SELİM HAN YENİACUN - ŞANGHAY ÜNİVERSİTESİ
Amerika Birleşik Devletleri, Trump yönetimi altında alışılageldik politik teamüllerini bir kenara bırakarak dünya siyasetinin istikrarsız bir aktörü olmuştur. Tek kutuplu dünya düzenini Çin’in yükselişi, Rusya’nın askeri yayılmacılığı ve Avrupa’nın bölünmüşlüğüne rağmen elinde tutma hevesi; Trump yönetimine BM ve dünya yönetişimine etki eden pek çok ulus-üstü aktörün ortak kararlarını hiçe sayan adımlar attırmaktadır. Bu kararlardan pekçoğu tamamen ABD’nin ekonomik ve siyasi üstünlüğünü muhafazaya yönelik olurken, İsrail-Filistin meselesine yönelik adımların kör göze parmak sokarcasına didiklenmesinin altında yatan sebepleri sadece maddi kavramlarla tanımlamak yetersiz olacaktır. ABD Başkanı Donald Trump göreve geldiği günden bu yana mevcut İsrail hükümeti ile olan ilişkilerini en üst seviyede tutmaktadır. Dahası, uluslararası kamuoyu görüşünü hiçe sayarak İsrail’in Golan Tepeleri’ni işgalini meşru saymış ve Kudüs’ün İsrail’in başkenti olduğunu da tüm itirazlara rağmen kabul etmiştir. ABD siyasetindeki Evanjelik elit ve Yahudi lobisinin desteğini alarak iktidara gelişinin teşekkürünü fazlasıyla ifa etmiş olsa da kendisini ulvi(!) bir misyon temsilcisi olarak görüp yeni bir İsrail-Filistin Barış Planı ortaya atmıştır. Bu sözde barış planı “Refah için Barış: İsrail ve Filistin Halklarının Yaşamlarını Geliştirme Vizyonu” başlığında 28 Ocak 2020 tarihinde dünya kamuoyuyla de paylaşılmıştır. Başkan Trump’un, İsrail başbakanı Bünyamin Netanyahu ile birlikte açıkladığı planın ne hazırlanışında ne de taslağın geliştirilmesinde herhangi bir Filistinli temsilciden görüş alınmaması ise durumun vahametini gözler önüne sermektedir. İsrail muhalefetinin amiral gemisi olan Mavi-Beyaz bloğu lideri Benny Gantz’ın bizatihi Beyaz Saray’a çağırılarak bilgilendirildiği ve kendisi tarafından olumlu görüş alınarak açıklanmış olan Trump Planı, ilk akşam şaşırtıcı(!) bir şekilde, Mısır, Suudi Arabistan ve Körfez triosu tarafından da hoşgörü ile karşılanmıştır.
181 sayfa ve 3 bölümden oluşan Refah için Barış Vizyonu’nun iki devletli çözüme destek olarak ortaya çıktığı iddia edilse de siyasi ve ekonomik çerçeve olarak ikiye ayırabileceğimiz planda yer alan bölümlerde tamamen bağımsız bir Filistin devletinden bahsetmemiz mümkün değildir. Sınırsal olarak ise Filistin topraklarının halihazırda BM Güvenlik Konseyi ve BM Genel Kurulu kararları olmasına rağmen 1967 sınırlarından çok daha dar bir alana hapsedilmesi ve Kudüs’ün tamamen İsrail’e bırakılması ise hem bağımsızlığı hem de egemenliği sorunlu bir Filistin devleti taslağı ortaya koymaktadır. 138 devletin hali hazırda bağımsızlığını tanımış olduğu Filistin Devleti, topraklarının bir kısmı işgal altında ve meşru bir statüye sahipken ABD ve İsrail’in başını çektiği blok tarafından otonom bir yönetim olarak tanımlanmaktadır. Küresel yönetişimin Filistin devletini hali hazırda kendi toprakları üzerinde egemen ve haklı olarak gördüğü bir ortamda ABD’nin ısrarlı Filistin dayatmaları her geçen gün daha da cüretkar boyutlara ulaşmaktadır. On yılda 50 milyar dolar kalkınma hamlesine karşılık kendi güvenliğini sağlayamayacak, bugüne kadar yapılan yasadışı yerleşimleri meşru kabul edecek hatta ve hatta milli eğitim müfredatına bile müdahale edilebilecek bir Filistin devleti düşleyen bu antlaşma evanjelist bir hayal ürünü olmaktan öteye gitmemektedir. Plana değişik bir çerçeveden ele alacak olursak içerisinde 422 defa “İsrail” ve 169 defa “güvenlik” kelimeleri geçmesine rağmen sadece 184 kez “Filistin” ve 151 kez de “barış” kelimelerinin kullanılması bile adil bir barış iddasında olan bu planı tartışılır kılmaktadır.
FİLİSTİN DEVLETİ Mİ? FİLİSTİN EYALETİ Mİ?
