ASİYE BİLGİN – UETD Başkan Yardımcısı
24 Eylül 2017 genel seçimlerinden beri hükümet kurulamayan Almanya’da Merkel’in partisi Hristiyan Demokrat Parti (CDU), Hristiyan Sosyal Birlik Partisi (CSU) ve Sosyal Demokrat Parti (SPD) koalisyon sözleşmesi için nihayet anlaştıklarını açıkladı. Koalisyon sözleşmesi SPD delegeleri tarafından onaylandığı taktirde Merkel dördüncü başbakanlık döneminde, 1949 sonrası Almanya’nın dördüncü ‘Büyük Koalisyon’ hükümetini kurarak ülkeyi yönetmeye devam edecek. SPD’nin 463.723 üyesi koalisyon sözleşmesini kabul veya ret edecek. Oylama sonucunun en geç 4 Mart’ta açıklanacağı bildirildi.
Çetin pazarlıklar sonucu ortaya çıkan 177 sayfalık koalisyon sözleşmesi çok fazla heyecan uyandırmayıp mevcudun devamı olarak algılansa da özellikle sermaye çevreleri büyük koalisyonun bir an önce kurulması için baskı yapıyor. Almanya’da yeni hükümetin kurulamaması bir yönetim zafiyeti oluşturmasa da ülkede bir an önce normalleşmeye gidilmesi gerekiyor. Partilerin anlaşamaması, hükümet görüşmelerinin bu denli başarısız ilerlemesi Alman kamuoyunun alışık olduğu bir durum değil.
Almanya’nın istikrarı aynı zamanda Avrupa Birliği içerisindeki istikrarın da teminatı. Koalisyon sözleşmesinde AB ile ilgili kısımlarda reformlara hız verileceği, AB içerisinde entegrasyonun derinleştirileceği gibi Macron’un vizyonunu destekleyen yaklaşımlar mevcut. AB, Almanya ile Fransa’nın ittifakı olmadan sorunlarını çözemeyecektir. İngiltere’nin brexit konusundaki tutumu, Polonya ve Macaristan’ın öncülük ettiği Avrupa içerisinde AB kararlarına başkaldırı, İspanya’da çözülemeyen Katalonya krizi ve mülteci konusu güçlü bir Almanya hükümeti ile yönetilebilecek sorunlar. AB içerisinde önemli sorumlulukların ve reformların yeni hükümetin kurulması ve çalışmaya başlaması için bekletildiği gözlemleniyor.
MERKEL İÇİN KAZANIM, PARTİSİ İÇİN HEZİMET
Merkel’in büyük koalisyon kurma pazarlığına nasıl oturduğunu hatırlamakta fayda var. Aksi taktirde seçimlerden %33 oy alarak birinci parti çıkmasına rağmen bakanlık dağılımında CDU’yu, %20 oy alan SPD karşısında bu kadar zayıf konuma nasıl düşürdüğünü anlamak güç olabilir. Seçimden hemen sonra Merkel, Yeşiller, Hür Demokrat Parti (FDP) ve CDU’nun kardeş partisi CSU ile koalisyon görüşmelerine başlamış, ancak görüşmeler başarısızlık ile sonuçlanmıştı. Merkel’in liderliği, süreci iyi yönetemediği için parti içinde ve kamuoyunda tartışılır olmuştu. Merkel, ikinci koalisyon denemesinde SPD ve CSU karşısında oldukça zayıflamış bir pozisyonda pazarlığa başladı. İkinci denemede de koalisyon görüşmelerinin başarısız sonuçlanması Merkel’i liderlik koltuğundan edebilirdi. Schulz, Merkel’in zayıflamış pozisyonunu masa başında lehine çevirmeyi başardı. Maliye Bakanlığı’nı vermek istemeyen Merkel’i ‘masadan kalkmak ve koalisyon görüşmesini sonlandırmak’ ile tehdit ettiği kulis bilgisi olarak kamuoyuna yansıdı.
Koalisyon sözleşmesi sonucunda Merkel’in partisi beş bakanlık, SPD altı bakanlık ve CSU üç bakanlık kazandı. Merkel dördüncü dönem şansölye kalabilmek için tarihten bu yana CDU için önemli olan iki bakanlık – Maliye ve İçişleri Bakanlığı'ndan vazgeçti. Kendi başbakanlığını garantilemek dışında Savunma, Ekonomi, Sağlık, Eğitim ve Tarım Bakanlığı’nı CDU’ya kazandırdı. İçişleri Bakanlığı gibi önemli ve sembolik bir öneme sahip bakanlığı kardeş parti CSU’ya, Dışişleri, Çalışma ve Maliye Bakanlığı gibi stratejik önemli bakanlıkları ise SPD’ye kaptırdı. CDU parti yönetimi bakanlık dağılımından oldukça rahatsız ve yeni hükümette oldukça zayıfladıklarının farkındalar. Bu durum Merkel karşısında parti içi muhalif seslerin yükselmesini sağlayacaktır. Kurulan hükümetin planlandığı gibi dört yıl sürdürülmesi neredeyse imkansız.
