Avrupa’nın kimlik arayışı gölgesinde Türkiye

Fransa Cumhurbaşkanı Macron Berlin’de yaptığı konuşmada, “Avrupa bir dönüm noktasında. Bu dönemde eşsiz bir Avrupa macerası yaşıyoruz. Avrupa’nın egemenliği dünya düzeni tarafından sınanmakta” dedi. Avrupa, güçlenen milliyetçi ideolojiye Macron ve Merkel’in söylemleri ile karşı durabilecek mi önümüzdeki yıl göreceğiz. Mayıs 2019’da Avrupa Parlamentosu seçimleri Avrupa Birliği içerisindeki güç dengelerinin yeniden oluşmasını ve gelecek on yılın nasıl şekilleneceğini gösterecek.

Yeni Şafak Haber Merkezi
Gündem

Asiye Bilgin - UETD Başkan Yardımcısı

Avrupa Birliği (AB) Komisyonu hafta başında Batı Balkan ülkeleri Arnavutluk, Bosna Hersek, Kosova, Makedonya, Karadağ ve Sırbistan‘ın yanı sıra Türkiye’nin de yıllık ilerleme raporunu açıkladı. Komisyon, ilerleme raporunda aday ülke statüsünde olan Arnavutluk ve Makedonya ile müzakere sürecini başlatmayı önerirken Türkiye ile ilgili en olumsuz raporu kaleme aldı ve Türkiye’nin Avrupa Birliği’nden uzaklaştığını bir kez daha vurguladı.

Avrupa Birliği’nin içerisinde bulunduğu kimlik bunalımı Türkiye ile ilgili yaklaşımda kendini gösteriyor. Bir taraftan Batı Balkan ülkelerindeki Rusya, Türkiye ve Çin etkisinden rahatsızlık duyduğundan dolayı bu ülkelerle olan müzakere sürecini hızlandırmayı tercih ederken, diğer taraftan Türkiye ile olan müzakere sürecini neredeyse durma seviyesine getirecek kadar yavaşlatma politikasını izliyor. Rapor, Türkiye’nin Avrupa için stratejik ve bölgesel önemini vurgulamasına rağmen yeni fasılların açılmayacağını garantiliyor. Her ne kadar Türkiye’nin ekonomik başarısı ve milyonlarca mülteciye ev sahipliği yapmasından övgü ile bahsedilse de, AB‘nin olumlu yaklaşımı kendini öz çıkarları söz konusu olduğu alanlarda gösteriyor.

DEMOKRASİNİN OTORİTESİNİ KORUMAK

Avrupa Birliği uzun yıllardır kimlik bunalımı yaşıyor. Avrupa içerisinde güçlenen milliyetçi sağ ve Avrupa karşıtı partilere destek gün geçtikçe artıyor. Her ulusal parlamento seçimi sağcıların yeni bir başarı hikayesi yazmasına vesile oluyor. Avrupa Birliği karşıtlığı siyasette kendine kalıcı yer edinmişken Macron ve Merkel Avrupa Birliği’ni yeniden cazip hale getirmek ve Avrupa’ya yeni birlik ruhu aşılamak için kolları sıvamıştı. Geçen yıl gerçekleşen Almanya Federal seçimleri sonrası yeni hükümetin kurulma süreci aylar alması AB reform büyüsünü de kısmen bozdu. Merkel ve Macron’un ortaklaşa hareket etmeden Avrupayı dönüştürmesi imkansız.

Macron hafta başında Strazburg Parlamentosu’nda AB’nin reform süreci hakkında konuşma yaptı. Söylemler Avrupalı entellektüeller arasında her ne kadar hoş karşılansa da, toplum içerisinde samimi bulunmuyor. ‘Otoriterleşen demokrasiyi değil, demokrasinin otoritesini korumalıyız’ dedi Macron. Ayrıca Avrupa Birliği’nin genişlemesine karşı olduğunu da sözlerine ekledi. Bu sözler Avrupa Birliği içerisinde artan popülist seçmenlere ve siyasetçilere yönelikti. Demokrasinin tehlikeye girdiği, liberal değerlerin popülist söylemler karşısında anlam kaybettiği bir döneme şahitlik ediyoruz. Bu bağlamda Macron’un Avrupa Parlamentosu’ndaki uyarıları önemliydi. Etki yapar, otoriterleşmeyi engeller mi? Maalesef Hayır! Avrupa’nın otoriterleşmesi karşısında ne Macron, ne de Merkel duramıyor. Avrupa ideolojik dönüşüm içerisinde. Her ne kadar liberal demokratik düzen hakim olsa da, uygulamalar yasakçı, ayrılıkçı ve otoriter. Kullanılan medya ve siyaset dili ötekileştirici. Sistemlerin ve hukuki düzenlemelerin liberal olması uygulamaları kısmen frenleyebiliyor.