Plana dair ilk bilgilerin sızmaya başladığı ilk günden bu yana pek çok mecrada eleştirilen bu girişimin içeriğine de bir kaç noktada değinmek ve dayatılan meselelerin rasyonalite ile ne derece ters düştüğüne bakmakta fayda vardır. Trump Planı’nın siyasi muhtevasının incelendiği birinci bölümde, İsrail’in güvenliğine defalarca vurgu yapılırken Filistinlilerin bu plana riayet etmeleri halinde diğer Arap devletlerinin Ortadoğu’da İsrail ile işbirliğine daha rahat gidebileceği öngörülmektedir. Metnin pek çok yerinde bu minvalde verilen alt mesaj “İsrail ve Arap Devletleri arasında tek sorun sizsiniz ve kaderinize razı olun”dur. Metinde iki devletli çözümden bahsetse de, bunun vazgeçilmez ön koşulu İsrail’in her alanda kendini güvende hissetmesi, işgal ettiği topraklarda herhangi bir tazminin yapılmaması ve Filistin’in uluslararası varlığının İsrail kontrolü altında kalmasına bağlanmaktadır. Filistin devletinin hali hazırdaki varlığını tanımayan plan, sanki Filistin’e hiç yoktan bir devlet vaadediyormuş gibi bir üslupla oluşturulmuştur. İsrail’in 1967’de işgal etmiş olduğu toprakların %88’inden geri çekildiği savunularak (ki bu Sina’daki Mısır toprakları ve Gazze’dir) bölünmüş ve yasadışı yerleşim birimleri ile her geçen gün küçülen haritanın kabul edilmesi karşılığında Filistin’deki işsizliği % 10’un altına düşürüleceği, kişi başına düşen milli gelirin on kat artacağı sözü verilmiştir. Planın Batı Şeria’daki yönetimi bozuk ve yozlaşmış olarak tabir etmesi, Hamas’ı terör örgütü olarak tanımlaması ve Filistin’deki son meşru seçim olan 2006 seçimleri sonrasındaki tabloya riayet etmeksizin barış görüşmelerinde herhangi bir Hamas üyesinin olmaması gerektiği vurgusu ise Filistin’deki meşru otoritelere dahi tahammül edilmediğinin apaçık bir göstergesidir.
Filistin’in ordusunun olmaması, gümrüklerinden İsrail ile rekabet edecek bir ihracat ürününün çıkartılamaması, tüm gümrüklerden giren malların İsrail’in güvenliği için İsrail tarafından denetlenebilme hakkı, Filistin’in herhangi bir uluslararası antlaşma ya da ortaklıkta İsrail aleyhine bulunamayacak olması, Filistin milli eğitim müfredatının İsrail tarafından denetlenebilirliği ve Filistin’den elde edilecek turizm gelirlerinin (Ürdün geçişi ve yeniden aktive edilmesi öngörülen Atarot (Kudüs) Havalanı sayesinde) ortak turizm komisyonları ile denetlenmesi gibi pek çok madde bağımsız ve egemen bir devlet anlayışının yakınından dahi geçmemektedir. Sınırsal sorunların neresinden tutarsak tutalım Filistin lehine herhangi bir taviz verilmemektedir. Mülteci sorunu ise komşu Arap ülkelerinin göç etmiş Filistinliler ile ilgilenmesi şeklinde geçiştirilirken Kudüs’ün denetimini tamamen İsrail’e bırakılmaktadır. Şufat, Kefer Akab ve Abu Dis gibi Kudüs’ün eski mahallerinden geçen ayrım duvarının ortadan kaldırılmaması, Filistin devletinin bu mahalleleri “Al Quds” olarak adlandırıp başkentleri yapabilecekleri belirtilmektedir. Kudüs’deki surlarla çevrili eski şehir bölgesi ise tüm dinlere ve turizme açık olma sloganı ile İsrail’in keyfe keder uygulamalarına bırakılmaktadır. Ariel Şaron’un provokatif Aksa Camii baskınından sonra Ürdün’e bağlı vakıf tarafından konulan Aksa arazisine gayrimüslimlerin girmemesi kararı, halihazırda İsrail tarafından sürekli delinmektedir. Trump Planı’na göre Aksa’nın ibadet etmek isteyen herkese açık olması şartı, arazi üzerine inşa edilebilecek yeni yapıların muhtevasını da akıllara getirmektedir. Üçüncü tapınağın inşası için atılacak bu büyük adımın Ortadoğu’ya barışı getirmek yerine tamamen unutturacağı aşikardır.
SORUNLARI BÜYÜTEN PLAN
Filistin devletinin İsrail için en pasifize edilmiş şekilde kurulması, İsrail’in Necef’in Sina’ya komşu ve kendisi için güvenlik endişesi oluşturan bir kaç bölgede toprak takasına gidiyor olması haricinde çok da alışılmadık şeyler içermeyen plan yer yer Filistin devletinin bağımsız(!) ve müreffeh(!) olacağını vaat etse de Filistin halkının meşru haklarını ve self-determinasyon ilkesini alelen çiğnemektedir. Trump tarafından açıklanan belgenin adına barış(!) planı, girişimi ya da vizyonu dense de planının içeriğine göre Filistin devletinin tanınması, sayıca az ve kökleri bölgeye ait olmayan bir topluma devlet lütfetme olarak lanse edilmektedir. Bugün dahi Akdeniz ve Ürdün nehri arasında yaşayan toplam 14-15 milyonluk nüfus Filistinli olsun İsrailli olsun sayıca kafa kafaya eşit gösterilebilir. Filistin meselesini bir an dahi olsa, tüm tarihsel olaylardan bağımsız düşünsek bile böyle bir paylaşım dayatması Filistinlilerin meşru hak gaspı olacağı gibi aynı zamanda da İsrailliler için güvenlik endişelerini arttıracaktır. Bu dayatmaya Filistin halkının karşı duracağı, ve hatta İsrail tarafından zorla uygulanmaya kalkılması halinde yeni bir direniş dalgasını başlatacağı aşikarken AB, Rusya, Türkiye, İram ve Arap Birliğinin kararları da Trump Planı’nı protesto edecek mahiyette olmuştur. Kağıt üzerinde kalması beklenen bu girişim sonucunda, İsrail sağının iktidarda kalması ve bu plana dayanarak herhangi bir girişimde bulunması ise İsrail-Filistin çatışmasını daha da alevlendirecektir.