İSLAM VE MÜSLÜMANLAR KONUSUNDA AFD'LEŞME
177 sayfalık koalsiyon sözleşmesinde yedi kere "İslam" kelimesi geçiyor ve geçtiği her cümlede İslam’a karşı mesafeli ve kuşkulu tutum belirgin. Müslümanlar "güvenlik" politikalarının öznesi olarak algılanmaya devam ediliyor. 31 Ocak’ta Heinrich-Heine Üniversitesi'nde konuşma yapan eski Cumhurbaşkanı Gauk’un "Çokkültürlülüğün (Multikulturalität) nelere mal olduğunu görmek beni korkutuyor" açıklaması tam da yeni koalisyon sözleşmesinin Müslümanlara ve İslam’a yaklaşımını tanımlayan bir cümle. Radikal sağ partiden radikal sol partiye kadar hepsinde İslam karşıtı tutum hakim. Bu uygulanan baskıcı politikalarda kendini gösteriyor. "Radikal İslam", "İslamizm" gibi terimler üzerinden Müslümanların marjinalize edildiği, suçlandığı bir siyasi atmosfer hakim.
Koalisyon sözleşmesinde radikal İslam ile etkin mücadele edeceğini taahhüt eden partiler, radikal İslam ile neyi kastettiğini açıklamıyor. Kimine göre DİTİB, Milli Görüş gibi geniş tabana hitap eden ve hiç bir zaman Anayasa’ya aykırı tutum içinde olmamış olan dini teşkilatlar dahi "radikal" tanımlaması ile anılıyor. Müslümanların tercihleri ve yaşam tarzları üzerinden keyfi tanımlamalara gidildiği müşahade edilmekte. Koalisyon sözleşmesinde; "radikal" camiler takip edilip gerektiğinde kapatılacak, yurtdışından gelen imamların Almanca konuşması beklenmekte gibi cümlelere yer verilmekte.
Avrupa’nın bir çok ülkesinde olduğu gibi Almanya’da da terör ile mücadele ile İslam ve Müslümanlar arasında ayrım yapılamıyor. Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın güçlendirileceği yazan koalisyon sözleşmesinde, teşkilata daha büyük bütçeler ayrılarak doğrudan şiddet bağı olmayan kişi ve kurumların da izleneceği ifade ediliyor. Bu durumda her Müslümanın bu muğlak tanımlamaların içerisinde değerlendirilip izlenmesi muhtemel. Yıl içerisinde –radikal sağ ve radikal solun yaptığı - yüzlerce mülteci evi ve cami saldırısı olan bir ülkede Müslümanlarla ilgili daha hassas bir dil kullanılması, onların can ve mal güvenliğinin korunması yönünde adımların atılacağı ile ilgili daha etkin cümlelerin kaleme alınması beklenirdi.
TÜRKIYE-AVRUPA İLİŞKİLERİNE YANSIMASI
Almanya’nın yeni hükümet programını oluşturan koalisyon sözleşmesinde Türkiye ile ilgili yaklaşım 2013 yılında yapılan koalisyon sözleşmesinde olduğu gibi "Güçlü bir Avrupa" üst başlığı altında, "Avrupa Dış ve Güvenlik Politikası" bölümünde değil, "Avrupa ve dünyada bilateral ve bölgesel işbirliği" alt başlığı altında Balkanlar, Rusya, Ukrayna gibi ülker ile ilişkilerin değerlendirildiği kısımda yer almakta. Özetle; Türkiye’nin Almanya için önemli bir partner ve Avrupa Birliği için önemli bir komşu olduğu ve ilişkilerin iyi seyretmesini istedikleri ifade ediliyor. Akabinde sözde kötüleşen demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti şartlarından dolayı yeni fasılların açılmayacağı, açılan fasılların ise kapatılmayacağı vurgulanıyor. Vize serbestisi ve Gümrük Birliği’nin yenilenmesinin ancak şartlar yerine getirildiğinde mümkün oldacağının altı çiziliyor.
AB Bakanı Sayın Ömer Çelik, Almanya’da koalisyon sözleşmesinde mutabakata varıldığı gün vize serbestisi için gerekli 72 kriterle ilgili çalışmanın revize edilip AB Komisyonu'na iletildiğini bildirdi. Son yıllarda Türkiye-AB ilişkilerinde ilerleme sağlanamamasının kriter veya kurallarla bir ilgisi yok. Türkiye konusu AB’li siyasetçiler için iç politikaya malzeme olmuş, duygusal ve tepkisel ele alınan bir konu. Türkiye her ne kadar şartları yerine getirse de, 2019 AB seçimlerine kadar yapıcı adım atılacağa benzemiyor. Avrupa Parlamentosu’nun "Türkiye’de İnsan Haklarının Mevcut Durumu" başlıklı karar tasarısının ve Zeytin Dalı Harekatı ile ilgili önergenin büyük oy çoğunluğu ile kabul edilmesi Avrupalı parlamenterlerin, Türkiye’nin sürdürdüğü FETÖ ve PKK terörü ile mücadelesine saygı göstermediğini, tam aksine engellemeye çalıştığını gösteriyor.
Zeytin Dalı Harekatı başladığından bu yana birçok Avrupa şehrinde PKK/YPG/PYD yandaşlarının sokaklara çıkıp gösteri yaptıklarına şahit olduk. 20 Ocak’tan buu yana vatandaşlarımızın bize bildirdiği 34 cami, dernek ve şahıslara yapılan terör saldırısı raporladık. Bu saldırıların akabinde hiçbir terör yandaşının tutuklanmayıp, ceza görmemiş olması güvenlik ve istihbarat kurumlarının Türk vatandaşlarının can ve mal güvenliğini koruma konusundaki ciddiyetsizliğini gözler önüne seriyor. Avrupa'da terörü destekleyen tutum devam ettikçe Türkiye-Avrupa ilişkilerinde kalıcı iyileşme zor gözüküyor.