PARİS-BERLİN BİRLİKTELİĞİ

Macron Strazburg konuşmasından sadece iki gün sonra Berlin’e ziyaret gerçekleştirdi. İki lider de Avrupa Birliği reform süreci için gerekli hazırlıkları haziranda yapılacak olan AB Liderler Zirvesi’ne yetiştirmek istiyor. Reform sürecinin amacı Avrupa Birliği’nin ekonomik daha güçlü ve dış politikada daha etkin olması ve üye ülkeler arasındaki entegrasyonun derinleşmesi. Almanya ve Fransa’daki iç siyasi dengeler göz önünde bulundurulduğunda reform sürecini başarıyla sürdürmek hiçte kolay değil. Merkel, reform sürecinde hükümet ortağı olan Hristiyan Birlik Partisi ve Sosyal Demokrat Parti’ye muhtaç. Ayrıca Federal Parlamento’da 94 milletvekili ile temsil edilen Avrupa karşıtı ırkçı parti AfD de AB içerisindeki gelişmeleri yakından ve kuşkuyla takip etmekte.

Macron, AB sınırlarının daha iyi korunmasını, ortak iltica ve dış politikanın geliştirilmesi ve Avro bölgesinde yatırımların arttırılmasını istiyor. Macron 27 ülkenin oluşturduğu AB Bütçesi yanı sıra 19 ülkenin üye olduğu Avro bölgesi bütçesi oluşturulmasını istiyor. Avro bölgesinde yapılacak olan yeni ve ortak yatırımların bu bütçeden karşılanmasını talep ediyor. Böylelikle ekonomik krizler karşısında istikrarın sağlanacağını savunuyor.

Macron, ABD, Rusya ve İngiltere ile olan fikir ayrılıkları ve çıkar çatışmaları gölgesinde AB için stratejik öneme sahip olan Berlin-Paris ittifak hattını güçlendirmek istiyor. Merkel, Avro Bölgesi için ayrı bütçe oluşturulmasına ve AB Ekonomi ve Maliye Bakanı oluşturulmasına karşı. Halihazırda AB bütçesinde sorunlar yaşanırken ve brexit sonrası bütçeye diğer ülkelerin daha fazla pay sağlaması gerekecekken oluşabilecek sorunlara çözüm bulmadan yeni bir bütçe oluşturulması Almanya’da destek görmüyor.

Avrupa’da yol ayrımı

Fransa Cumhurbaşkanı Macron Berlin’de yaptığı konuşmada, “Avrupa bir dönüm noktasında. Bu dönemde eşsiz bir Avrupa macerası yaşıyoruz. Avrupa’nın egemenliği dünya düzeni tarafından sınanmakta” dedi. Avrupa, güçlenen milliyetçi ideolojiye Macron ve Merkel’in söylemleri ile karşı durabilecek mi önümüzdeki yıl göreceğiz. Mayıs 2019’da Avrupa Parlamentosu seçimleri Avrupa Birliği içerisindeki güç dengelerinin yeniden oluşmasını ve gelecek on yılın nasıl şekilleneceğini gösterecek.

AB Komisyon Başkanı Juncker Sırbistan ve Karadağ gibi Balkan ülkelerine tam üyelik tarihi olarak 2025 yılını işaret etti. Balkan ülkelerinin AB entegrasyonunu bir an önce sağlayarak Avrupa içerisindeki parçalanmayı ve siyasi ayrışmayı durdurmayı hedefleyen reformistler, Türkiye ile ilgili tam üyelik sürecinde bilinmez tarihleri işaret ediyor. Türkiye İlerleme Raporu raportörünün, PKK ve FETÖ aktivisti gibi hareket eden, Hollandalı Kati Piri olduğu düşünülürse, Türkiye’nin rapordaki değerlendirmeler ile ne denli haksızlığa uğradığı anlaşılabilir. Avrupa Birliği, Türkiye’nin tam üyelik yolculuğunda onyıllardır uyguladığı iki yüzlü politikayı devam ettirmekte kararlı.

Türkiye’nin bu noktada yapması gereken; iç dinamiklerle, çıkarları doğrultusunda reform sürecini devam ettirmek. Zamanın ve bölgesel gelişmelerin oluşturduğu riskler karşısında ekonomik ve siyasi istikrarı korumak, güçlü bir kalkınma programı ile hem toplumu, hem de kurumları geleceğe hazırlamak. Türkiye’nin Avrupa Birliği süreci kesintisiz devam etmeli. Türkiye’nin potansiyelinin farkında olan ancak kimlik bunalımı yaşayan Avrupa’nın yazdığı raporlardan etkilenmeden, Türkiye Cumhuriyeti ve milleti kendi hedefleri doğrultusunda yürümeye devam etmeli.