Antipropaganda süreci ve duyarlılık çelişkimiz

Foto: Arşiv

Dr. Veysel Dinç - Türkiye Sivil Toplum Vakfı

Gazze’deki olayların üzerinden tam üç ay geçmiş durumda. Orantısız ve acımasızca güç kullanan İsrail devletinin katliamları en çok sivil halkı hedef almaya devam ediyor. Bugüne kadar yirmi binin üzerinde sivil insanın öldürüldüğü bu saldırılarda kadın ve çocuk oranı ise en büyük çoğunluğu oluşturuyor.

İlk günden beri bizlerin tepkisi düzenli olmasa da zaman zaman artan seviyelerde devam ediyor. Sokak yürüyüşleri ile süregelen eylemlerin en önemlisi İsrail terörünü destekleyen firmaların boykot edilmesi noktasına kadar ulaşmış bulunuyor. Gıda firmalarından giyim markalarına ve ilaç ürünlerine kadar pek çok farklı alanda ülkemizde ve başka coğrafyalarda aktif olarak süren boykot eylemlerinin elimizde bulunan en büyük sivil baskı süreci olduğu kanaatineyim. Bu sürecin gündemden düşmemesi ve daha da önemlisi yaşanan katliam haberlerine toplumsal bir duyarsızlık oluşmaması adına ekstra gayret sarf etmeli ve gerekli önlemler almak durumundayız.

BOYKOT GÜNDEMDEN DÜŞMEMELİ

İsrail’in katliamlarını savunan ve küresel iletişim ağlarında bunun gündemden düşmesi için çalışan lobilerin faaliyetlerine karşılık bizler de bu katliamın zihinlerde kanıksanmaması için düzenli ve planlı organizasyonlar ortaya koymalı ve bir üst akıl ile bu iş için çabalayan ekipler tesis etmek durumundayız. Sivil toplum kuruluşları öncülüğünde oluşturulan Filistin destek gruplarının bu minvalde çalışmalar yapması çok önemli olmakla beraber fikri zeminde de antipropaganda süreçlerinin planlanması için düşünce kuruluşları ve medya planlama şirketlerinin sivil insiyatiflere destek vermesi önemlidir. Bir şekilde boykot vb. süreçlerin gündemde kalması ve küresel baskı gücüne dönüşmesi için var gücümüzle çabalamak zorundayız.

Bugün Gazze’de yaşanan hadiseler gerçekten de bir insanlık sınavı ve dramı olarak tarih sayfalarında yerini alacaktır. Yeryüzünün nerdeyse tüm toplumlarında, yaşanan bu zulüm karşısında hissedilen öfke ve üzüntü birer tepki patlaması olarak gösterilere ve boykot eylemlerine dönüşmekte ve her gün çeşitli coğrafyalarda gösterilere sebep olmaktadır. Ancak buna mukabil hükümetler, uluslararası arenada aynı tepkiyi yeterince gösterememekteler. Ülkemizin başını çektiği bu resmi tepkilere diğer duyarlı ülke devletleri katılsa bile ancak henüz bir yaptırım gücü oluşturacak seviyeye ulaşamamaktadır.

HAKİKATE KAYITSIZ KALINABİLİR Mİ?

