca bir süredir ısrarla gündemde tutulan bir kavram var: İslam'da reform. Bu kavramın temelinde ise Batı'nın bölgesel çıkarlarına karşı gelmeyen, Batı'nın fikri unsurlarını kabul eden, tüm toplumsal iddialarından vazgeçmiş, sıradan bir kültürel unsura indirgenmiş, Protestanlaştırılmış bir İslam modeli kurma düşüncesi mevcut.

Thomas Friedman'ın New York Times'da yayımlanan 'An Islamic Reformation' başlıklı yazısında İslam'da reformun ancak İslam dünyası içinden çıkacak bir Müslüman Martin Luther'le gerçekleşebileceği belirtiliyordu. Ayaan Hirsi Ali, Richard Dawkins gibi İslam karşıtlarının Müslümanlardan daha fazla ilgi gösterdiği bu kavramın bayraktarlığı için Batı'nın Müslüman ülkelerde birer taşeron bulması kaçınılmazdı. Nitekim son dönemde Batı'daki yayınlarda bunun için iki aday öne çıkarılıyordu: Mısır'ın darbecisi Abdel Fattah el-Sisi ve FETÖ elebaşı Fethullah Gülen.

Örneğin Victor Gaetan'ın Foreign Policy'deki 'The Muslim Martin Luther' başlıklı yazısında Gülen İslam'da reformun umudu gibi sunuluyor, James Zumwalt'ın 'Outside View: Islamic Martin Luther Issues His Proclamation' başlıklı yazısında ise Sisi'nin Müslüman Martin Luther olabileceğinden bahsediliyordu.

BATI'NIN MÜSLÜMAN DENKLEMİ

Denklemin bir tarafına kendi taşeronlarını koyan Batı, diğer tarafa ise Batı'ya itiraz edebildiği için makbul kabul edilmeyen Müslümanları koyuyor, tüm söylemini 'reformcu Müslüman - radikal İslamcı' ikiliği üzerine kuruyordu. Mısır darbesinden sonra Sisi'ye verilen açık destekte kendini belli eden bu ikilik, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası Batı'nın Türkiye söyleminin de temelini oluşturdu.

15 Temmuz gecesi Fox News'te Ralph Peters “Darbe başarılı olursa İslamcılar kaybedecek, bizler kazanacağız” açıklamasıyla 'biz-onlar' ikiliği üzerinden darbecileri Batı değerleriyle özdeşleştiriyor, darbeye direnen halkı ise 'radikal İslamcı ötekiler' olarak sunuyordu. Graham Fuller'in darbe girişiminin ardından Huffington Post'a yazdığı 'The Gulen Movement Is Not a Cult' yazısında ise yüzlerce insanın katili FETÖ, İslam'ın modern yüzü olarak pazarlanırken, darbe girişiminin mağdurları radikal İslamcılar olarak nitelendiriyordu.

Michael Rubin Foreign Policy'deki yazısında Gülen'i barış ve hoşgörünün temsilcisi gibi gösteriyor, Erdoğan'ın ise darbeyi hak ettiğini ima ediyordu. Andrew Finkel The Guardian'daki yazısında Türkiye'nin ağır çekim darbeye maruz kaldığını, bunu ordunun değil, Erdoğan'ın yaptığını iddia ediyordu. The Telegraph darbecileri laikliğin koruyucusu olarak resmediyor, Amerikan Voxmedia ise demokrasi için bir tehdit gibi gösterdiği Erdoğan'a karşı ordunun bu zamana kadar müdahale etmemesinin şaşırtıcı olduğunu, nihayet ordu içinde bir grubun inisiyatif aldığını belirtiyordu.

Tüm bu örneklerde Türkiye'nin meşru hükümetinin ve seçilmiş cumhurbaşkanının radikal İslamcı bir çizgide olduğu ve dolayısıyla darbeyi hak ettiği, darbe girişiminin faili FETÖ'nün ise İslam'ın reformist yüzünü temsil ettiği şeklinde iki söylem öne çıkıyor. Bu söylemler ışığında, Batı'nın dilinden düşmeyen 'İslam'da reform' kavramı ile 'ılımlı Müslüman – radikal İslamcı' ikiliğinin nasıl bir politik ajandaya hizmet ettiği daha iyi anlaşılıyor.

FETÖ'YE İMAJ ÇALIŞMASI

Darbe girişiminin başarısızlığının kesinleşmesiyle ABD medyası, adeta teröristbaşı Gülen'i kurtarma amaçlı bir imaj çalışmasına girişti. 11 Eylül sonrası Türkiye'de bir medya kuruluşunun Usame Bin Ladin'le röportaj yapması düşünülemezken, CNN International Gülen'le röportaj yapmaktan çekinmedi. New York Times'ın FETÖ elebaşının yazısına yer vermesiyse bardağı taşıran son damla oldu. Yazıda Gülen, radikal İslamcılığa karşı Avrupa'nın ılımlı İslam arayışına kendisinin cevap verebileceğini belirtiyor, kendisini kapsayıcı ve çoğulcu İslam anlayışının tek temsilcisi gibi gösteriyordu. Bu bir anlamda Batılı egemenlere yollanan “taşeronluğunuzu yapmaya devam edeceğim, beni kurtarın” mesajıydı.

Günün sonunda, bir eliyle Mısır ve Türkiye'nin meşru hükümetlerini 'radikal' olarak konumlandıran Batı, diğer eliyle meşru hükümetlere yönelik darbelerin faillerini İslam'ın modern ve reformist yüzü olarak sundu. Mısır Darbesi sonrası binlerce kişi zindanlara atıldı, STK'lar kapatıldı, Batı'yı rahatsız eden tüm unsurlar susturuldu. Mısır'a bu kara günleri yaşatan darbe rejimi bugün gerek maddi ve gerekse ideolojik bakımdan Batı tarafından destekleniyor. Eğer darbe girişimi başarılı olsaydı, Batı'nın Türkiye'deki taşeronu FETÖ'nün kuracağı darbe rejimine de aynı desteğin sağlanacağından hiç şüphe yok.