Geçenlerde Marmaray’da Üsküdar’a doğru seyahat ederken sırt çantamda takılı olan Filistin temalı rozetin bazı yolcuların dikkatini çektiğini hatta bazılarının rahatsız bakışlarını celbettiğini fark ettim. Oysa biraz sonra Marmaray’ın kapıları kapandı ve orta yaşlarda bir kadın elinde katlanmış olarak tuttuğu ve üzerinde hasta bir çocuk fotoğrafının bulunduğu kağıt parçasını açarak ve daha önceden provalı olduğu çok belli olan bir konuşma yapmaya başladı. Söylediklerinde özetle hasta olan çocuğu için yardım talep ediyordu. Kalabalık arasında ilerlerken sarfettiği cümleler, ses tonu ve hareketlerinden son derece yapmacık bir tavır içerisinde olduğu belliydi. Ancak onun bu tavrına karşılık Marmaray’da seyahat eden yolculardan hiç kimsede olumsuz bir tepki oluşmadı. Hatta birkaç kişi ceplerinden çıkardıkları bir miktar para ile yardımda bile bulundular. Özellikle toplu taşıma araçlarında sıkça görmeye alışık olduğumuz bu sahnelerin aslında büyük bir kısmının düzmece ve sömürü ticaretinden ibaret olduğu bilinmesine rağmen insanların bu manzara karşısında çoğunlukla tepkisiz kalması hatta bazen olumlu tepkilerle karşılık vermelerinin tek bir nedeni vardır. O da anlatılan bu hikayedeki hastalığı bulunan çocuğun gerçekten de var olması ihtimalidir. Böyle bir durumda ve o küçük ihtimalin hatırı için bile olsa, her gün karşımıza çıkan bu düzmece hadiseye karşı duyarsız kalamayan bir toplum olmamızın yanında Gazze’de tüm dünyanın gözü önünde ve bazen naklen yaşanan bebek/çocuk katliamlarına duyarsız/tepkisiz kalmamız düşünülemez. İnsan olmanın en temel gereklerinden biri vicdan sahibi olmaksa eğer; gözümüzün gördüğüne kulaklarımızın işittiğine asla sessiz kalamayız. Bu zulme engel olabilmek adına vicdanımızı sorgulamalı, davranışlarımızı gözden geçirmeli ve sesimizi olabildiğince yüksek çıkartmalıyız. Bu kadar duyarlılık sergilemiyor olsak bile, en azından bu sorumlulukla hareket eden ve gündem oluşturmaya çalışan duyarlı vatandaşlara karşı daha tahammüllü daha hoşgörülü olmalıyız. Sadece insan/vicdanlı bireyler olarak kalmak için olsa bile bunu duymak, hissetmek ve görmek durumundayız. “Yaşama Hakkı” tüm insanlığın kabul ettiği evrensel bir değer olarak kabul görüyor iken buna çocukların günahsız masumiyeti de eklendiğinde her birimizin olduğu yerde durup kendi vicdanımızı evrensel değerlerimizi ve buna mukabil tavrımızı bir süzgeçten geçirmeliyiz.

VİCDANİ SORUMLULUKTAN KAÇAMAYIZ

Bu meselede nerede durduğumuzu, verilen tepkilere ne oranda destek verdiğimizi sorgulamak durumundayız. Bugün dünyanın her neresinde bir hadise olsa gelişen teknoloji sayesinde anında haberdar olmaktayız. Bu canlı bilgi akışının konforunda güncel kalmanın elbette bir sorumluluğunun olacağını her duyarlı vatandaş fark etmelidir. Günlük yoğunluklardan, iş temposundan, eğlence trafiğinden zaman ayırıp vicdanımızı sorgulamalı ve “bilme”nin yanında getirdiği yükü görmeliyiz. Evet bilgi yüktür. En azından sahip olduğumuz bu sınırsız bilgi konforunun vicdani sorumluluğundan kaçamayız. Gözlerimizi ve kulaklarımızı bu çığlıklara karşı kapatamayız. Evet Gazze’nin sınavı çetin ama orada yaşayanlar için her zaman bir umut vardır. Onlar yani Filistinli masumlar bu sınavı bugüne kadar defalarca kazandılar. Kanaatkar, sabırlı ve vakur duruşlarıyla her halükarda ve her ihtimalde kazandılar. Ancak diğer insanlığın sınavı o kadar belirsizlikle dolu ki, biz kendimize yanalım..

DÜŞÜNCE GÜNLÜĞÜ
Yemen’deki çatışma iklimi ve Husiler